|
Okumadan muaf olmak

Bu başlığı taşıyan yazımı 2017 yılının ocak ayında yazdığıma göre demek ki aradan altı yıl geçmiş.

Kültür işlerinin daha çok belediyelere havale edildiği mevcut siyasi ortamda, mahalli seçimlerin bir yenisine hazırlanırken bu yazıyı tekrar paylaşmak istedim.

“Okumak, her türlü bilme çabasını kapsayan bir kelimedir ve sadece akli varlığa (insana) mahsustur. 

Aklını, kalbini, halini okumak… şeklindeki fertten ferde yönelen bir fiili içerdiği gibi, âlem(ler)i hayatı, tabiatı, toplumu, hadisatı okumak… şeklindeki yönelimleri de içerir. 

Bunlardan dolayı, onun ilk nesnesi olarak aklımıza geliveren kitabın tanımı da genişler; okunabilme niteliği taşıyan her şey özel bir kitap olarak çıkar karşımıza. Arapça’daki ikra kelimesi de kastettiğimiz tüm okumaları ve dolayısıyla tüm kitapların (âlemi vd.) okunmasını ifade etmesi bakımından, örneğin İngilizce’deki reading (kitap okumak) kelimesine göre daha değerli ve öncelikli hale gelir. 

Bu değer ve önceliğin nedeni ise, onun aynı zamanda her şeriata göre farklılaşan bir okuma terbiyesine bitişik olmasındandır. 

Örneğin İslam Peygamberi’ne (ve ona inananlara) oku / ikra emrinin ‘Yaratan Rabbinin adıyla, oku’ şeklinde tamamlanması, İslam şeriatında okuma terbiyesinin önsel (ilk açılış) olduğunu gösterir. 

Burada önemli olan, okuma terbiyesine tabi olmaktır. Bu tabi oluştaki yol, yöntem ve formlar ise müminlerin mizaçlarına, istidatlarına, istihkaklarına ve ihtiyaçlarına göre çeşitlenir; bu çeşitliliğe göre gerçekleşen her bir okuma, birbirlerine eklenerek, hareketi itibariyle değişse de özü itibariyle asla ve asla değişmeyen bir okuma arketipinde tevhit olunur. 

Bu manada, medresede okumadıkları halde, şeyhlerinin ve kendi devirlerindeki ulemanın sohbetlerini dinlemek suretiyle, genel okumayı zevk etmiş bulunan Ebu’l Hasan Harakânî (v. 1033) ile Ubeydullah Ahrâr’ın (v. 1490) okurluğu hem aklî hem de zevkî ilmin her ikisinden de nasibi bol olan Ebu Hâmid el-Gazzalî’nin okurluğuna (v.1111), medrese ehli İbn Sînâ’nın (v. 1037) hikemiyat merkezli okurluğu, İbnü’l-Arabî’nin (v. 1240) keşfî okurluğuna eklenerek, İslamî okuma terbiyesinin deliline dönüşür.

Okumanın kendi zamanımızdaki durumundan, düzeyinden söz etmek istediğimizde ise olumsuz örneklerin ve şikayetçi bir dilin tutsağı olmamız neredeyse kaçınılmazdır. 

Öte yandan, o tutsak dil, İslam Peygamberi’nin muhatap olduğu ilk ilahî terbiyeden uzaklaşmayı tasvir etmeye iter ki, bu da her şeyden önce günahın söz dökülmesinden kaçınma edebiyle çelişir. 

Bu bakımdan söz konusu sorunu, okumaktan muaf olma hali olarak tanımlamayı tercih edip, onu kendi şahitliklerimden bir örnek vererek, şimdilik bir parantezin içine almakla yetiniyorum: 

Sanat Bizim Neyimize başlığı altında muhtelif yerlerde konuşmalar yaptım. 

Sanatın değerinin, farkının ve gerekliliğinin kolayca anlaşılmasını sağlamak için de Üstad Sezai Karakoç’un kimi şiirlerine yaslandım. 

Konuşmayı bitirdikten sonra, dinleyicilerin de tepkisizliğine bağlı olarak onlara Sezai Karakoç’un şiirlerini okuyup okumadıklarını sordum. Sonuç son derece vahimdi, çünkü yüz kişiden ancak biri veya ikisi okuduğunu söyleyebildi. 

Hal böyle olunca, benim açımdan okuma sorunuyla birlikte sözünü ettiğim konuşmalar da sorgulanır hale geldi. 

Belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri olmak bakımından çok bereketli(!) ancak dinleyici açısından kısır döngüye tabi, dolayısıyla bereketsiz bir işleyişin nesnelerinden biri olduğumu düşünmek beni çok rahatsız etti. 

Ortaya çıkan tablo özetle şu: Belli konularda zihin yorduğu sabit olan birini dinleyenlerin çok büyük bir çoğunluğu, hiçbir şey okumaksızın (zahmete girmeksizin) bilme tatminine ulaşıp, okumaktan öte düşünmekten de muaf ve ayrıca okumanın ve bilgilenmenin sadece matbu kitap merkezli olduğu yanılsamasıyla kendilerini genel okumaya da kapatmış bulunuyorlar. 

Elbette bir şeylere zihin yoranların, bunları başkalarına konuşarak (da) aktarmaları bir zorunluluktur. Ancak bilgi ihtiyaca tabidir ve muhtaçlık da bilgiyi veren ile alanın karşılıklı açıklığını gerektirir. Diğer bir ifadeyle, söyleyenle dinleyenin ihtiyaçlarının denkleşmesi gerekir. 

Söz konusu işleyişte ise konuşmacı, okumaktan muaf olana bilgi değil sadece malumat vermiş olur ki, malumat doğru bilginin perdesi ve boş sözlerin kuluçkasıdır. 

Yapılan şunca konferansa, sohbete, seminere, panele, atölyeye, sergiye… rağmen, hâlâ kültürlü bir nesil yetiştirememekten şikâyet edenlerin soruna bir de genel okuma terbiyesinin yitirilmesinden ve okumadan (düşünmeden) muaf olma halinin giderek yaygınlaşmasından bakmaları iyi olur sanıyorum.”

#Aktüel
#Kültür
#Edebiyat
#Ömer Lekesiz
1 yıl önce
Okumadan muaf olmak
Mermer atıklarının muhteşem geri dönüşümü
Rabbine hasım kesilen insan!
Sosyal çürüme yazıları 8: Sıkıntı yok cumhuriyeti
Belirsizlik ‘algılamayı’ öldürür
Reisi’nin manidar ölümü