|
Yağacak olmasının beklentisizliği

Konya’da, ilerlemiş bir gecenin iyice yorgun dibinde o en olmadık sorunun cevabını arıyoruz iki arkadaş: İnsan insanın yurdu olabilir mi? Ağzındaki sıcak ve şekerli tadı dilinden, damağından, gırtlağından değil de yediği dikenli ottan geliyor zanneden devenin akciğerlerine dolan ve birazdan onu boğarak öldürecek kanından bahsetmemişiz henüz. Daha çok şöyle bir cümlenin etrafında dolanıyoruz: “Sende olmayan neyse onun yoksulusun en nihayet.”

Yan masadaki delikanlı, karşısında oturan kızı bir şeye ikna etmeye çabalıyor o esnada. Duymuyoruz ve fakat anlıyoruz ikimiz de. Birlikte bir hayat geçirmek için doğru kişinin kendisi olduğunu ispat etmeye çalışıyor kıza. Kız, inanmaya çoktan razı, baygın, süzülmüş gözlerle dinliyor genç adamı.

Şuna bağlıyoruz bu inanmışlığı nedense: Henüz inançlarını kaybetmek için çok genç. İnsandan umudunu kesmesine ve evini sadece sırtında taşıyan argın bir kaplumbağaya dönüşmesine birkaç hayal kırıklığı, birkaç kavga, birkaç kandırılmışlık hissi daha var.

Belki bu sebeple bir çeşit hayranlık besliyoruz kıza. Birine inanmanın, dahası birine güvenmenin, güvenebilmenin imkân dâhilinde olduğunu düşünen bu süzülmüş ve baygın gözlü kızın dünyayı dilediği yere dönüştürebileceğine dair geliştirdiği inanca hayranlık duymaz da ne yapar insan?

“Peki, şunu anlat o zaman” diyor arkadaşım o berbat kahveden bir yudum daha alarak, “Bu kahveden bir yudum daha alacağımı bilen Allah, niçin sorumlu tutsun beni kahve içmek suçundan?”

Böyle oluyor her seferinde. Şaşmayan bir düzenekle kaybolan umudumuzu, yıkılan güvenimizi tazelemek için O’na, yüceler yücesine müracaat ediyoruz. Hiç yoktan zorlaştırıyoruz işi.

Halbuki mesele basittir. Allah’a nasıl inanacağını seçmelidir insan.

Oysa biz öyle yapmayız. Allah’a nasıl inanacağımızı seçmek yerine O’nu kendi fikirlerimize ikna etmek için didiniriz. “Sana inanıyorum ama benim fikirlerimi kabul edersen” dediğimizi fark etmeye de yanaşmayız hiç.

“Tahayyülüne sığdırmaya kararlı olduğun birine inanabilir misin, onu de bana?” demek istiyorum arkadaşıma. O esnada yan masadaki kızın mutluluktan gözleri doluyor. Karşısındaki delikanlı, görevini yapmış erkeklerin o kendilerine mahsus huzurlu dinginliğiyle peçetelikten peçete çekip uzatıyor. Gözyaşları, mutlu ve uzun geleceklerinin teminatına dönüşüyor bir anlığına. O bir anın çok uzun süreceğini zannetmelerindeki saflığa da hayranlık besliyoruz. Elimizden başka ne gelir?

“Burası” demek istiyorum arkadaşıma, “Burası insanın insana ikna olduğu yerdir usta. Burası insanın insana kıydığı yerdir. O yüzden insana iktidar alanı açacaksan onun seni ikna edeceği bir şey kalmadığına emin olduktan sonra yapacaksın bunu.”

Sorusu bu değildi arkadaşımın, biliyorum. Ama benim cevabım bu işte. İnsanlar hangi soruyu sorarlarsa sorsunlar bana, sadece bildiğim cevapları verebilirim. Başkası gelmez elimden.

Yine de söylemiyorum zihnimdeki cevabı. Sadece şu cümle dökülüyor dilimden: “Matematik kesinliklere inanmaya devam edersen yağmura inanmak için güç bulamazsın kendinde.”

Sonra şunu hatırlıyorum. Bir akşam, arabamla evime doğru giderken rahmetli Bülent aramış ve “Benim iki dizemi paylaşabilir misin sosyal medya hesabında?” diye sormuştu. Matematik kesinliklere değil güzel ihtimallere inanmanın dünyada kalabilmenin tek yolu olduğunu bilirdik ikimiz de. Eksik söyledim. Aslında tek yolu değil. Daha kolay bir yolu var: Sahte bir mehdiye inanmak.

Gerçeği gelirse, pek azımız hariç kimse inanmayacak mehdiye. Bundan eminim. Çünkü mehdi “cennete gitmek için indirmeniz gereken aplikasyonlar listesi” önermeyecek bize. Vaazlarının izlenme sayısına göre ölçemeyeceğiz başarısını. Hatta belki kekeme olacak.

Sahte mehdiler öyle değil ki. Karizmatik bakışları ve hafif pürüzlü, düzgün mahreçli sesleriyle kurtuluşun anahtarını uzatıyorlar hepimize.

“O yüzden güzel ihtimallere inanırız” diyorum arkadaşıma. Kız gözyaşlarını siliyor. Delikanlının gururu gözlerinden okunuyor. Kafamın içinde Bülent dolaşıyor.

Yağmura inanmak için güç toplamaya karar veriyoruz. Yağmura inanabiliriz, yapabiliriz bunu. Yağmurun da bize inanacağına inanabiliriz.

Tabii ki iki çay söylüyoruz. Tabii ki tam olarak anlıyoruz birbirimizi. O yüzden “bir emrin var mı?” sorusuna “dostluğundan başka bir ihtiyacım yok” diye cevap verebiliyoruz.

Yağmur yağmıyor. Ama inanıyoruz yağmura. İnanabiliriz.

#Konya
#matematik
#cennet
#yağmur
2 yıl önce
Yağacak olmasının beklentisizliği
Zevkleri dert edindim
Hiç açmadığımız kapılar
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu