|
İstanbul’dan ‘haydi inşallah’ dedirten haberler geliyor

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, “59 ülkeden 25 bin Türk vatandaşının Ramazan ayını evlerinde geçirebilmeleri için büyük çaplı bir operasyon başlatıldığını” açıkladı.

Bu sıradan bir haber değil.

Arka planını biraz anlatayım.

Korona salgınının yayılmasıyla birlikte yurtdışında olup da hayatını kaybeden Türk vatandaşlarının sayısı 300’ü aştı.

Oran olarak bakıldığı takdirde, Türkiye’deki ölümlerin kat kat üstünde bir rakama tekabül ediyor bu durum.

Son bir aydır, yurtdışından özellikle Avrupa ülkelerinden dışişleri bakanlığına, Ak Parti yönetimine telefonlar yağıyordu.

“Ne olur, uçak gönderin bizi buradan kurtarın” diye.

HASTAYIM NEFES ALAMIYORUM DİYENLERE MORARMA VAR MI DİYE SORUYORLARMIŞ

Ak Parti yönetiminden bu taleplere muhatap olan bir genel başkan yardımcısı ile konuştum.

Şöyle şeyler anlattı:

“Fransa’dan arayan Türkler hastanelere kabul edilmediklerini söylüyorlar. Telefon ettiklerinde hastaneden “Evde kalın, gelmeyin” diye cevap veriyorlarmış. “Morarma var mı” diye sorular soruluyormuş.”

Morarma hali, nefes alıp vermekte ciddi sıkıntıların olması halinde ortaya çıkar.

Ama bu sözlerden anladığımız kadarıyla Fransa’nın sağlık sistemi için nefes alıp vermekte güçlük çekmek yetmiyor.

Bu sıkıntı morarma ile sonuçlanacak ki, dönüp yüzünüze baksınlar.

İSTANBUL’DAKİ HASTANELERDEN GELEN HABERLER UMUT VERİCİ

Sağlık Bakan Fahrettin Koca, Salı günü yaptığı basın toplantısında Kovid-19 mücadelesiyle ilgili umut verici açıklamalarda bulunmuştu.

En önemli tespiti şuydu:

“Salgının yayılma hızı düşmeye başladı.”

Sağlık Bakanı’nın bu sözlerini sadece rakamlar değil, hastanelerde fiilen görev yürüten sağlık çalışanlarından gelen mesajlar da teyit ediyor.

İstanbul’da eşiyle birlikte bu mücadelenin tam ortasında yer alan bir doktorun kendi çevresine yazılı olarak anlattığı, bir milletvekili üzerinden bize ulaşan metinden bazı paylaşımlar yapalım:

-Malum, salgının en yoğun yaşandığı kent İstanbul. Açıklanan rakamların yüzde 60’ı İstanbul’a ait. Biz de eşimle İstanbul’da görevdeyiz. Eşim İstanbul’un en yoğun pandemi hastanelerinden biri olan Kanuni EAH’de çalışıyor. Ayda 11 Covid-19 nöbeti var.

-İlk kez dün geceki Covid-19 nöbetinde birkaç dakika da olsa ara verebilmiş. Ama buna rağmen sabah eve geldiğinde yürüyecek hali kalmamıştı. Çünkü bu koruyucu ekipmanlar nefessiz bırakıyor insanı.

-Geçen haftaki nöbetlerinde 4 saatlik bir periyotta 80 hasta bakıyordu. Dün gece ise bu yarı yarıya azalmış. Ama daha da önemlisi önceki hastaların hemen hepsinde akciğer tutulumu var iken şimdi bu da azalmış.

-Yani hem vakaların sayısı azalıyor hem de şiddeti. Zaten bu durum bakanlığın açıkladığı verilerde de görülüyor.

İstanbul için bir tür ‘saha raporu’ olarak kabul edebileceğimiz bu metinde, elde edilen bu başarının gerekçelerine dair bir takım değerlendirmeler de var.

Dikkat çekici bulduğum için o değerlendirmeleri de özet halinde aktarayım:

-Vaka sayısındaki baskılanma tabi ki izolasyon önlemlerine bağlı. Ama tedavideki başarının sırrı Türkiye’nin kendi deneyimlerini devreye sokması, yani kendi algoritmasını geliştirmesinden kaynaklanıyor.

-İlk vakalarda mecburen biz de Çin deneyimlerini dikkate aldık. Çünkü başka çaremiz yoktu. Ama ilk 1-2 hafta sonra kendi tecrübelerimize dayanarak kendi algoritmamızı geliştirdik. Bakanlık neredeyse her hafta algoritmayı yeniledi. Ve böylece dünyadaki diğer uygulamalardan oldukça farklı/ayrışık bir tedavi protokolümüz oldu. Sonuçlarını da alıyoruz.

Sözünü ettiğim ‘saha raporunda’ korona tedavisinde nasıl bir strateji uygulandığına dair uzun bir liste de var.

Kalan yerimiz 4 başlığı kullanmamıza izin verdiği için o kadarını aktaralım:

1-Hidroksiklorokin tedavisine hastalığın çok erken döneminde başlandı. Tabi bunu yapabilmek için de yeterince ilacınızın olması gerekiyordu. Ve erken davranarak yeterince ilaç stoklamıştık.

2-Favipravir tedavisine virüsün replikasyon zamanında yani hastalık iyice ağırlaşmadan -yoğun bakım ihtiyacı ortaya çıkmadan- başladık. Oysa ilk uygulamalarda bu böyle değildi. Ve diğer ülkelerde hala böyle değil. Hastalık ağırlaşınca veriliyor ama o zaman da etkisi fazla olmuyor.

3-Yoğun bakımdaki hastalarda erken entübasyondan (invaziv ventilasyondan) vazgeçtik. Çünkü bunun hastalığın seyrini çok değiştirmediğini gözlemledik. Bunun yerine non-invaziv ventilason -CPAP dediğimiz sürekli pozitif basınçlı hava yolu- tekniğine geçtik. Böylece invaziv ventilasyonun oluşturduğu akciğer hasarlarını da önlemiş olduk.

4-Ve belki de en önemlisi hastalığın tanımlandığı gibi tipik bir ARDS tablosu olmadığını, koagülopati (pıhtılaşma bozukluğu) gibi ilave problemlerin de meydana geldiğini ve hastaların bu nedenle de kaybedildiğini gözlemledik. Dolayısıyla antikoagülan ilaçları da algoritmamıza eklemiş olduk.

Yazıyı, bir çağrı ile bitirelim.

Bu haberlere sevinelim, ilerisi için umutlanalım ama gevşemeyelim. Gevşersek çok kötü çarpılabiliriz. İyi haberlerle moral bulalım ama bu iyi haberler, tehlike geçti rehavetine yol açmasın!

#Yoğun Bakım
#İstanbul
#Koronavirüs
4 yıl önce
İstanbul’dan ‘haydi inşallah’ dedirten haberler geliyor
İhlas kavramı ve Bursevî’nin harika bir yorumu
Fevzi Çakmak’ın Ankara’ya gelişi ve resmî tarihi tarihe gömen tarihî Meclis konuşması
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı