Dikkatinizi çekti mi bilmem.
Muhalif çevrelerde ekonomideki sorunların, hayat pahalılığının artmasının, satın alma gücünün zayıflamasının seçmen tercihlerini neden yeterince etkilemediği sorusuna cevap aranıyor.
Ukrayna savaşı öncesi, iktidar cephesinin oylarında gözle görülür bir azalma trendi vardı ve bu durum, muhalefetin umudunu ciddi biçimde artırmıştı.
Savaş başladıktan sonra ekonomi üzerindeki baskı daha da artmasına rağmen, seçmen davranışında enteresan bir dönüşüm oldu ve AK Parti’nin oylarındaki gerileme durduğu gibi, 3 puanlık bir artış bile oldu.
Bu durum doğal olarak muhalefet cephesinde tam bir hayal kırıklığı üretti.
Sorunun cevabı olması hasebiyle ekonomi dışı bazı faktörlerden söz edilebilir:
Peki mesele bundan ibaret olabilir mi?
Daha pırıltı bir soru soralım:
Bu durumu izah etmek için ekonominin kendi dinamikleri içinden de örnekler vermek mümkün olabilir mi?
Ekonomik verilerle ilgili bazı rakamlar, evet bunun mümkün olabileceğini gösteriyor.
Örneğin, daha yeni açıklanan işsizlik rakamları…
Dünya ekonomisi üzerinde ağır tahribatlar üreten Pandemi döneminin öncesine küçük bir yolculuk yapalım.
TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre Türkiye’de işsizlik oranı 2019’da yüzde 13,7 olarak ortaya çıkmıştı.
Genç işsizlik oranı ise, yüzde 25’leri bulmuştu.
31 Mart yerel seçimlerinin yapıldığı dönemde Mart 2019 işsizlik verileri yüzde 14,1 olarak açıklanmıştı.
Sonra pandemi başladı.
Bir süre dünyanın her tarafında hayat durdu, ekonomiler durdu.
Ve 2022’ye geldik.
Şubat ve Mart aylarında Ukrayna’da savaş çıktı, FED faiz artırdı.
Bu ortamda TÜİK’in Şubat ayı işsizlik verileri açıklandı.
Bu verilere göre işsizlik oranı, yüzde 10,7 olarak gerçekleşti.
Bağlantılı olarak yeni açıklanan Sanayii verilerine bakalım:
Bloomberg’in anketine göre sanayideki yıllık üretim yüzde 7,5 beklenirken, gerçekleşme beklentilerin neredeyse iki katı olarak karşımıza çıktı. (Yüzde 13,3)
Bir rakam daha verelim.
2019’da, işsiz sayısı 4 milyon 650 bin kişi olarak ölçülürken, Şubat 2022’de bu sayı 3 milyon 579 milyon olarak açıklandı.
Bu durum, toplam işsiz sayısında bir milyonu aşan bir azalma olduğu anlamına geliyor.
İşsizliğin yüksek çıkması, ekonomik durgunluk anlamına gelir.
İnsanların evine ekmek götürememesinin getirdiği psikoloji ile, eve götürdüğü ekmeğin azalmış olmasının (Enflasyon nedeniyle satın alma gücünün düşmesi) getirdiği psikoloji aynı değildir.
Birinde yılgınlık, bedbinlik vardır.
Diğerinde tahammül etme çabası ön plana çıkar.
Türkiye’de muhalefet partileri ve muhalif kampta yer alan ekonomistler, ekonomide yaşanan sorunların sadece yönetim kaynaklı olduğu yönünde ortak bir dil kullanıyorlar.
Pandemi, savaş gibi faktörlerin belirleyici rolünü hiç dillendirmiyorlar.
Cari açık hedefini hani tutturamadınız diyorlar.
Ama bunun ekonomik performansla ilgisinin olmadığı, dışarıya bağımlı olduğumuz enerji maliyetlerindeki olağandışı artışlarla ilişkili olduğu gerçeğini örterek bunu dillendiriyorlar.
(Merkez Bankası verilerine göre Şubat ayında cari açık 5, 15 milyar dolar arttı. 12 aylık cari açık 21 milyar 845 milyon dolar oldu. Bu artışın tek gerekçesi doğalgaz, petrol fiyatlarındaki astronomik artışlar)
Geride kalan yaklaşık 4 aylık döneme baktığımızda, kur korumalı mevduat düzenlemesinin, kur şoklarının önüne geçtiğini net şekilde görebiliyoruz.
Bu arada iki kritik gelişme olmasına rağmen, doların frenlenebilmiş olması önem taşıyor.
1-24 Şubat’ta Ukrayna savaşının birden bire patlaması
2-FED’in beklenen faiz artışını uygulamaya başlaması.
Bir de şöyle düşünmek lazım:
Kur korumalı mevduat düzenlemesi hayata geçirilmemiş olsaydı, bu iki kritik gelişme karşısında dolar acaba nasıl bir refleks verirdi?