|
Tashih, tavzîh ve zekât

Okuyucularımdan Sayın Hüseyin Kılınçarslan’ın aşağıdaki tashih mesajını teşekkür ederek yayınlıyorum:

“Hayırlı günler Sayın Hocam,

03.07.2022 tarihli makalenizin seslendirme bölümünde şöyle bir hata yapılmıştır: “Öğrencisi meşhur Senusi gibi Selefi İslam anlayışı ile tasavvufu uzaklaştırmaya (uzlaştırma olması gerekiyor) ve... bir hatanın düzeltilmesi için sizleri rahatsız ettim.”

Evet, bu bir yazım hatası, karineden de anlaşılacağı gibi kelime “uzlaştırmaya” olacaktı.

Bir başka okuyucum, yakınlarda yazdığım bir yazıda geçen şu cümlenin çok sakıncalı ve yanlış olduğunu bana yazmıştı:

“Kur’an âyetlerinin bilime ve akla aykırı olmaması onun sıhhati için yeterlidir.”

Sanırım bu zat, naklettiğim cümleyi şöyle anlamış: “Kur’an ayetlerini akıl ve bilime arz edeceksiniz; bunlara uygun ise sahihtir, alacaksınız, değilse sahih değildir…”.

Kur’an-ı Kerîm için böyle bir inanç, düşünce ve yazı asla bana ait olamaz.

Benim, “akıl ve bilim” ile “din” ilişkisine dair birçok yazım vardır. Onların tamamında aklın ve bilimin kendi yetki alanlarında değerli birer imkân olduğunu, Müslümanların da bunlardan azami yararlanmaları gerektiğini, din alanına gelince burada vahyin geçerli oluğunu, aklın ise yapabildiği kadar vahyi anlama ve yorumlama imkanının bulunduğunu, müminin, aklının ve bilimin erebildiği konularda Kur’an’ın mucizevî açıklamalarına da bakarak akla aykırı olmayan ama aklı aşan hususlara da iman edeceğini… yazmışımdır.

İtiraz konusu olan cümlenin içinde yer aldığı paragraf da şöyledir:

“Kur’an âyetlerinin bilime ve akla aykırı olmaması onun sıhhati için yeterlidir. Bunun ötesinde Kur’an’ın asıl amacı ile ilgili açıklamaları -bilhassa gayba ait konularda- aklı ve bilimi aşar; bunlarla çelişmez, ama bunları aşar. Müslüman haddini bilir, Yaratıcı ile yarışmaz, ama bilimi, insanlığın hayrına olmak üzere sınırlarına kadar kullanır, geliştirir ve bu alanda da en ileride olmakla yükümlü olduğunu bilir, bilmesi gerekir.”

Şimdi belki daha kolay anlaşılır diye şöyle bir cümle daha kurayım:

On beş asır önce vahyedilmiş bir kitabın içinde çağın bilimine ve aklına aykırı bir şeyin bulunmaması onun ilâhî bir kitap olduğunun delillerinden biridir.

Sorular

…Hocam, iki sorum olacak müsaadenizle,

1-Aylık maaşımın nisap miktarına düşenini zekât olarak versem ve yıl dolmasını beklemesem olur mu? Yıl sonunda tekrar hesaplama yapmam gerekir mi?

Cevap

Aylık, haftalık, üç aylık gibi fasılalarla ücret ve maaş alan işçi ve memurlar ile serbest çalışan doktor, mühendis, avukat, terzi, berber gibi meslek sahiplerine ait gelirlerin zekâtı mevzûunda birkaç görüş vardır: Umûmiyetle fukahâ, bunların da üzerinden bir yıl geçince elde kalan ve nisabı dolduran miktarlarından kırkta bir zekât ödenir demişlerdir. Ben de bu görüşe katılıyorum. Tabii bir yılın geçmesi her maaşın üzerinden ayrı ayrı bir yılın geçmesi demek değildir; böyle bir hesaplamada zorluk vardır. Müslüman işçi, memur vb. ücret ve maaş alanlar zekat yükümlüsü olacak kadar (nisaba) malik iseler bunların da bir zekat yılbaşısı olur; bu tarih geldiğinde elde bulunan zekatlık para ve malın zekatı verilir. Bu durumda zekatın bir kısmı süresi dolmuş olan malın ve paranın, bir kısmı da gelecek yıla kadar süresi dolacak olanların zekatı olur; zekatı peşin -süre dolmadan- ödemek ve süre dolunca mahsup etmek caizdir. Ben bu içtihadı tercih ediyorum.

Ancak bazı muâsır âlimler bu gelirleri, İbn Abbâs, İbn Mes’ûd, Muâviye, Ömer b. Abdulaziz gibi kadim müctehidlerin, yıllanmasını şart koşmadıkları “miras, bağış, mükâfat” gibi gelirlere (el–mâlu‘l–müstefâda) benzetmiş ve üzerlerinden yıl geçmeden -her birinin husûsiyetine göre- zekâtlarının ödenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Meselâ bir memurun maaşı normal ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra artıyor ve bu artanların yıllık toplamı nakit nisâbını dolduruyorsa, yıl sonu beklenmeden her ay maaşın zekâtı ödenecektir (İbn Hazm, el–Muhallâ, c. VI, s. 83 vd.; Ebû Ubeyd, el–Emvâl, s. 413. 436; Kardâvî, age., s. 489–420).

Bu ikinci görüşe göre de zekatı ödenen maaş ve benzerinin yıl sonunda bir daha zekatını ödemek gerekmiyor.

2. Katılım endeksine uygun şirketlerden hisse aldım ve temettü ödemeleri var. Bu hisselerin zekatını vereceğim zaman gelen temettü üzerinden mi yoksa toplam değer üzerinden mi hesap yapmam gerekir? Burada miktar zekata mı tabidir yoksa öşür mü hesaplanır.

Cevap

Çoğunluğun ictihadlarına göre senetlerin ticârî-sınâî ayırımı yapılır, sinâîlerin gelirinden 1/10 veya brütünden 1/20 alınır, ticari olanların toplam değerlerinin zekatı kırkta birdir.

Prof. M. Ebû Zehra, Hallâf gibi âlimlere ait bulunan diğer bir görüş ise şöyledir: Hisse senetleri, hangi çeşit şirkete ait olursa olsun, ticaret eşyası hükmündedir, senet piyasasındaki değerleri ile kârlarının toplamı -Aslî ihtiyaçlar veya asgarî geçim sınırı dışında- nisâba ulaşıyorsa 1/40 nisbetinde zekâta tâbidir.

Karadâvi hesap ve ödeme kolaylığını gözönüne alarak zekâtı toplayan devlet ise birinci görüşün zekâtı fertler ödüyorsa ikinci görüşün tercihini ileri sürmektedir.

Şimdi zekatı devlet toplamıyor, bu sebeple ben de ikinci görüşün uygulanmasından yanayım.

#ictihad
#Kur’an
#zekât
2 yıl önce
Tashih, tavzîh ve zekât
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle