|
Aptalın tekiyim ben

“Aptal olmayı sever mi insan? Ben sevdim. Aptalın tekiyim ben.”

Duydum duyalı beynimi zonklatan bir ağrıya dönüştü bu cümle. Çünkü hikâyenin tamamını biliyorum ben. Hikâyenin tamamını biliyor olmanın yorgunluğunu da biliyorum elbette ama o yorgunluğun içinde küçük umutlar, küçümen adalar, incecik gün ışıkları da gizli. Misal “gelirsen simit alayım mı?” cümlesinin dönüştüğü imgenin insanı gülümseten umudu yahut sabah olmuş da uzaktan bir trenin sesiyle birlikte perdenin hafif aralık kenarından sızan güneşin umudu.

Öyledir. İnsan tekleri sürprizli varlıklardır. Bunu da bir kez konuştuğumuzu hatırlıyorum biriyle. “Asla yapmam” dediği ne varsa yaparken buluverir kendini insan günün birinde. Büyükler boşuna “büyük lokma ye, büyük konuşma” dememiş.

“Hikâyenin tamamını biliyorum” derken dümdüz yalan söylediğimi fark etmemiş olamazsınız. Hikayenin tamamını bilmek için Adem’in ve Havva’nın cennetten kovulduğunu bilmek yetmez çünkü. Aynı zamanda kavuşmak için ettikleri duaları da bilmeniz gerekir. Gerçi “kavuşmak” gerçekleştiği anda kendini imha eden bir intihar görevi gibidir ama bu sırra insanların pek azı vakıftır.

Soru neydi: “Aptal olmayı sever mi insan?”

Aptal olmaktan başka seveceği bir şey olmadığından saçma bu bir soru bu. Üstelik hepimiz, yani tüm insanlar için.

“Her şeyin akla uygun olması düpedüz aptallıktır” diyordu değil mi adamın biri. Aptallığı akılla ilişkilendiren her türlü safsatayı ayaklar altına almak için muazzam bir cümle. Aptallık, kendisine düşülen ve düşmemiz için ayaklarımızı kullanmaya ya da kullanmamaya gerek olmayan bir güzel kuyudur. Hepimiz için.

Bir de devamı var değil mi hikayenin tamamını bildiğim yalanıyla sizi kandırmaya çalıştığım o cümlenin: “Ben sevdim.”

Bu da hepimiz için geçerli ve somut bir durumdur. Aptal olmadan sevemeyiz. Bütün hataların görmezden gelindiği, bütün zorlayıcı şartların yok sayıldığı bir düzlem yaratıp aptallaşmadan sevginin o saf haline ulaşmanın imkanı da yoktur, yolu da.

Derler ki, Emir Külal genç bir delikanlıyken köyün meydanında bir avcının avına baktığı gibi bakmış rakibine. Hamle etmenin, rakibi olan irice pehlivanın sırtını yerine getirmenin bir yolunu aradığı için bakışlarını keskinleştirmiş, dikkatini artırmış.

Derler ki, o esnada güreşi izleyen Muhammed Baba Semmasi de öylesine, hatta sıradan sayılabilecek bir kayıtsızlıkla bakıyormuş Külal’e. Müritlerinden biri, Semmasi’ye sormuş: “Efendim, sizin güreş izlemekten zevk aldığınızı kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Biz burada ne yapıyoruz?”

Semmasi, gülümseyerek cevap vermiş: “Avlanıyoruz.”

Derler ki, iki av da başarıyla gerçekleşmiş o gün. Hem Emir Külal rakibini yenmiş, hem de…

Orasını şöylece hayal ediyorum ben. Külal, rakibinin sırtını yere çalıp gururlu bakışlarla ayağa kalkıp da kendisine “gerçekten iyi güreştin” diyen insanların arasından muzaffer bir komutan gibi geçerken bir anlığına Semmasi’nin gözlerine değmiş gözleri ve orada bir daha yerden kalkamayacak şekilde tuş olmuş.

Tamamını bildiğimi söyleyerek sizi kandırmaya çabaladığım hikâyenin bir kısmı tam da burasıdır. Birbirine değmeyi, gerçekten değmeyi bilen iki çift göz, bütün zaferleri hükümsüz kılan bir mağlubiyete dönüşür. Ama bu öyle bir mağlubiyettir ki bu dünyada elde edebileceğiniz daha büyük bir zafer yoktur.

Öyleyse tekrar ve yüksek sesle: “Aptalın tekiyim ben.”

#Edebiyat
#Felsefe
#İsmail Kılıçarslan
1 yıl önce
Aptalın tekiyim ben
2024 yılı birinci çeyrek dönemde ekonomik büyüme
Toplu sözleşme metnindeki sınavsız alımlara ilişkin acı gerçekler ya da acınası halimiz
Suriye, seçimler, Gazze Herkesin konumunu doğru belirlemesi gereken yerde
Geliyorum diyen tehlike: Arz-ı mev’ud safsatası ve Türkiye’nin parçalanan haritası 
Bir nostalji olarak Gezi