|
Pasaportumdaki hilal

İyi ki varsın diyorum, iyi ki duruyorsun yerimde

Pasaportumdaki hilal, çünkü sen varsan

var hayallerimiz, seninle akıyor tarih...

Geçen hafta Türk Kahvesi’nde konuk ettiğim psikiyatrist, şair Kemal Sayar’ın Montreal Mektupları şiirinde yer alan bu çarpıcı dizelerini dinlerken bizi binlerce yıldır bir arada tutan tutkalın bir hilalde ne kadar güzel ifade bulduğunu düşündüm.

Şairler herkesten güzel anlatıyor. Onlar gibi kimse anlatamaz, ancak entelektüel çevrelerin bizi bu ülkede bir arada tutan, bizi her meşakkatte birbirimize bağlayan duyguları daha görülebilir şekilde ortaya çıkarması gerektiğine inanıyorum.

ENTELEKTÜEL KİM?

“Entelektüel kim” sorusu Türk düşüncesinin temel tartışma alanları arasında olmuş. Buna çoğu zaman okullardan yola çıkarak cevap aramışız. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Mülkiye, ODTÜ, Gazi, İstanbul Üniversitesi derken düşünce ekolleri de buralardan hareketle belirlenmiş. İstanbul ve Ankara aydınlara etki eden fikir ortamlarıyla önemli yerlere oturmuş. Ankara aydını daha merkezci, devletçi; İstanbul aydını daha bağımsız ve hatta asi olmuş.

Bir diğer etken de dergiler. Ankara’da Kadro dergisi, İstanbul’da Yön dergisi, çok sonraları Nurettin Topçu’nun Hareket dergisi, Dergâh dergisi, Birikim dergisi, edebiyat ve fikirlerin bir potada olduğu, entelektüel düşünceye yön veren merkezler oldu.

Ancak ne sağ ne sol ne de İslâmcılık, merkezine Türkiye’yi alarak düşünmeyi başaramadı. Başarabilenler ferdî kaldı, ekol olamadı. İsmail Kara’nın dediği gibi “Türkiye’nin en büyük sorununun Batılılaşmak değil, merkezine Türkiye’yi alamaması” olduğu görüşünde olduğumu belirtmek isterim.

Bizim aydınımız neden kısır tartışma konularının dışına çıkamıyor? Ya nefret ya aşırı beğenme arasında bir orta yolu, tarihe bakıp taraf tutmadan ders çıkarmayı, topluma eksisi ve artısıyla bakmayı başaramıyor. “Biz niye geri kaldık” sorusunun “Çünkü Müslüman olduğumuz için” cevabının dışına çıkamıyor ya da hâlâ bu sorunun kompleksinden kurtulamıyor.

Türkiye’de geçmişte olduğu gibi fikir üreticileri, entelektüel elit yetiştirme konusunun önemli olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyet kurulduğu yıllardaki insan sermayesinin yetersizliği, savaş koşulları, yeni ulus devlet süreci derken bu konuya çok da derin cevaplar üretemeden ihtiyaca göre kendi elitini, bir insan modelini yetiştirmiş. İlk yıllarda Osmanlı ve İslam kültüründen kopamayan bu elit, sonraki yıllarda oradan kopmuş. Cumhuriyet’in kendi elitini yetiştirme meselesi başarılı bir eğitim modelidir. Tabii onun üzerinden 2. Dünya Savaşı, ırkçı fikirler, sosyalist hareketler, neo liberal düşünceler, sivil toplum, küreselleşme, teknolojik devrimler derken çok şey geçmiş. Değişen dünyada Türk düşüncesini, oranın buranın merkezinde ya da etkisinde değil kendi merkezimizde geliştirecek bir çabaya daha çok ihtiyaç var.

Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Yusuf Akçura gibi Rusya’dan gelen Türk aydınlarıyla, Fransa’dan etkilenen Türk aydınları arasındaki ekol farkı çağın koşullarının ürünü olarak ortaya çıkmış ve kafalar çok karışmış. Şerif Mardin, Cumhuriyet’te iyi-güzel-doğru hakkında derine giden bir düşünce olmadığını söylüyor. “Batıda on binlerce sayfa var. … Bizde böyle yazılmış sayfalar yok, göz var” diyen Şerif Mardin’e göre bu göz, mahalle baskısıdır. Göz ile topluluğu inşa etmek, mahallenin göz ile olan kontrolü görülen üzerinden değerlendirmeler, düşünce hayatımıza da damga vurur. Diğer taraftan Şerif Mardin Türk edebiyatçılarının dünyada ses verememesini “yüzeysel” olmasına bunu da insanın “daemon” tarafını görememesine bağlar. Yani şeytanlaştırma yapmaz bizim yazarımız, kötülük yeterince konusu değildir. Türk zihniyet tarihi araştırmacılarından Kurtuluş Kayalı Mardin’in analizlerini tahlili değil tasviri olarak nitelendirse de Türk düşüncesi fikriyatı üzerine kaynak eksikliği, bunun üzerine yeterince düşünememe meselesi bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Böyle olduğu için belki bizi birbirimize bağlayan tutkallar konusu bir tartışma sahası olarak önümüzde durur.

Türkiye’yi Türkiye yapan tutkal nedir sorusu üzerine daha çok düşünüp yazmak gerekiyor. Çünkü her dönemin ideologları ve kavramları da çağın ruhuna paralel değişiyor. 1970’lerde Türk solunun ezilen halklar söylemi öne çıkarken, aydınlar toplumu; halk vurgusu, devrim sınıfı gibi kavramlarla anlatmaya çalışır.1980 sonrasında aydın tartışmalarına İslamcılar sol kesim ile diyalog kuran yaklaşımlarıyla dahil olur. Bu yıllarda devrim, sınıf gibi kavramların yerini “kültür, sivil toplum” alır. Tüm analizler bu kavramlar üzerinden yapılmaya başlanır.

Peki ya bugün? “Türk aydını entelektüel değil literatidir (okumuş,yazmış)” diyen Cemil Meriç’e de, “Türk aydını yüzeyeldir” diyen Şerif Mardin’e bugünlerde daha çok hak veriyorum. Mesele ne dinin ne de pozitivizmin reddi. Mesele bizi ayrıştıranlara bizi bir arada tutanlardan daha çok yoğunlaşmak. Anahtar birleştiren şeyleri bulmakta diye düşünüyorum.

#Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
#Mülkiye
#ODTÜ
#Gazi
#İstanbul Üniversitesi
#Şerif Mardin
2 yıl önce
Pasaportumdaki hilal
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler
Gazze ışığında üniversitenin misyonu