T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir şuranın ardından...

Karşımdaki masada Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül oturuyor... Devlet bakanı Beşir Atalay da yanlarında... Üç siyaset adamı, Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) başkanı Fatih Karaca ve İletişim Şurası'nın dört komisyonunun başkanlarıyla sohbet ediyorlar... En ortada onların masası, etrafta da hangi kanalı açsanız karşınıza çıkan çeşitli gazetelerden yüzler...

Dayanamayıp Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'lü masaya gittim ve hepsinin duyabileceği bir sesle, "Bu masadaki sandalyelerin değeri pahalı; bu sandalyelerden birinde oturmak için bir milyon dolar verecek kişi çıkar" dedim... Diğerleri tebessüm ederken, Tayyip Erdoğan, kulağıma, "Yine mi dolar hesabı?" diye fısıldadı...

Hükümet üyeleri, Ak Parti yönetici ve milletvekilleri savaşa direnişlerinin 'para pazarlığı' olarak yanısıtılmasından olağanüstü rahatsızlar... Amerika'nın konuyu özellikle böyle yansıtmak istediğine, bunun için de medyayı kullandığına inanıyorlar... Bir Ak Partili'nin ağzından, "Bazıları beşinci kol gibi çalışıyor" ithamını bile duydum...

Başbakan Abdullah Gül'ün İletişim Şurası'na katılanlar için verdiği yemekli dâvet günü, Türkçe isimler taşıyan bir çok gazete, Washington yönetiminin görüşlerini yansıttığı bilinen New York Times ve Washington Post'a daha fazla yakışabilecek Bush-Powell ağzıyla 'tehdit' savuran manşetlerle çıkmıştı... Ben karşıdan onları izlerken, Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül de, aynı salonu paylaştıkları ülkemizin öndegelen gazetecilerinin yüzlerini tarassut ediyorlardı... Belki, içlerinden, "Ne biçim insan bunlar?" sorusu da geçmiştir...

Onların içinden geçmese de, kendi hesabıma ben, müthiş olumsuz hislerle doluyum... Gerçi şuranın çalışmalarını baştan sona izleyememenin bence meşru mâzeretleri vardı, ama bazı oturumları kaçırdığıma hiç de hayıflanmadım. Çoğu iyi niyetli, gerçekten düzey çatısını yükseltme amaçlı tekliflerdi meslektaşlardan dinlediğim, ancak bazı söz sahiplerinin cemaziyelevvellerini bildiğim için, çoğu teklif pek yavan göründü bana...

Hisler karşılıklıdır, bilirsiniz... Geçen hafta, bir yemekte aynı masayı paylaştığımız fazlasıyla ünlü bir gazeteci, neredeyse 20 yıldır birbirimizi tanıdığımız halde, yüzüme dikkatle bakıp "Sen ne zaman bıyık bıraktın?" diye sordu... Bir dostum, sonradan, "Herhalde sütunun üstündeki bıyıksız fotoğraf yüzündendir" diye şokun şiddetini azaltmaya çalıştıysa da, ben, o ünlü yazarın, o kadar uzun yıllar boyu hep ayağıma mı baktığı merakındayım...

Patronların kendilerini savunma hakları yok mudur? Bence olmalı. Nitekim, şuranın 'çağrılılar' listesine baktığımda, Aydın Doğan ve Dinç Bilgin gibi önemli iki medya patronunun da dâvetli olduklarını gördüm. Gelmemişlerdi. Onların çıkarlarını, ceplerinde 'basın kartı' taşıyan kişiler savundular... Biri, işi, yemek salonunda bizlerle 'tekel' konusunu tartışmaya kadar vardırdı. İddiası, sahibi olduğu gazete, dergi ve kanallarla medyanın yüzde 70'ine hükmeden bir patronun olduğu Türkiye'de 'medya tekeli' bulunmadığıydı... Bir de, başka ülkelerde de, medya patronlarının, kamu ihalelerine girebildiğini ileri sürüyordu... İçimden, "Sana ne? Patronun bizzat gelip bunları savunsun" demek geçti, ama susmayı yeğledim...

Yoksa, ben de mi artık tavır koymalı, sevmediklerime belli edecek biçimde davranmalıyım?

Bu soruyu sorma noktasına gelmemin sebebi, İletişim Şurası'nın açılış töreni sırasında hemen önümde cereyan eden bir olay...

Açılışa, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, TBMM başkanı Bülent Arınç, Başbakan Abdullah Gül ve çok sayıda bakanla milletvekili katıldı. Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Gül ve devlet bakanı Beşir Atalay açılışta konuştular... Ardından, dâvetlilere, çay-kahve ikramında bulunuldu...

Bir ara gözüm, açılışta konuşmayan konumu önemli bir konuğa ilişti... Yüzünde her zamanki tebessümüyle kalabalık arasında yürüyor, karşısına çıkanlarla el sıkışıp bir-iki nezaket cümlesini paylaşıyordu... Tam benim önümde, önemli bir ailenin bu dönem Meclis'e giren üçüncü kuşak temsilcisi bir bayanla karşılaştı o devlet büyüğü... Sıkmak üzere elini uzattı, ama karşısındaki, birkaç saniye ona baktıktan sonra, elini vermeyip yüzünü çevirdi gitti...

Önemli ailenin milletvekili mensubu, belli ki, karşısındaki kişiden hoşlanmıyordu. Hoşlanmadığını, elini havada ve şaşkınlıktan gözleri açık bırakarak göstermiş oldu... Bu olayı, müthiş 'öğretici' bulduğumu buraya kaydedeyim...

İletişim Şurası, değişik düşünceden, farklı ilgi alanları bulunan, bazen çıkarları çatışan insanları biraraya getirmesi bakımından muhataralı bir toplantıydı. İki 'Tercüman' arasında beklenen bir atışma dışında önemli bir vukuat olmadı. Bunda, yıllardan beri 'organizasyon' maharetini ilgiyle izlediğim RTÜK başkanı Fatih Karaca'nın rolü çok büyük... Hemen her gazete ve televizyon kanalının en üst düzey yöneticisinin, meslek örgütleri temsilcisinin katılmasını ise, konunun sahibi devlet bakanı Prof. Beşir Atalay'ın kişiliğine duyulan saygıya bağladım ben... Nitekim açılışta yaptığı, 'özgürlük' vurgulu konuşma büyük takdir topladı...

Yaşını başını almış insanları iki gün aynı mekânda tutun, hepsi mızmızlanır... Hele gazeteciyseler... İletişim Şurası ise neredeyse 'sorunsuz' başladı ve bitti...


23 Şubat 2003
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED