|
Dini canlı tutan ruh; içtihat

Dedik ki, dinin bize ulaşması zincirindeki ilk halkalar Cibril, Resulüllah ve sahabedir, sonra içtihat başlar. Bu süreci bizzat Kuranıkerim’den anlıyoruz.

Allah dininin anlaşılması konusunda belli ki, kasten boşluklar bırakmış, temel koordinatları vermiş ve aralarını doldurmayı kullarına bırakmış. Yani onlar bu koordinatlara göre, sınırları aşmadan içtihat edecekler. Bunun iki önemli hikmeti olabilir; Allah kuluna değer veriyor ve onu bir halife sayıyor. Buna bağlı olarak da kulunun aklını kullanmasına ve düşünmesine mecal ve mekân bırakıyor, bunu istiyor. Çünkü akıl vahyin kuldaki temsilcisidir. Dolayısıyla vahiy, dini anlamada aklın hem önemini hem sınırını ortaya koyar.

Bu anlama zincirinin sahabeden sonraki halkası ‘ulü’l-emr’dır. Ulü’l-emr, emri elinde tutanlar demektir ve burada emir her iki anlamıyla da düşünülebilir: Emretme/yönetme yetkisi ve şeriatı anlayıp anlatma işi. Allah’a, Resulüllah’a ve ulü’l-emre itaat farzdır. Ulü’l-emr, Müslümanlardan olup âlimler şurası ile şeriatı uygulayan yönetimdir. Böyle bir yönetim yoksa ulema heyetidir. Tam başarmış olmasalar bile otuz kırk yıldır Müslümanlar siyaset üstü böyle bağımsız bir ulema heyeti oluşturmaya çalışıyorlar. Bu başarıldığında işin yönetim kısmını başarmak da kolaylaşacaktır. Ama üzülerek söylemeliyiz ki, Müslümanlar tarih boyunca, belki biraz gerek duymadıkları için biraz da siyasi baskılar sebebiyle bu heyeti oluşturmayı hiç başaramadılar. Tıpkı buna bağlı olarak yönetim fıkhını ve kamu hukukunu oluşturamadıkları gibi.

Genel olarak anlamanın, özel olarak da içtihadın ulü’l emrden sonraki halkası ise tek tek âlimler ve fakihlerdir. Bunlar sözü edilen birliği kuramasalar da kendileriyle ümmetin yol bulduğu yıldızlar ve alemlerdir. Bu özellikteki âlimler bir mezhebin, meşrebin ve fırkanın değil, ümmetin âlimleridirler. ‘Allah’tan hakkıyla korkanlar âlimlerdir, kevnî ve münzel ayetleri ancak âlimler anlayabilir, zor meseleleri ancak ilmin sonuna ulaşmış olanlar, bir de ulü’l-elbâb, yani aklıselim sahipleri anlayabilir, içinden çıkılamayan meseleleri derin manaları istinbat gücüne sahip olanlar halledebilir, bilemediğiniz zaman ehli zikir olan âlimlere soracaksınız’ gibi ifadeler hep Kuranıkerim’in emirleridir. Bu âlimlerin herkesten farkı içtihat gücüne ve yetkisine sahip olmalarıdır. Bunlar uygulamada organik bir birliktelik oluşturamamış olsalar da ilmi ve fikri birliktelik içindedirler, sürekli birbirlerine sorma ve danışma halindedirler, öyle olmalıdırlar.

Hayatın sürekli değişen alanını o sabit dine göre düzenleyen mekanizma işte bu sayılanlardır, bunların içtihatlarıdır. En azından Malikîlere göre, yeterli sayıda müçtehit her zaman bulunmak zorundadır ve hangi kıratta olurlarsa olsunlar, ümmetin mevcut âlimlerinin en önde olanları onun müçtehitleri sayılır, onun meselelerini çözmek zorundadırlar. Bunun için de kendi aralarında sözü edilen irtibatı sağlamış olmalıdırlar. Kendini ve kendi benliğini aşabilen âlimler ancak başkalarına sorabilir. Soramayanlar sadece fırka âlimi olabilirler. Demek ki, içtihadın kapısı kapanmaz. Allah’ın açtığı bir kapıyı kul nasıl kapatabilir?

‘Hüküm Allah’a aittir’ ama O’nun hükmünü doğru tespit edebilmek de ancak böyle âlimlerin harcıdır. Şimdi ‘Kuran bize yeter’ mottosunu tekrar hatırlayalım. Elbette yeter, ama onun yeterliliğini sağlayacak mekanizma da işte budur.

Tekrar içtihada dönersek; demek ki, içtihada kapı açan, hatta onu bizzat isteyen Allah’tır. O’nun, kendi ayetlerinin muhkem ve müteşabih olduğunu bildirmesi dahi bunun bir ifadesidir. Muhkem, yani tek anlamlı, ya da herkesin anlayabileceği ana ayetler. Müteşabih, yani farklı ihtimaller taşıyan ve özellikli insanların, hatta çoğu zaman da ancak beraberce anlayabilecekleri ayetler.

Herkes için bilmek asıl olandır. Ama bu fiilen mümkün olmaz. O halde mümin bilebilirse bilir, bilemiyorsa kendi başına hareket edemez, işin ehline sorar. Hatta birden çok âlime sorar ve vicdanına da kulak verir.

Son soru, kimler içtihat etmeye ehildir? Bu sorunun cevabını, ‘bilmiyorsanız ehli zikre sorun’ ayetinden çıkarabiliriz. Ehli zikir, yani zikir ehli. Zikir ise Kuranıkerim’de, Kuran’ın bizzat kendisi, bir teville Resulüllah, namaz başta olmak üzere ibadetlerdir. O halde ehli zikir de bunlara sahip olanlardır.

Şatıbî aynı anlamda müçtehidi, Kuranıkerim’i ve şeriatın maksatlarını iyi belen mümin diye tanımlar ve onu iyi bilmenin, onun dilini de bilmeyi gerektirdiğini söyler.

Belki ümmetin hüsnü kabulünü ve itimadını da bunlara eklememiz gerekir.

#Din
#Kur'an
#Hayat
4 yıl önce
Dini canlı tutan ruh; içtihat
Seçimi bırak sahaya odaklan
İsrail yalnızlaşırken Starbucks’ın açıklayamadığı gerçek
Sîdî Ukbe Ulucamii Müslüman Batı dünyasındaki dini yapılarının atasıdır
Randevu sistemi, kamu iletişimi ve ötesi
Şiddeti, ‘kültür’ ile aşabiliriz