|
“Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor”

Süreleri ne kadar kısaltılmış, rahatı ve güvenliği ne kadar iyi sağlanmış olursa olsun, yolun zahmeti, yoruculuğu bâkîdir. Buna rağmen, seyyah büyüklerimizden öğrendiğimiz şudur ki, yolun zahmetini, yoruculuğunu makul hale getirmek de her zaman mümkündür:

Seyahatte maksat, seyahatten öne gelir.

Eğer bu maksat, örneğin İbn
Battûta
’nınki gibi el-Milel ve’n-nihal’e dair bilgilerin keşfini ve derlenmesini yapmak,
Evliya Çelebi’
ninki gibi tarihi eserlerin ve gündelik hayatın içinde aktığı hamam, medrese, bedesten, kervansaraylar vb. sosyal yapıların envanterlerini çıkarmak ise, seyahat imkanı olmayanlara hizmet veya devlet yöneticilerinin bilgilerini tahkim etme esasında son derece makul ve makbul hale gelir.

Bunları sağlayanlar, seyahatten zevk almasının ötesinde, mekan, zaman ve hayat ile ilgili bilgileri tedavüle sokmakla haklı bir sevinci ve özel bir şerefi kazanırlar.

Konuya bu perspektiften bakmakla, turistliği paranteze aldığımı belirterek, bizim zamanımızda, CHP’nin Osmanlı’yı unutturmak için, bin yıllık Anadolu tarihini ve eserlerini de yok etme çabasına bir itiraz olarak gelişen seyyahlığın, asil üç maksadını daha bildirmem gerekir:

1-Tarihi bilgiler eşliğinde kayıp coğrafyamızın sınırlarını belirlemek,

2-O coğrafyadaki isimleri, eserleri ve hayatları bir
sıla-i rahim
şuuruyla bizzat tanımak ve tanıtmak,

3-Günümüz müstaz’aflarını, çok zor şatlarda yaşadıkları mekanlarla birlikte görünürlüğe çıkarmak.

Birincisi için
Akif Emre
’nin, ikincisi için
Ayhan Demir
’in ilgili çalışmalarını, üçüncüsü için de
Abdullah Kibritçi
’nin
Katmandu’
ya
Yol Arkadaşı Aranıyor
(Ketebe Yayınları, İstanbul 2021) adlı çalışmasını örnek olarak verebilirim.

Bu manada seyahatin, doğrudan bir maksada bitişik olarak gerçekleştirilmesinin, kendi kendini görevlendirme işi olduğunu, kendiliğinden ortaya çıkan bu yönelimin ya da seçimin de kişinin doğrudan mizacına ve paradigmasına tabi bulunduğunu düşünüyorum.

Nitekim tarihi eserlerin, eski camilerin, kiliselerin, bin yıllık buluntuların veya müzelerin ilgisini çekmediğini, “aksine insanın hâlâ içinde yaşadığı, gündelik hayatını geçirdiği, yaşayan mekanlar...”dan oralardaki canlı sahneler ve devam eden hayatlar nedeniyle büyülendiğini; bu yüzden “Hikayenin içine girmek, ona şahit olmak ve bazen de bir parçası olmak”... maksadıyla “sokağın güçlü olduğu” Asya ülkelerini adımlamayı seçtiğini söyleyen
Kibritçi
, bu bakış, niyet ve çabasından oluşan yazılarını da şöyle çerçeveliyor:

“Sekiz yıl boyunca, yardım çalışmaları yapmak ve belgesel çekmek için yaklaşık otuz ülkeye seyahat ettim. Bazı ülkelere defalarca gittim. Neredeyse her yolculukta başka hayatların, bambaşka hikayelerin peşine düştüm. Yaptığım seyahatlerin çoğu, gidilmesi güç, çalışması zor bölgelereydi. Daha çocuk yaştayken başlayan yol tutkum, beni dünyanın en ücra köşelerine taşıdı; hayal dahi edemeyeceğim yerlere götürdü.

Kaderimin böyle yazılmış olması ve yolda gördüklerim beni defalarca hayrete düşürdü. Madem nasibim böyleydi, ben de uzaklarda yaşayan insanların hikayesini anlatmayı görev bildim. Hem böylece, şahit olarak üzerime aldığım sorumluluk paylaşılmış olacak, yüküm kısmen hafifleyecektir.” (Yolda Anlatırım)

Öte yandan, Akif Emre’nin, bugünkü İspanya’nın
Endülüs
Eyaleti’ndeki
Granada
şehrine bağlı bir belde olan
Otívar
’ın dağ köylerinden birinde rastladığı, Arapça hatlı bir parçacık mezar taşını anlatırken yaşadığı heyecana şahitlik eden biri olarak,
seyahatte maksadın değeri
ne tekrar vurgu yapmak istiyorum.
Buna göre, yukarıda da zikrettiğim gibi, Kibritçi’nin kelimeleriyle
nasip
, şahitlik,
sorumluluk
ve
görevini ifa
etmenin rahatlığı, herkeste aynı ilgiyle ve aynı düzeyde tezahür etmiyor.
Kendi adıma, Kibritçi’nin
Tozlar Ülkesi
olarak nitelediği Afganistan’ın
Herat
şehrine,
el-Herevî
’nin tekke ve merkadı başta olmak üzere, orada medfun olan diğer mutasavvıfların, âlimlerin ve felsefecilerin mezarlarını ziyaret etmek için gittiğimde,
Taliban
tarafından
Iktyaruddin Kalesi
’nde bir gecede yok edilen yüzlerce kadının hikayesi dinlemekle kahrolmuş ve bu tür hikayelere karşı kendimi âdeta kapatmıştım.

Sonuç olarak fotoğrafçılık saikiyle de olsa seyahat etmeyi seven kardeşlerime diyeceğim şudur:

Bir Müslümana salt fotoğrafçı ve turist sıfatıyla seyahat etmek yakışmaz! En başta, seyahat maksadınızı çok iyi belirleyerek yola çıkınız ki zamanınız, emeğiniz önce Rabbimiz’in nezdinde zayi olmasın.

Bunu, o güzel eserinden hareketle şimdi iletmeme vesile olan
Abdullah Kibritçi
kardeşime teşekkür ediyorum.
#Abdullah Kibritçi
#Taliban
#Iktyaruddin Kalesi
#Afganistan
#el-Herevî
#Endülüs
#Akif Emre
#Granada
3 yıl önce
“Katmandu’ya Yol Arkadaşı Aranıyor”
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler
Gazze ışığında üniversitenin misyonu