|
Aydınlatan cumhuriyet ile şımartan demokrasi ve Türkiye Yüzyılı’na TOGG ile giriş yapmak
Fransa’nın ünlü solcularından ve
Mitterand
’ın önemli danışmalarından
Régis Debray
’ın cumhuriyetle demokrasi arasında yaptığı ilginç bir karşılaştırma var. Der ki
Debray
: “Cumhuriyet çocukta insanı arar ve çocuğu ortadan kaldırmak pahasına onda yalnızca büyümesi gereken şeye hitap eder.
Demokrasi ise insanda çocuğu şımartır.
Çünkü o ona yetişkin muamelesi yaparsa onu sıkacağından korkar.
Öğrencinin yetişmesini isteyen cumhuriyetçi hiçbir çocuğun çocuk olarak hayranlık verici olmadığını söyler.
Demokrat ise sonuçta kocaman çocuklar oldukları için bütün insanların sevimli olduğunu düşünür. Bu daha kaba bir biçimde şöyle de ifade edilebilir:
Cumhuriyet çocukları sevmez. Demokrasi ise yetişkinlere saygı göstermez”
Dün itibariyle 99. yılına vasıl olduğumuz, idrak ettiğimiz cumhuriyet hakkında söylenenler beni yine cumhuriyetin kuruluşunun 75. yılında söylenenlere götürdü. Müthiş ikonofrafi gösterilerinin eşliğinde otelle, atletik vücutlarla, saban yerine traktörle özdeşleştirilen
cumhuriyetin 75. yılı tam da tek partili yılların ruhuna davetiye çıkarmış da bu davete 28 Şubat darbesi olarak icabet etmiş gibi kutlanıyordu.
Cumhuriyetin 75. yılı yani 24 yıl önce cumhuriyetin anlamı, fazilet boyutu ve Türkiye’deki uygulamaları üzerine,
Tezkire dergisi
nde yazdıklarımı hatırladım.
Debray
’ın sözlerini aktararak şöyle demişim:

“Bu karşılaştırmadan hareket edecek olursak, hem cumhuriyette hem de demokraside insanın yetişkin haliyle çocuk halinin ne olduğu konusunda teslim edilmiş bir bilgi varmış gibi görünüyor. Gerçekten de öyleyse aslında ne cumhuriyetin yetişkin insanı kurma biçiminde ne de demokrasinin çocuğu şımartan tutumunda bir sorunun çıkmaması gerekirdi. Oysa sorun tam da bu noktada çıkmaktadır. Denilebilir ki, cumhuriyetin içerdiği bütün meşruiyet sorunları cumhuru temsilen hükümet eden güçlerin bizzat kendi yetişkinliklerinden başlayarak, hükümet ettikleri topluma isnad ettikleri yetişkinlik standardı konusunda vatandaşlarını yeterince iknâ edememelerinden kaynaklanmaktadır. İnsanın çocukluk ve yetişkinlik hâlinin ne olduğu konusundaki kendinden-eminlik, giderek hakedilmemişliği her gün günyüzüne daha da çıkan kesinlik duygusunun karşılığı meşruiyet bunalımı olmaktadır.

Tabiî ki, bu tabloya
cumhuriyetle idare edildiği söylenen dünyadaki yaklaşık yüz ülkenin hepsindeki çeşitlilik katıldığında, cumhuriyetin bir toplumsal yapıya veya o yapının idare anlayışına, halkın iradesini temsil anlamında, fazladan ne kattığı da
ciddi bir soru haline geliyor. Sözkonusu çeşitlilikte tek kişilik sınırsız bir diktatörlükten tutun da bir partinin veya bir zümrenin hakimiyetine, çoğulcu bir toplum yapısından, çok partili parlamenter bir rejime kadar yayılabilen genişçe bir yelpaze var. Bugün
Baas rejimleri
nin de bir çeşit cumhuriyet olduklarını ve genellikle halklarının çok küçük bir azınlığına dayandıkları veya 90’lara girerken geride bıraktığımız
Doğu Bloku
ülkelerinin hepsinin de birer cumhuriyet oldukları ve halkın bütün temsilinin hasbelkader devrim işini deruhte etmiş bir politbüronun iradesine indirgenmiş olduğu da ayrı bir gerçek.
Bu durumda gerçekten de cumhuriyetin bir yönetime fazladan ne kattığı konusunda ciddi bir bulanıklığın var olmaması düşünülemezdi.”
Bugün çok daha farklı siyasi pratikler, mesela AK Parti’nin 20 yıllık iktidarı eşliğinde tablonun yeterince netleşmiş olmasının özgüveniyle rahatlıkla şunu söyleyebiliyoruz.
Demokrasiyle, hem de sözde değil, pratiğiyle, ölçüleriyle, hukukuyla ve insan haklarıyla birlikte bir demokrasiyle taçlanmadığı sürece cumhuriyetin hiçbir anlamı ve değeri yoktur.
Kendi halkına rağmen bir cumhuriyetin bazı diktatörlükleri ele güne karşı zevahiri kurtarma adına meşrulaştırmaktan başka bir anlamı yoktur.
Bugün kendi halkına karşı kimyasal silahlar kullanarak katleden Esad’ın Baas rejimi de bir cumhuriyet, Saddam’ın diktatörlüğü de bir cumhuriyet, Ortadoğu’da halklarına dünyada cehennemi yaşatan diktatörler de.
Buna mukabil
İngiltere, İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika
gibi Türkiye Cumhuriyeti için
“Çağdaş Uygarlığın”
temsilcisi sayılan ülkelerde
monarşiler
hakimdir. O yüzden cumhuriyet tek başına değil ancak gerçek bir demokrasiyle buluşabilirse değerli olabilir ve halkın temsilcisi olma iddiası geçerli olabilir.
Cumhuriyetçilik adına halkına karşı büyüklük yapıp, halkını çocuk yerine koyan Jakoben zihniyetin cumhuriyeti kutlama adına bir laf kalabalığından başka bir şey yaptığı görülmedi.
Oysa 1950 yılından itibaren, demokrasiyle buluşmasıyla birlikte halk devreye girdiği andan itibaren cumhuriyet gerçek anlamına doğru yol almaya başladı.
AK Parti’nin daha önce başbakan,
8 yıldır da Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde cumhuriyetin her kuruluş yıl dönümünde devasa kalkınma veya demokratikleşme projeleriyle halkın karşısına çıkmasının özel bir anlamı var elbet.
Cumhuriyet alkışla ve lafla idrak edilmez. Cumhuriyetin hak ettiği anlam ancak yöneticilerin cumhura, halka saygı duyması, hizmeti ve kalkınma projeleriyle, vizyoner ama gerçekçi iddialarıyla gösterilebilir.
20 yıldır tek başına iktidarda olduğu halde, Cumhurbaşkanı’nın hiçbir yorgunluk emaresi sergilemeden, ilk günkü heyecanla, yenilikle, tazelikle takdim ettiği vizyon, bana göre muhtevasının da çok ötesinde büyük bir olaydır.
Dünyanın önemli ülkelerinin, Avrupa’nın ciddi ekonomik resesyonun ve siyasi krizlerin cenderesinde bocaladığı günümüzde 20 yıllık bir iktidar tecrübesine sinmesi beklenen yorgunluk veya bezginlikten uzak, halkına umut ve heyecanla seslenebilmek büyük bir meziyet elbet.
Ama bir ülkenin dünyadaki böylesi bir krizin içinden böyle bir liderliğe sahip olması da ayrı bir imkân ve avantaj.
Güçlü liderliğin en büyük sosyal sermaye kaynağı olduğu sosyolojik bir gerçektir.
Ülkelerin güçlü maddi sermaye varlıklarından çok daha önemlisi böylesi bir sosyal sermayeye, motivasyona, umut ve heyecana sahip olmaları.
Bugün elbette yaşanmakta olan ve bolca konuşulan bazı ekonomik zorluklara rağmen, bu zorlukların üstesinden gelinebileceğine dair güçlü bir iddiası ve
bu iddiayı lafta kalmaktan öteye taşıyabileceğine dair itimat telkin eden bir liderliği var Türkiye’nin.
O liderin Türkiye’nin ilk yerli, ama aynı zamanda geleceğin dünyasının en ileri teknolojisini de temsil eden otomobili
TOGG’un direksiyonunda yaptığı giriş
, sembolik olarak tam da bu hikâyeyi, telkin ettiği yüksek itimatla, umutla temsil ediyor.
#Togg
#Cumhuriyet
#Demokrasi
#Régis Debray
#AK Parti
2 yıl önce
Aydınlatan cumhuriyet ile şımartan demokrasi ve Türkiye Yüzyılı’na TOGG ile giriş yapmak
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…
Ankara’da vekâletler çekişmesi
Kibirleri boyunlarını aşan muhterisler kim?