|
Zonklama

Neşet Ertaş yetişsin istiyorum imdadıma. Yetişmiyor. Daha doğrusu o bile yetişemiyor. Başımda eşsiz bir zonklamayla baş başa akıyoruz Konya’dan Afyon’a yahut Kırşehir’den Ankara’ya yahut Semerkant’tan Taşkent’e. Bozkırdayız en nihayet. Zonkluyoruz başımla birlik olup. İmdada çağırıyoruz Neşet Ertaş’ı ve modern kimyayı. Gelmiyorlar.

Kendi kuyusunun en dibinde yaşayan mutsuz çocuklara benziyorum. Korkunç sıkılıyorum. Korkunç sıkıldığımı belli etmiyorum kimseye. Birincisi, “ayıp olur” diye düşünüyorum. İkincisi, kimseyi davet etmek istemiyorum sıkıntıma. Çünkü paylaştıkça azalan sıkıntı yoktur. Azalanı yoktur çünkü. Sıkıntı dediğin büyür. Zonklama dediğin artar.

Gençliğim boyunca “bunalım mı takılıyorsun yine?” sorusuna muhatap olmuş, kimseye anlatamamıştım korkunç sıkıldığımı ve korkunç zonkladığını başımın. Sonra vazgeçtim. Sıkılmaktan değil, derdimi anlatmaya çalışmaktan.

Oysa şuna inanılabilirdi: “Her şey insanın içinde.” Gülümseyerek “bağırsaklar dahil mi?” demek yerine inanılabilirdi insan buna. “Çok insanın içinde” demek yerine.

Şuna da inanılabilirdi: “İnsan isterse her şeyi başarabilir.” İnsanın isteyip başarabileceği tek şey vardır ve bütün başarı anlatıları o başarabileceği şeyden insanı uzaklaştırmak içindir. İnsan, “kim olduğu” sorusunu yanıtlayabilirse başarmış olacaktır ve soru asla “kimsin sen?” olmamıştır. Soru “kimsin sen?” olduğunda ise bu sorunun cevabını bulmayı başarı kabul etmemiştir kimse. Varsa yoksa “nesin sen?” Varsa yoksa “nasıl sen?” Varsa yoksa “nasılsın?”

İyiyim. Neşet Ertaş ve modern kimya imdadıma yetişmese de, başımla baş başa zonkluyor olsak da, Bozkır bitecek gibi durmasa da iyiyim. Doktorların beni inandıracağı kimi yalanları kayıtsız şartsız satın almak isteyecek kadar iyiyim. İyilikten çatlayacak kadar iyiyim. Korkunç sıkılacak kadar iyiyim ve ölümü anlayacak kadar iyiyim. Sen nasılsın?

“Küstürdüm göğnümü, güldüremedim” diyor Neşet an itibariyle. İmkansız bir hayıflanmaya kapılıp gitmiş rahmetli. “Sanatçı avutması” mı dersiniz, “saflık” mı dersiniz, hatta el artırıp “Anadolu irfanı beee” mi dersiniz bilemem. Gönül zaten küskündür ve gülmez. Gülenini görmedim. Eskiden, çok eskiden, unutulacak kadar eskiden küskün olmayanının ve gülümseyeninin olduğuna dair bir rivayetin rivayeti var ama etmeyin tutmayın, yirmi birinci yüzyıla çattık biz. Gülümsemek de neymiş? Hem gönlümüze uzatılacak bir selfie çubuğu icat edilmedi ki. Gülümsemesini nasıl sağlayalım?

Oysa şuna inanılabilirdi: “İçimizdeki çocuğa kulak vermeye başladığımızda güzelleşecek her şey.” Yetişkin olmayı dipten tırnağa reddederek mesafe almaya çalışmayı kendine yedirebilir mi insan? İçindeki çocukmuş. İçinde bir çocuk varmış yani. Oyun oynayınca geçecekmiş her şey. Şekeri yiyince. Cicileri alınınca.

Şuna da inanılabilirdi: “Çok da kafaya takmamak lazım.”

Zonklama sürüyor. Neşet “tazelendi yine yürekte yara” diye bozuluyor. Bozulasın bakalım.

Aslında bütün bunlardan öteye ve bütün bunlardan ötede bir şey söylemek istiyordum ben. Sıkıntımın nedenini anlarsınız diye korktum hep. Kendimi açık ederim ve size yakalanırım diye. En çok bundan korkuyorum. Size yakalanmaktan. Sizin o geniş gülümsemelerinize, kolay çözümlerinize, pratik kandırmalarınıza yakalanmaktan ödüm kopuyor. Sizin o bütün cevapları bulmuş, hiçbir yeni soruya ihtiyaç duymadığınız rahatlığınıza bir kez alışırsam biliyorum, kurtulurum cümle sıkıntıdan. Zonklama biter. Neşet’i bile “iyiymiş” diye dinlerim. Nostaljik bir iyilik olarak. Estetik bir şey olarak. Biliyorum yahu biliyorum. Bir kez inansam inandıklarınıza, bir kez inansam cevaplarınıza, bir kez inansam gülümsemelerinize bütün iş görüşmelerinin yıldızı olurum. “Ayın elemanı” seçilirim her seferinde. Sürprizlere açarım kendimi yeni ufuklara açtığım yelkenlerle birlikte.

Zonklama sürüyor ve inanmıyorum size. Hiç inanmadım. Sorusuz çözümlerinize, içinizdeki çocuğa falan inanmadım. Diyet listelerinize, indirim günlerinize, gücünüzü keşfetmenize, kendinizi önemseme biçiminize hiç inanmadım. Kendime inanmadım ben. Cevaba inanmadım. Zonklamaya ve soruya inanmaya çalışmakla geçiyor hayatım.

Ve siz bana diyorsunuz ki. Hepiniz toplaşıp, bir panayıra, bir eğlence çadırına benzeyen dünyanızda bana diyorsunuz ki “zonklamanın çaresi var. Kendine inan, içindeki çocuğu sal, kafayı takma, başarmaya inan. Geçer o zonklama.”

Yahu ben dünyanın tüm bozkırlarına Neşet’in bozulamasını salıyorum da yine de geçmiyor o zonklama. Senin zibidice tekliflerinle mi geçecek?

O zonklama tam burada, bozkırın ortasında, beni yaşatan ve öldüren bir fırtınaya dönüşüyor. Size anlatmak istemiyorum. Siz de anlamak istemiyorsunuz zaten.

#Neşet Ertaş
#Anadolu
#Ankara
#Konya
#Kırşehir
#Afyon
#Semerkant
#Taşkent
2 yıl önce
Zonklama
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri