|
Hz. İbrahim, umut ve kurban

Kurbanı, Hz. İbrahim’in yaşadığı bir tecrübeyi, bir imtihanı örnek kılarak ebedileştiren ve bize bu tecrübenin bir zikrini daha yaşatana hamdolsun. Kurban’ı kesilip dağıtılan etler mesabesine indirmemenin, onu salt Allah’a olan kulluğumuzun bir vesilesi kılmanın bir yolu da İbrahim ile çağdaş olmak, onunla hemhal olmak, tabii bunun için herşeyden önce onu anlamaya çalışmaktır.

Onu anlama çabasında Müslümanların kuşkusuz çok güzel çabaları var. Bugün farklı bir yerden bir anlama çabasıyla başbaşa bırakmak isterim. Ünlü Katolik radikal hermenötikçi
John D. Caputo
’nun Hz. İbrahim’in genel tecrübesini umut ilkesiyle bağdaştıran, o açıdan anlamaya çalışan güzel bir metnini Tezkire dergisinin son sayısı için çevirdim. Oradan konuyla ilgili anlamlı bir parçayı bayramlık olarak olduğu gibi aktarıyorum:
UMUDA KARŞI UMUT
Mümkünün uzmanlarının makul umutları vardır.
Umutları o kadar gerçeklere dayanır ki, işlerin iyi gideceğine dair her tür makul beklentiye sahip olabilirler. Doktor hastalığın en erken aşamalarında teşhis edildiğini ve tam bir iyileşme beklediğini söyler. Daha önce bu tür birçok vakayı iyileştirmiştir ve sonuç hemen hemen her zaman olumlu olmuştur. Gelecek arkasındaki geçmişin bütün ağırlığını taşır; olayların akışı neredeyse kaçınılmaz görünür. Bu umudun en asgarisiyle umut ve azamisiyle makul bir beklenti olmasıdır.
Yani “gelecek şimdi”, şimdiye dayanarak görüp tadabildiğim bir gelecek, güçlü bir biçimde tahmin edilebildiği için pratik olarak zaten gerçekleşmiş bir gelecek.
Mümkün olan herşeyi, gücüm dahilinde olan herşeyi, geleceğin tam da planladığım gibi gerçekleşmesi için yapmışım. Hisse senetlerinin fiyatlarını aldıkları iyi haberlere dayanarak, mesela Federal Rezerv Kurulu’nun faiz oranlarını düşüreceği beklentisine dayanarak düşüren hisse komisyoncuları için “gelecek” nedir bir düşünelim. Kuruldan beklenen eylem gerçekten meydana geldiğinde, hisselere hiçbir şeyin olmaması durumunda, gelecek eylemi zaten fiyatın içinde inşa edilmiş durumdadır.
Fakat imkansızın tecrübesinde, bütün bu makul hesap bozulur ve şeyler umutsuz görünür: Hastalık çok fazla yayılmıştır ve zaman içinde tedavisi gerçekleşmemiştir ve hasta için hiç umut yoktur.
Fakat umut tam da bu kasvetli ve umutsuz zamanlarda gerekli değil midir? Umut ancak her şeyin umutsuz göründüğü ve umut etmenin çılgınca bir şey gibi göründüğü zaman umut değil midir? Umudun fırtınalı sularını cesaretlendirmeye ihtiyaç duyduğumuz zaman değil midir umudun riskini üstlenişimiz, yani bir tecrübenin ne anlama geldiğini hatırlamamız?
Bu en azından hisse komisyoncuları veya Aristo’nun rasyonel ve bilgin öngörülülüğü değil hepimizin babası olan Hz. İbrahim’in görüşüdür. Hz. İbrahim, hisse borsası veya hesaplı öngörünün babası olarak değil, umudun babası olarak hatırlanır. Hz. İbrahim tam da umutsuz kaldığında, bedeni neredeyse ölüme yaklaştığında, yaklaşık yüz yaşına geldiği, Sara’nın bedeni de kısır kaldığında nesillerin babası olacağına dair Rabbin vaadine güvendi.
Bunun imkânsız olduğuna tam anlamıyla kani olduğu için Hz. İbrahim umut etmeye devam etti, Aziz Paul’un “umuda karşı umut”
(Rom. 4:18) dediği noktaya kadar.
Umut ancak insan umuda karşı umut ettiğinde umuttur, ancak durum umutsuz olduğunda. Umut, ancak umut etmenin imkansız olduğu noktaya ilk yöneltildiğimizde umudun tam gücüne sahiptir –ve işte o zaman umuda karşı umut ederiz,
tıpkı imanın inanılmaz karşısında iman olduğu gibi.
Umut, ortada umut olmadığı halde, yapabileceğim tek şey umudu canlı tutmaya çalışmak olduğunda umuttur.

Umut yok, bunu biliyorum ve buna ikna oldum, ama yine de umuyorum. Sadece imkânsızlık, imanın ve umudun en yüksek potansiyelini gerçekleştirimini sağlayacaktır. Mümkünün uzmanları çoktan arka kapıdan çıkmış olacaklar.

Fakat Hz. İbrahim durum umutsuz olduğunda neden umutlanmaya devam etti? Çünkü “Tanrı vaat etmiş olduğunu yapabilecek güçteydi.”
(Rom. 4:21). Çünkü
Tanrı’nın adı imkansızın mümkün olmasının adıdır.
‘Tanrı’nın ismini “umudu canlı tutmak’” için çağırırız, Jesse Jackson’un dediği gibi –‘Tanrı’nın adı Jackson ve Martin Luther King için, Ghandi ve Dietrich Bonhoeffer için, Nelson Mandela ve Rahip Tutu için umudun adıdır- geleceği açık tutmak için, hatta bütün kapılar kapandığı zaman bile. Bir çıkış kapısı, gidecek bir yol bulamadığımız zaman, Aristoteles’in tahayyül edebildiğinden daha eksiksiz ve kapsamlı bir açmaz içinde sıkışıp kaldığımızda umuda ihtiyaç duyarız.
‘Tanrı’nın adı umudumuzun adıdır, zayıflığımız ve umutsuzluğumuza adım atan güç. Çünkü “Tanrı bizden yanaysa, kimdir bize karşı olan?”
(rom 8:31).
Aziz Paul der ki
“görünen umut umut değildir. Çünkü gördüğü şeyi kim umut eder?
Fakat görmediğimiz şeyi umut edersek, sabırla bekleriz” (Rom, 8:24-25). Şayet umut kesinlikle görünmeyenle alakalıysa, o zaman en yüksek gerçekleştirimi içinde, görünmeyenle değil öngörülebilenle ilgilenir,
fakat mutlak olarak öngörülemeyenle, yani borsa simsarının “müstakbel-şimdi” sinden daha radikal ve “mutlak” bir gelecek oluşturur.

Gelecek az veya çok planlanmış ve öngörülebilir olduğunda, zaman, hedefe yönelik olarak rutin ilerleme kaydeden, gelecekteki noktaya yönelik olarak ümitlenmeye daha yakın ve giderek daha yakın kenarlara çıkan belirli bir yaklaşım süreci haline gelir. Sonra artan beklentilerle dolarız. Ancak, en yüksek potansiyeline doğru itilmiş umut, bundan daha kördür, bundan daha açık uçludur ve yolunu göremez.

Umut, geleceğin neler barındırdığını veya işlerin nasıl döneceğini tahayyül edemez ve beklenmedik bir şey olduğunda, bunun imkânsız olduğu halde, nasıl mümkün olabildiğini merak etmekle başbaşa kalırız.
Bu yüzden, ‘Tanrı’nın adı imkânsız olanın tecrübesiyle bağlantılı olduğu sürece, aynı zamanda başka bir zaman tecrübesine ve mutlak bir geleceğin belirli bir fenomenolojisine açılır.
‘Tanrı’nın adı, bir mutlak beklenti ufkunun, koşulsuz umut ufkunun adıdır.
Daha doğrusu,
‘Tanrı’nın adı ufuk değil, görünüşte umut yokken, ufukta umut yokken ufkun ötesinde kalan umuttur.
‘Tanrı’nın adı kapalı ufuklar açar, geleceğin öngörülebilirliğini kesintiye uğratır. Her yanımızdan kuşatıcı bir ufukla ümitsizlik içinde sarıldığımızda, nereye döneceğimizi göremediğimizde, işte o zaman ‘Tanrı’ya döneriz.

Bütün ihtimaller altüst olmuşsa, işte o zaman sadece ‘Tanrı’ için yol açıktır, çünkü ‘Tanrı’ ile imkânsız dahil her şey mümkündür.

Umut etme takatimizin sınırlarına ulaşmışsak, tam o zaman ‘Tanrı’nın gücü bizi umutsuzluktan çıkarmak için devreye girer.

#Hz. İbrahim
#John D. Caputo
#kurban
2 yıl önce
Hz. İbrahim, umut ve kurban
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon