|
Unutulmuş güzler ormanı

“Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma / ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim”

Başım zonkluyor. O Saraybosna sokağında, o kimsesiz aralıkta, yerde bir karış karı görüp Allah’ın kar gibi gökten nasıl olup da yağdığını kendime izaha muktedir değilim.

“Cesur ve onurlu” diyorlar.

Abdülkadirlerden bir Abdülkadir, ayyaşlardan bir ayyaş görüyor yolun kenarında. Bir lahza bakıyor ona. Ayyaş fark ediyor bu bakışı. O bakışın anlamlarını fark ediyor. Diyor ki “söyle bakalım Abdülkadir. Sabahlara kadar zikrettiğin, tesbih edip durduğun, biri yanında adını söylese bayılacak gibi olduğun Rab, her şeye kadir midir?”

Abdülkadirlerden bir Abdülkadir, cevap veriyor ayyaşa: “Evet ve elbette.”

Ayyaş, o bir lahza bakışın karşılığını bir lahza gülümseyerek veriyor ve diyor ki: “Mademki ismini zikredip durduğun Zat-ı Zülcelal her şeye kadirdir, seni benim yerime koymaya da kadirdir, beni senin yerine koymaya da kadirdir.”

Derler ki, Abdülkadir, ayyaşın bu cümlesi karşısında ağlamaya başlıyor. Hem öyle bir ağlamak ki üç gün, üç gece sürüyor. Ağlayarak kurtulmayı denemek Abdülkadirlerden bir Abdülkadir olmayı gerektirir ve nasip değildir her kula.

Bana öyle geliyor ki “ben” diyeni mürtet saysak yeridir erenler. Ve bana öyle geliyor ki kimin neye dönüşeceğini, zamanla nereye ulaşacağını bilmeyen ve durmaksızın “ben” diyen insan zay etmiştir var ömrünü. Cesur ve onurlu değil, suskun ve kederli olmanın künhü burasıdır tastamam.

Şunu düşün şöylece: Her velinin bir geçmişi, her zalimin bir geleceği var. Veliyi hikmete taşıyan yol onu hangi zulme ulaştırır, bilebilir misin?

Yoldaysanız, yolu ve yolculuğun adabını biliyorsanız, ne olduğunuzla değil yolla meşgul iseniz, yolda yolcu olmanın gerekleriyle uğraştaysanız, yoldan çıkmamanın derdinden gayrı dert bilmezseniz size korku yok.

Vay ki insan pek zalimdir, gayetle hayındır ve insanın hayınlığı da ziyanlığı da kendinedir erenler. Kıyaslar kör olası insan. Kıyaslar da bir üstünlük vehmeder kendinde. Bir üstünlük vehmeder de önemli sayar kendini.

Canımın içinde cam kırıkları var da ondan yazıyorum belki de bütün bunları. İlerleyebilirse ancak geride cesetler bırakarak ilerleyebileceğini sezen bir askerin tedirginliği var üzerimde de ondan. Belki de ilerlememeyi, yerimde saymayı, adımlarımı içime, içimin içine doğru atmayı öğreneli çok uzun zaman oluyor da ondan.

Abdülkadir’i anlıyorum elbette. Ama ayyaşı daha çok anlıyorum. Allah’ın, Rabbülalem’inin sürpriz olduğunu Abdülkadir’den daha çok biliyor Ayyaş çünkü.

“Çünkü kalbden kalbe yol var bî-gümân / Arz-ı ihlâsa ne hâcet her zamân” diyen adamın ne dediğini anlamayanlar tarafından sarılmış olmanın da bir mahsuru yok zira ayyaştan yanayım ve övüyorum ayyaşlığı tastamam.

O halde bana bir ırmak bulun. Denize yahut göle değil, kıvrılıp kendine akan bir ırmak. Bir ihmal edilmiş güz bulun. Yaprakları yere düşmüş ağaçların kendini mahcup hissettiği bir güz. Beni buradan götürmeyin erenler. Beni bu yol kenarında unutun.

Çünkü kalbimin acıyan yerleri nasır tutmuştu zaten. Ona atmamayı da öğrettim sonunda.

#Saraybosna
#Derviş
#Ayyaş
#İsmail Kılıçarslan
1 yıl önce
Unutulmuş güzler ormanı
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…
İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık