|
“Bizim geçmişimiz karikatür tadında mı?”

I-

Kimliği bilinmiyor. Kimliği rakamlarda gizli. Rakamlarla yaşıyor. Üç ayrı bilgisayar ve iki farklı cep telefonu üzerinden kurmuş olduğu yüzlerce hesapla önce kendi yazılarını/tivitlerini beğenip takdirlerini sıralıyor sonra da “Filanca şu konuda hiç fikir beyan etmedi. Feşmekan niye bu konuda fikir beyan etti?” diyerek herkesi kah yazdıklarından kah yazmadıklarından dolayı tek tek hizaya çekiyor.

Rakamlar köşkünde, gücünün gölgesinde, hükümdar.

Tebası, sayısı gittikçe artan hayranlar ordusu.

Hayranlar ordusundan ancak bir iki kişi “üstat”ın yanına yöresine ulaşır ancak uzun süre ulaştığı o yerde kalamazdı.

“Üstat” hiç kimseyi uzun süre yakınında tutmak istemezdi. Yakınlık mesafeyi öldürür. En çok korktuğu şey mesafesini kaybetmekti. Sanal yüzü bile mesafelerle korumak en mühim mesele idi.

Kendi adına açılmış sosyal medya hesabında mesafe üstadı olarak durumunu korurken; açtığı sahte hesaplarda en yakası bağrı açılmamış küfürlerle sağa sola saldırırdı. Son zamanlarda işin ucunu kaçırdı. Aynı kıza sevdalı oldukları günden beri birbirlerine diş biledikleri Mercan’la dalaşmasaydı, büyük ihtimal, sırrı daha uzun süre ortaya çıkmazdı.

II-

Mercan ve Serkan’ın birbiri ile boy ölçüşme maceralarını bütün Çekmece halkı bilirdi. Küçükçekmece Lisesi’nin bütün erkek öğrencileri, öğretmenleri, bir vesile ile onların kavgasını ayırmak zorunda kalmıştır.

Turnagül’e sevdaları onları birbirine kinin kemendi ile bağlamıştı. Kızın adı Turnagül değildi. Neydi? Ne bileyim, aradan bunca yıl geçmiş. Ama niye Turnagül dediklerini bütün berraklığı ile hatırlıyorum elbet. Sibel Turnagöl’ün yeni yeni parladığı zamanlar. Hesapta bunların sevdalandıkları kız Sibel Turnagöl’ün tıpkısıymış. Ama yeşil gözlüsü. Hiç öyle değildi oysa. Neyse. Turnagöl derlerse anlaşılır diye kendilerince şaşırtma yapıyorlar. Ben nereden biliyorum? İkisi de dayımın İncirlik sahasından futbol arkadaşı. Ha bu arada Turnagül’ün aklı da bizim dayıda. Benimle arayı sıkı tutuyor. Her vesile ile iltifatlarını sıralıyor. O sıralar bütün okulda bir tek Turnagül’ün beyaz anorağı ve beyaz çizmeleri var. Fotoğraf çektirmeye, çektirdikleri fotoğrafları anket defterlerine yapıştırmaya meraklı kızlar, Turnagül’ün anorağını sırtlarına geçirip fotoğraf çektiriyor.

(Bak şimdi aklıma ne geldi. Sultanahmet’te, Topkapı Sarayı’nda sultan kaftanları giyip fotoğraf çektirsin diye turistlere kostüm sunanlar ... Acaba diyorum, bu işi ilk icra edenlerden biri, Turnagül’ün beyaz anorağından ve Küçükçekmece Lisesi’nin başkasının kıyafetinin içinde en iddialı pozunu veren kızlarından esinlenmiş olabilir mi? Eğer esinlendiyse fikrin patentini ödemesi gerekiyor.)

Mercan ve Serkan, Turnagül için en iddialı şiirlerini yazıp şarkılar bestelerken... O zamanlar, o zamanlar dediğim 80’lerin ortası, okulda müzik öğretmeni olarak Berkant var. Kendi adı mı Berkant idi yoksa şarkıcı Berkant’a benzediği için mi? Ne bileyim. Müzik seçmeli idi, ben resmi seçtim. Berkant herkese İstiklal Marşı’nı söyletiyor, beğendiğini seçiyor. Herkes müzik dersine seçilmek istiyor. Neden? Resim-iş dersi pahalı. Annelerin kesin talimatı var. “Aman yavrum ne yap et müzik dersine seçil.” Berkant karga karga gak dedi kızlarını dahi seçerken erkeklerden Nuri Sesigüzelleri, Yıldıray Çınarları bile dışarda bırakıyor.

Müzik dersine seçilmeyen öğrencilerin velisi okula gelip benim çocuğum Yıldıray Çınar’dan daha iyi türkü söylüyor diye itiraz eder ne ki itirazını ciddiye alacak makam bulamazdı. (Resim malzemelerinin, müdür yardımcısı F. Bey’in kırtasiyesinde satılıyor olmasının müzik dersine etkisini ise veliler ancak kendi arasında konuşurdu.)

İstiklal Marşı’nı okuma sırası bana gelince “Ben resmi seçtim” dedim. Bir daha da ağzımı açmadım. İşte bu seçilmeler esnasında Mercan, “Hocam ben İstiklal Marşı’nı değil de kendi bestemi seslendirsem” dedi. Berkant derhal kemanını çenesinin altına yerleştirdi. Daha ne söyleyeceğini bile bilmiyorsun az sakin Hoca!

Mercan’ın abuk bestesini Berkant çok beğendi. Böylece 16 kişilik müzik sınıfında tek erkek öğrenci Mercan, kızların içinde kızılcık bebek olarak müzik elemelerini -o öyle diyordu sanki bir yarışma varmış gibi- kazandı. Mercan kızların içinde tek erkek öğrenci ben de erkeklerin “iş atölyesi”nde tek kız öğrenci olarak kaldım. (Hoş Mercan’dan erkek ismi mi olur? Adını ilk defa duyan öğretmenler Mercan’ı Mertcan anlar, “t yok hocam, t yok” demesini bir türlü kavrayamazlardı.)

Mercan’ın müzik dersine seçildiği “o” günden sonra Serkan için hayat, annesi Sevim Teyze’nin biçki masasındaki kumaşlar gibi cırt diye ikiye ayrıldı. Serkan, kendisini bir türlü hayata teyelleyemedi. Kendisini hayata teyelleyemedi, ama akıllı telefonlar ile birlikte sosyal medya üzerinden annesinden kaptığı bütün biçki dikiş terimlerini aforizma haline getirerek ahir ömründe fenomen oldu. O artık ömrünün ikinci baharında sosyal medya fenomeni, aşk şiirlerinin en veciz şairi idi.

Mercan’ın kız sınıfında başlayan müzik kariyeri başladığı yerde bitmiş olmalı ki, astsubay olan babasının tayini ile birlikte bir daha kendisinden haber alamamıştık. Ha, Turnagül ile evlenmediklerinden eminim. Turnagül’ü Zeytinburnu-Kabataş tramvayında gördüm birkaç gün önce. Sanki ona “A senin araban yok mu?” demişim gibi. Sanki yirmi yıldır her gün görüşmüşüz de, en son dün bir araya gelmişiz gibi. Ama ikimiz de birbirimizden tramvayı tecrübe etmeyi saklamışız da şimdi işte burada birbirimize suç üstü yakalanmışız gibi. “Çocuklar merak etti, ille bizi bindir, dediler” dedi. Lunapark mı bu! Önce boş boş baktım. Kadın bana ne senin çocuklarından temalı bir bakış ile. “Tanımadın mı? Ben Turnagül” dedi. Bak bak. Senin kendi adın yok muydu? Yıllar sonra çocuklarının yanında, “Ben o uğruna kavga edilen kızım” demek istiyor. 52 beden olmasının verdiği yük ile ancak böyle baş ediyor olmalı. Herkesin kendi tarihi, kendi bedeni, kendi coğrafyası. Ay işte neyse ne! “Benim hiç Turnagül diye bir arkadaşım olmadı” dedim, kendimden gayet emin. “Benzettiniz” deyip yürüdüm vagonun içinde. Alacaklı gibi peşimden geldi. “Yok, neyini benzeteceğim. Aynı kurulukta öylece duruyorsun işte”. Şişmanların intikamı çöl teşbihi üzerinden oluyor demek ki. Aldırmadım.

Kocaman bir “YANİ!” dedim bakışlarımla. “Senin sosyal medya hesabın yok mu?” dedi. Benim sosyal medya hesabımı ne yapacak. Muhtemelen dayımın sosyal medya hesabına ulaşmak istiyor. Biraz önce sarf ettiğim 'Benim Turnagül diye hiç arkadaşım olmadı' cümlesini yutup, “Benim yok, ama dayımın var” dedim. “Biliyorum, beni eklemedi” dedi. “Mahalleden ayrılan herkesin burnu büyümüş” dedi. “Anladım, sen estetik cerrah ile çalışıyorsun” dedim en soğuk espri anlayışımla. “Belli oluyor mu? Ay çok sevindim” dedi.

Hay Allah! Evet bu Turnagül’ün çok heybetli bir burnu vardı. Fakat Türk milletinin necip evlatları nezdinde ille de mavi/yeşil göz, olmazsa olmaz bir özellik-güzellik sayıldığı için okulun çapkın çocukları, o heybetli burnu bir kusur olarak görmez, tam tersine güzelliğin ölçüsü olarak yüce bir buruna sahip olmak gerektiğine inanırdı.

Lisenin en şık giyinen kızıydı Turnagül. Ses mecmuasının kapağında gördüğü sanatçının kıyafetinin aynısını bulmak için bir hayli çaba sarf ederdi. Çaba dediğim, o zamanlar Aksaray’a beş katlı ilk ve tek mağaza olarak UFİ açılmıştı, “Ucuz Fakat İyi” sloganıyla. “Ucuz Fakat İyi” bizim mahalleden hiç kimseye ucuz gelmedi ama yürüyen merdivenine “binmek” için herkes en az bir defa UFİ’yi görmeye gitti. En çok da Seden yengeye yaradı UFİ’nin yürüyen merdiveni. Eltisinin “Bizim Almanya’da” diye başlayan övünmelerine “Bizim Türkiye’de de her yer yürüyen merdiven” diye verecek bir cevabı oldu.

Annesi ile babası boşandığı için, babasının vesayeti altında halası ile yaşayan Turnagül, okulu kırdığı gibi Aksaray’a giderdi serseri arkadaşları ile. Serseri arkadaşları ile Florya’da buluşurlar, sonra trenle kafalarının estiği istasyonda inerlerdi.

Yeni moda ve lüks ürünleri bir zamanlar sadece onda gördüğümüz Turnagül, o debdebeli günlerden pek iz taşımıyordu. Yılların boşluğunu acele ile kapatmak ister gibi, hayatındaki en önemli olayları hızla anlatmaya başladı tramvayın içinde, başka kulaklara hiç aldırmadan. Mafya davalarına bakan avukat babası bir duruşma sonrası öldürülmüş. “Gazeteler yazdı” dedi. Adamın adını bilmiyordum ki. “Gazeteler Küçükçekmeceli avukat diye mi yazdı?” dedim. “Babamın Küçükçekmece ile hiç alakası yoktu ki!” dedi. O an sanki ortam taziye eviymiş de taziye evinde bir şeyler yemek şartmış gibi düşünmüş olmalıyım ki “Vaktiniz var mı, bir yerlerde bir şeyler yiyelim” dedim. “Olur” dedi.

Sirkeci’de tramvay’dan indik gördüğümüz ilk kafeye oturduk. Turnagül hiç sormadan kızları için dondurma ikimiz için de çay sipariş etti.(Mecbur olmadıkça asla dışarıda çay içmem oysa.) Konuşmak için vagonlar daha iyiymiş. Oturduğumuz kafede hem müzik sesi vardı ortamda, hem de dev ekrandan taşan haberler. Dinliyormuş gibi yaptım. Turnagül nefes almadan konuştu. Ben arada kızlarına göz kırptım. Çocuklar taş gibi oturuyor. Bir tuhaflık yok mu? Hiperaktif çocukları biliyordum da bunlar gibisi ile hiç karşılaşmadım. (Bunlar demek ayıp oldu ama. O kadar nesne formundaki çocuklar...Tek bir göz teması bile kuramadım.)

Ben, kızlarının bitkisel hayattaymış gibi bakan halleri içinde kaybolmuş iken Turnagül’ün “Hani o kendini göstermeden vidyo yayınlayan adam var ya... Aynı zamanda sosyal medya fenomeni. O bizim Serkan’mış.” dediğini duydum.

Meğer Mercan yazılım mühendisi imiş. En son kendisine sardıran tivitlerden sonra iz sürüp suçüstü yakalamış ve “o gizemli fenomen”in mıymıntı Serkan olduğunu, lisenin WhatsApp grubunda ilan etmiş.

İlk defa bir habere ilk elden, kaynağından ulaşmış oldum diyeceğim de... Yine değil. Neticede Turnagül üzerinden ulaştım.

“Bir fenomenin ölümü desene.”

“Yok ona bir şey olmaz. Neticede bir sürü sosyal medya hesabının trafiğini yürütüyormuş.”

“Eee...”

“Eyyyysi! (Turnagül bir şeyin devamını öğrenmek için eee diye soranlara, cevap vermek yerine eyyysi derdi lise yıllarında da) Mercan için üzüldüm. İnşallah başına bir şey gelmez.”

“Niye Mercan’ın başına bir şey gelsin ki. Yalancının mumunu söndürmüş işte.”

“Öyle olmuyor o işler. Suçlu her zaman güçlüdür.”

Bir şey demedim. Ne diyecektim ki zaten. Mafya avukatı babanın kızı olarak su testisi su yolunda kırılmış bir babanın kızı olarak, belli ki suçluların gücüne dair engin bilgisi vardı Turnagül’ün.

“Zaten Mercan’ın başına bir şey gelirse de hiç kimsenin ruhu duymaz.”

Sen Mercan’ı sevmiş miydin Turnagül diyecektim ki Turnagül “Kalkalım!” dedi aniden. Kalktık.

Turnagül kızlarının ağzının etrafındaki dondurma lekelerini ıslak mendil ile silerken “Sana da geçmiş bazen karikatür gibi geliyor mu?” diye sordu.

Neden bilmiyorum kalktığım masaya yeniden oturdum. Ben oturunca onlar da oturdu.

“Nasıl yani?”

“Hikmet Hoca’yı hatırlıyor musun?”

“Yok çıkaramadım.”

“Sosyal Bilgiler dersimize geliyordu hani.”

“Hatırlamadım. Niye ki?”

“Ablamların dersine de girmiş meğer. Geçen gün ablam çocuklarına ‘Orta okuldayken İsmet İnönü öldü de ben niye ağlamıyor muşum en azından ağlar gibi yapmıyor muşum diye Sosyal Bilgiler öğretmenimiz beni tahtaya kaldırmış bir ders boyunca bütün sınıfın karşısında ayakta durdurmuştu’ diye anlattı.”

“Senin bir ablan olduğunu bilmiyordum.”

“Annemin ilk eşinden. Ayrı evlerde büyüdüğümüz için bilmemen normal.”

“...”

“ Ablamın oğlanlar katıla katıla gülmeye başladı. Ablam kızınca ‘ne yapalım senin hatıraların karikatür tadında anne bir kere daha anlat da vidyonu çekelim’ dediler. Ablam tam da bu isteği bekliyormuş gibi ‘İyi o zaman saçıma başıma bir çeki düzen vereyim’ diye içeri girdi, oğlanlar kameraları hazırlayınca ilk defa anlatıyormuş gibi anlattı. Çocuklar da ilk defa duyuyormuş gibi kahkahalarla güldü.”

“Anladım senin yeğenler de fenomen olma yolunda...”

“Sence de öyle mi? Bizim geçmişimiz bu günün çocukları için karikatür tadında mı yani!?”

Hangi geçmiş! Bir Hikmet öğretmen ikimiz için “ortak geçmiş” inşa etmeye yeter mi Turnagül. Serkan’ı, Mercan’ı, Berkant’ı da ilave edelim hadi. Ama senin adın bile kayıtlı değil zihnimde.

Aklımdan geçenleri söyleyecek halim yok. Sustum. Sükutumu anlamlandırmak Turnagül’ün vazifesi olsun.

Tekrar kalktık. Onlar Eminönü’ne ben Çemberlitaş’a doğru yürüdüm.

Geçmişin farklı zamanlarını koparıp, farklı yerlerinden birleştirerek yürüdüğümüzden eminim.

Senin kızların da senin hatıralarına gülüyor mu diye sorabilirdim. Kızların niye hiç konuşmuyor diye sorabilirdim. Ama ben hiçbir şey sormamıştım ki. Turnagül ne anlatmak istiyorsa onu anlatmıştı. İsteseydi kızlarını anlatırdı.80’li yılları değil de 90’ları, 2000’leri anlatırdı. Çok mu geç evlenmişti? Ya da çok mu erken evlenmişti, yanındaki kızlar torunu muydu? Yok bu mümkün değil. Belki ablasının torunudur...Ablamın oğlanlar dedi ama. Turnagül bu iki kızın bakıcısıydı belki de...

Bizim şimdi şu iki saat içinde ortak bir zamanımız oldu mu Turnagül? Ortak geçmiş, ortak şimdiki zamanlardan arta kalan şey değil mi?

Yürümek iyi geldi. Her adımda Turnagül’ün şimdiki zamana yaydığı geçmiş biraz daha yaklaştı. Hatırladım Turnagül’ün adı Ulyâ idi. O da Mercan’ın “t yok hocam t yok” dediği gibi “H yok hocam ü değil u” diyerek adını beyhude düzeltmeye çalışırdı.

Ulyâ.

#rakam
#Sibel Turnagöl
#Küçükçekmece Lisesi
#Nuri Sesigüzel
2 yıl önce
“Bizim geçmişimiz karikatür tadında mı?”
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...