Kitapla yaşamak bir sevdadır.
Halil’in metnini görünürlüğe taşıyan bir unsur da Aslan’ın İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi olmasıyla deprem felaketine Malatya’da maruz kalmasıdır.
Halil, “Kitapsever ve koleksiyoner” olarak nitelediği Aslan’ın depremi aile efradıyla ve hekim olması nedeniyle de hastalarıyla birlikte yaşadığına dikkat çekerek, onun “Elbette ilk önce ailemizin, akrabalarımızın, arkadaşlarımızın, hastalarımızın yardımına koştuk. O an da kitaplar aklıma bile gelmedi” sözünü naklettikten sonra katı bir hakikat olarak karşımıza çıkan şu soruyu soruyor: “Peki ya sonra?”
“Bile”nin kitap esaslı bir vurgu olduğu malumdur ancak bu öyle bir “bile” ki, Aslan’ın kitap sevdasıyla yoğrulan hayatının tümünü kapsıyor. Halil şöyle dile getirmiş bu derin ilişkiyi:
“Aslan’ın doğup büyüdüğü evde bir kütüphane yoktu. Kitap okuma serüveninin başlangıcını okul ve arkadaş çevresinin etkisine bağlıyor. İlkokul yıllarında babasının verdiği harçlıklarla maalesef son depremde yıkılan Yeni Cami’deki yer sergisinden kitaplar alıyordu. Aldığı kitabı hemen o gün okuyor, ertesi günkü harçlığıyla bir tane daha alıyordu. Biriktirme serüveni tâ o yıllara dayanıyor yani.
Bir başka kitap kaynağı da arkadaşının abisinin ilçedeki kitapçıdan ödünç aldığı yeni kitaplar. Yalnız bu kitaplar 45 derecelik bir açıyla tutularak okunuyor. Çünkü okunduktan sonra kitapçıya yıpranmamış şekilde iade edilecek.
İlkokul, ortaokul, lise derken okuma ve biriktirme serüveni İstanbul, Cerrahpaşa’daki tıp eğitimi sürecinde de devam eder. Bu yıllarda bir taraftan düşünce ve edebiyat alanında kitaplar okur (…) Üniversite son sınıfta evlendiğinde kaldığı öğrenci evinden kitaplarını ve onları dizdiği 4-5 rafı alıp çıkacaktır.”
Bu 4, 5 raftan Aslan’ın sadece kendi gayretleriyle 100 bini aşkın kitabı –önemli bir bölümü yazarlarınca imzalı– ve süreli yayını ihtiva eden “şahsi” bir kütüphaneye erişmesinin hikayesi ise daha da ilginç. Üstelik bu, Aslan’ın kitapsever ve koleksiyoner olmasının berisinde çok iyi bir okur olması bakımından özenle seçilerek oluşturulmuş bir kütüphane.
Halil, hikâyenin bu kısmını şöyle özetlemiş:
“Aslan, 2000’lerden sonra kitabı artık bir ‘nesne’ olarak da toplamak istedi. Artık bir hedefi de vardı: Edebiyat, sanat, felsefe, fikir ve kültür alanlarında kitap ve dergilerden oluşan büyük bir kütüphane kurmak. Yolunun nereden geçeceği de belliydi: Sahaflar… Malatya’dan İstanbul’a ya da Ankara’ya gittiğinde bazen 10 koli bazen 40 koli kitapla dönüyordu. İnternetten satış yapan sahaflar da daima takibindeydi. Sayı günden güne arttı. Kendi evi ve ofisi yetmedi kitaplara, dergilere. Annesinin evinde de yer açtı kendine. O da yetmeyince yeni bir kiralık ev tuttu. Bir aşamadan sonra kütüphanesinin hacim olarak değil nitelik olarak büyümesi gerektiğini düşünerek Osmanlıca ve imzalı kitaplar almaya karar verdi. Kısa sürede 100 binin üzerinde ulaşan kitap ve süreli yayından oluşan bir kütüphane kurdu.”
“Peki ya sonra?” sorusuna gelince…
Aslan, “Bu deprem bende büyük bir zihinsel dönüşüme yol açtı. Ben kitabı hayatının merkezine koyan biriydim. Her şeyi yeniden düşüneceğim hayata dair. Kitap da bundan payını alacak elbette” demiş.
Farklı ve çarpıcı yorumlara açık bir beyan… Aslan’ı tanıyan biri olarak benim bu beyana karşı verdiğim ilk tepki:
Aslan’ın aklından da böyle geçtiğini sanıyorum ama bunun açıklamasına bir köşe yazısı değil ciltler yetmez, ciltler!