|
Ve tak tak

Esmerdir. Parasız yatılıdır. Başkalarının mayıs ayında doğmasına aldırmaksızın “gulan” ayında doğmuştur. Size baktığında gerçekten birinin size baktığını anlarsınız. Bakışları belki de “ruhunun evliyalarınca” örüldüğü için böyledir bu.

Böyle yazmışım ocakların birinde, senelerin biri başlarken. Çünkü esmer ve parasız yatılı olduğumuzu unutmamak için yaşamak bir direnme biçimidir de ayrıca bizim için. Üstelik kehribar, bir uzaklık birimidir ve şaşırtır bizi.

Bir parkta şaşırtabilir mesela. Sonsuz yeşile alışkınızdır. Sonsuz yeşil ormanlarını biliriz memleketin. Yeşile şaşırmayız. Sarı olsa sarıya, kahverengi olsa kahverengiye de şaşırmayız çünkü bozkırda doğmuş olmanın rengidir buğdayın sarısı ve toprağın kahvesi. Maviyi de bekleyebiliriz en nihayetinde. Gerçi bizim görmüşlüğümüz yoktur ama dostların uzun ve çaylı gecelerde denizin kenarında bulunmuşçasına anlatışlarından tanırız maviyi.

Kehribar hiç biridir bunların. Şaşkınlığımız bundandır ve dilimizin ya çözülmesi yahut lal olması gerekir şaşkınlığımızın üzerimizden gitmesi için.

Şöyle yazmışım ocakların birinde, senelerin biri başlarken: Belki o gün müdür? Değildir. Ertesi gündür. Çaya biriktirilmiş düşleri bir “tak” sesiyle bölünmüştür. Sonra “tak tak” diyerek ikilemiştir o ses. Ping-pong masası varla yok arasıdır o esnada. Ha ping-pong masası ha boş tüfektir. Hatta belki o tüfeğin içine… Hadi yapmayın bunu bu saatte. Her şair intiharı en az bir kez düşünmüştür. Her âşık intiharı en az binlerce…

Neyse boş verelim bunu.

Yaşım ilerledikçe, seneler devrildikçe boş vermeyi bir imkân olarak kabul etmeye başladım. Bunu aslında Yusuf’a da anlatmaya çalıştım geçenlerde. “Boş ver” dedim ona. Ama o henüz genç. Gidilmemiş yerlerin yahut alınmamış intikamların, görülmemiş güzelliklerin yahut üzeri kapatılacak çirkinliklerin derdiyle dertlenecek kadar genç. Gerçi sorsan inkâr edecektir ama içten içe dünyanın bize ne yaptığının farkına varmamıştır daha. O yangının yangınlığının nasıl bir yangın olduğunu tam ortasından bilmemesi çok normaldir.

Şunu da eklemişim ocaklardan birinde, senelerin biri başlarken: “O gün, fakülte kantininde, “tak tak” sesleri arasında “bu akşam yeni yılı Bulvar’da kutlayalım” cümlesi dolaşıma girmiştir. Herkes birer ikişer “ben varım” demiştir. Sabahlara kadar eğlenilecektir. Sıra ona geldiğinde o da “tabii, ben de gelirim” demiştir. “Esmer, sen de gelsene” demiştir biri. Duymamıştır bu teklifi yahut doğrusu duymuştur da “nezaketsizlik etmeyeyim” diye cevap vermemiştir. İşte o esnada olağanüstü bir şey olmuş ve bu teklifi bu kez o yinelemiştir. “Evet, sen de gelsene. Çok eğleniriz. “Ben gelemem” demiştir. “Beni çağırdığınız yere gelemem ben. Gulan ayında doğdum. Esmerim. Güneyliyim. Gelemem ben. Çağırdığınız yere gelemem. Karayılanı süt içmeye çağırırım ben. Parmaklarımdan. Güneylidir benim parmaklarım. Sizse bu akşam sinemaya ve tak tak.”

Hâlbuki bizim ölülerimizi gören teyzelerimiz var. Onlara ekmek veren. Bizim ölülerimiz ekmek yiyor. Biri gördüğü, diğeri görmediği iki dünyaya inanıyor bizim adamlarımız. Bizim, başkalarının saçlarına benzemeyen saçlarımız ve başkalarının suçlarına benzemeyen suçlarımız var.

“Doğmuş olmakla mustarip” derdim gençlik hatalarımı tekrarlayıp duran bir şair olsaydım. Oysa artık bir Müslüm şarkısı ve biraz dedikodu her şeyi iyileştirecekmiş gibi geliyor. Yağmur bütün golleri yutmayacakmış gibi geliyor. Yağmurun açtığı yaralar kapanırmış gibi geliyor.

İyi yapılmış bir ıhlamurun ve iyi ayarlanmış bir sıcaklığın geçirmeyeceği nedir ki? Öyle inanıyorum ki dünya, kendisine inanılacak bir yer değildir. Vardır ve dönmektedir, o ayrı. Ama yoktur ve durmaktadır da bir yandan. Çünkü gerçeği var olması, hakikati ise faniliğidir dünyanın.

O halde seneler aksın, ocaklar gelsin ve nedensiz yere tazelensin umutlar. Biraz da biz oyalanalım bu kehribarlı, mavili, yeşilli, sarılı ve kahveli alanda.

#İsmail Kılıçarsalan
#Edebiyat
1 yıl önce
Ve tak tak
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî