|
‘Mücevheri domuzun boynuna takmayın!’

Düşmanlık olgusundan ve buna tabi olaylardan kaynaklanan aslî bir gündemimiz var.

ABD’nin Yunanistan ve Bulgaristan’da açtığı silahları Türkiye’ye çevrilmiş askeri üslerden ve Irak – Suriye’de başta PKK olmak üzere terör örgütlerine verdiği silahlardan, Ukrayna-Rus savaşı nedeniyle Karadeniz’e döşenen mayınlardan, İngilizlerin Akdeniz’de kaynatmaya çalıştığı fitneden, Fransa’nın AB içinde tek başına yürüttüğü İslamofobya’dan, Ermenilerin İran’ın tahrikiyle yaptığı silahlı kalkışmalardan, İsrail’in ABD ve dostları tarafından dışarıdan ve içeriden kuşatılmak istenen Türkiye’yi kendi kucağına oturtma çabasından, sömürgecilerin Hindistan, Yemen, Libya, Somali, Doğu Türkistan’daki zulümlerinden… kaynaklanan düşmanlıklara karşı bir hayat-memat bir beka meselesi olan, bir varlık beyanını zorunlu kılan aslî bir gündem…

Bu aslî gündem, düşmanlık olgusunun hayatta yerleşik bulunması nedeniyle, aynı düzeyde devam edecek, zamana ve şartlara tabi olarak sadece isimleri ve mekanları değişecektir. Bu manada aslî gündemden kastedilen korku içinde yaşamak değildir, bilakis korkulana uğramamak için uykuda birle azami uyanık olmaktır.

Hal böyleyken Türkiye insanından beklenecek olan da asil bir tutumla / duruşla bu asliyet içinde yer alması, bu bağlamdaki büyük gerçeklerin görülmesine ve anlaşılmasına mani olabilecek suni gündemlerin yaratılmasına yol açmaması, bu yönde gayret gösterenlerin değirmenlerine bilerek ya da bilmeyerek su taşımamasıdır.

Son günlerde birkaç sahne ve siyaset soytarısının sergiledikleri öğretilmiş söz ve eylemlere karşı gösterilen tepkileri zikrettiğim aslî gündem ve muhtemel olumsuzluk esasında değerlendirmeye çalışıyorum.

Mezkûr asil duruşunun mensuplarından beklenilebilecek ilk şey, şanlı ve şaşaalı geçmişle övünmeyi bir kenara bırakıp, kendi zaman ve şartlarına uygun toplumsal – siyasal bir vakar içinde olmaları, sosyal medyada ve ilgili sair alanlarda ayak takımıyla çekişmek, sürtüşmek, didişmek yerine kendi doğrularının altını çizmeye çalışmaları değil midir?

Zira atalardan devralınmış değerli bir yaşama mirası elbette vardır ancak bu miras salt övünmeyle yeni hayata yedirilemeyeceği gibi, gündelik hayatın yeni gerekliliklerine göre dönüştürülerek, değiştirilerek pratiğe aktarılmadığı sürece bir kıymete de sahip olmayacaktır. Bu manada bir asil duruş sahibin atalarının hayat tecrübesinden hareketle inşa ettiği kendi varlık zemininden memnun olması, ahlak ve maneviyatı cihetinden kendi söz ve eylemlerinden mutmain olması, üç buçuk çakalın onun memnun ve mutmain olduklarına karşı saldırıda bulunmasıyla sarsılmaması, şaşkınlığa ve telaşa düşmemesi gerekmez mi?

İkinci olarak, kötü olanı bilmeyenin, iyi olanı bilemeyeceği hükmünden hareketle, kötünün kötülüğünü bilerek iyilikte karar kılan asil duruş sahibinin, kötülüğün Kızkulesi efsanesindeki gibi vuruldukça büyüyen bir meyve kurduna benzeyebileceğini, bu sebeple bir kötülüğün çoğu zaman aşırı tepkiyle ifşa edilerek değil, bilakis bir sukut suikastına uğratılarak dizginlenebileceğini düşünmesi gerekmez mi?

Kötülüğü ifşa etmenin diğer bir olumsuz yönü, mevcut toplumsal ve siyasal şartlarda bir maharet haline gelen cehaletin etkisiyle özgürlük, cesaret, kahramanlık, açık sözlülük, muhaliflik, devrimcilik vb. içeriği boşaltılarak anlamsızlaştırılmış, seviyesizleştirilmiş kimi terim ve terkiplerin, ona tam da bu içerik ve seviyede ihtiyaç duyanlara yakıştırılmasına sebep olmak doğru bir yönelim olabilir mi?

Hz. İsa’ya (a.s.) mal edilen şöyle bir söz vardır:

“Mücevheri domuzun boynuna takmayın!”

Yukarıda zikrettiğimiz özgürlük, cesaret, kahramanlık… vd. kelimeler, sözlüklerde hâlen bir değeri ifade ederlerken, cehaleti siyasi hırslarının süsü haline getirenlerin dilinde poplaşarak sıradanlaştırılmıştır. Bu anlam karmaşası içinde ilgili kelimelerin, sahnedeki fahişlikleri gereğince bir şarkıcının, şimdi siyasetçi olmuş bir kılıç artığının boyunlarına asılmasına sebep olmak reva mıdır?

Tasmaları kimin elinde olduğu belli olmayan benzer türdeki tiplerin, aynı olumsuzluktaki söz ve eylemlerine gösterilen aşırı tepkide ayak takımının diliyle mukabelede bulunmak, o tasmaları mücevherle değiştirmek, ite boncuk takmak değil midir?

Bir zalime küfretmek, bir şerefsize şerlenmek, havlayan köpeğe sus demek elbette haktır, ancak, yukarıda zikrettiğim asil gündemin korunması, tali sebeplerle geriye itilmemesi, unutturulmaması, süfli olanla değiştirilmemesi için, fazilet ve asalet sahiplerinin bu sıfatlarına uygun bir tepki göstermeleri zorunludur.

#ABD
#Yunanistan
#Fransa
#AB
2 yıl önce
‘Mücevheri domuzun boynuna takmayın!’
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî