|
Konuttan eve, kentsel dönüşümden paradigmatik dönüşüme

Asrın felaketi olarak dilimize yapışan depremin üzerinden üç hafta geçti. Bir yandan depremin enkazı kaldırılırken, depremde evleri yıkılan, hasar gören vatandaşlarımızın yaraları sarılmaya, ihtiyaçları görülmeye çalışılırken bir yandan da artık deprem uyumlu şehirler, kentsel dönüşüm, depreme dayanıklı yapıları konuşmaya başladık. Kurtarabileceğimiz canları kurtaralım, kanamaları durduralım, mümkünse acil ihtiyaçları görelim sonra konuşuruz her şeyi demiştik.
Şimdi her şeyin biraz daha rahat konuşulabileceği bir ortamdayız. Hiçbir şeyi konuşmaktan çekinmemek gerekiyor.

Depremden etkilenen 13,5 milyonluk bir toplum Avrupa’nın birçok ülkesinin yüzölçümünden de nüfusundan da daha büyük bir alan.
Şehirli, eğitimli, ekonomik düzeyi ortalamada yüksek bir nüfus.
Üstelik Türkiye’nin sanayi ve ihracat yükünün hatırı sayılır bir kısmını da çeken bir nüfus. Öyle ki bu deprem sadece bu bölgeyi vurmuş olmadı, bütün ülkeyi de birçok açıdan vurmuş oldu. Bir an önce ayağa kaldırılması, nüfusunun burada tutulması bir zaruret.

Böyle bir depremle birlikte bir göçün ortaya çıkması kaçınılmaz.
Bu göçün kalıcı olmaması çok önemli, ama tamamen sosyolojik nedenlerle. Türkiye’de ekonomik dengeler, üretim, sanayi ve kentsel dokular bu kadar büyük bir nüfus hareketliliğinden kötü etkilenir.
Birilerinin bu muhtemel göçün daha karmaşık sosyolojik ve ekonomik sonuçlarından önce
“demografik dönüşüm” kaygısını dillendirmesi çok büyük bir ayıptır.
Yol açabileceği diğer meseleler arasında bunun esamisi bile okunmaz.

Ayrıca demografik yapıdan kasıt burada yaşayan insanların ülkeye yayılarak oluşturacağı yeni demografik kompozisyonsa, yuh olsun.
Bunlar istedikleri kadar milliyetçilik iddia etsinler, hala ülkeyi bir bütün olarak görememiş, Türkiye’nin tamamını kapsayabilecek bir millet tanımından fersah fersah uzaktalar.
Türkiye bir toplumsal bedendir ve şu anda o bedenin bir tarafındaki bir yaranın sızısı vücudun tamamında hissedilmektedir. Millet kavramı her şeyden önce böyle bir toplumsal beden tasavvuru ve hissiyatı gerektirir.

Yok kastettikleri buraların boşalmasıyla başka birilerinin, mesela Suriyelilerin buraya gelip yerleşmesi ise yine yuh.
Aynı anda hem Suriye’yi hem de Türkiye’yi vuran bu depremde oransal olarak en az Türkler kadar Suriyeliler de etkilendiler, enkaz altında kaldılar, öldüler, yaralandılar ve evsiz barksız kaldılar.
Deprem bölgesi buraların yerlileri için yaşanmaz hale gelmişse Suriyeliler için haydi haydi yaşanmaz hale gelmiştir, bu gerçeği utanarak söylüyorum tabii.
İnsan olana gerekir mi gerekçeler, bu türden rahatlatıcı ifadeler?

Depreme hazırlık, depreme dayanıklı inşaatlarla ilgili çokça şey duyuyoruz bugünlerde.
Ülke TV
’de
Görüş
programında bu hafta konuğumuz değerli dostumuz mimar
Serkan Akın
’dı. O, bu meseleyi artık
daha dayanıklı teknolojik inşaatlar ve sanayi üretimi konut kavramından çok öteye taşımamız gerektiğini anlattı. Kentsel dönüşümden ziyade ihtiyaç duyduğumuz şeyin ciddi bir paradigmatik dönüşüm olduğunu anlattı.

Böyle bir dönüşüm sadece mevcut “konut” anlayışımız içinde, yani insanları sadece müşteri ve tüketici olarak gören ve herkese kendi yaşam tarzını dayatan seri konut anlayışlarımız yerine “ev”i ikame etmemiz gerektiğini anlattı.
Konut yerine ev
. Hem de geleneksel yöntemlerle, malzemelerle ve tek katlı, bahçeli evler.
Herkesin kendi ihtiyacına göre yapacağı evler, hem depreme daha dayanıklı hem de insani varlığımıza çok daha uygun, komşuluk, mahalle, aile gibi kurum ve değerlerimizin tekrar ihya edileceği bir dönüşüm.
Akın, açıkça kenti bırakalım, köye, veya değilse Anadolu’nun şehirlerine dönelim ve İstanbul üzerindeki yükü hafifletelim diyor.

Akla da, kalbe de çok hoş gelen öneriler tabii, ama ilk anda aynı akla sorular da üşüştüren öneriler: Mesela, kimi nasıl ikna edip köyüne döndüreceksin?
Şehirde yaşamak son zamanlarda sadece bir tercih değil ki,
aynı zamanda Türkiye’nin mevcut ekonomik ve toplumsal gelişiminin geri döndürülemeyen bir sonucu.

Elbette devletler bu dönüşümlerin istikametlerini belirleyebilir. Mesela Türkiye’nin sanayi yükünün yüzde 70-80’lik bir kısmının deprem hattındaki Marmara’ya yığılmış olması nasıl bir tercihtir?
Tabii ki bugünün hükümetinin tercihi değil, ama bugünün hükümeti de sanayiyi ülke sathına yaymak için ciddi bir strateji uygulamadı.
Sanayi ve yatırımda bölgesel teşvik paketleri belki tam da bu strateji adına önemli bir adımdır ama bunun daha verimli hale gelebilmesi için çok daha aktif ve takipçi bir politika lazım.
Aksi halde mevcut yığılma ülke için ciddi bir milli güvenlik tehdidi oluşturuyor. Bir deprem veya başka bir olağanüstü durumda bütün yumurtalarını tek sepete doldurmuş olmanın ceremesini çekmek işten bile değil. Yaklaşan Marmara depremi bize bunu da söylüyor nitekim.

Bu tür tedbirleri almadan, İstanbul’u her geçen gün daha da cazip hale getiren yatırım ve adımlardan vazgeçilip sanayi ve kalkınma Anadolu’ya eşit bir biçimde dağıtılabilirse Akın’ın önerileri basit bir “hadi gel köyümüze geri dönelim” romantizminden öteye geçebilir.


Ancak mevcut durum ve paradigma içinde kalıp düşündüğümüzde bile depreme karşı en acil çözümlerden biri konutları depreme dayanıklı hale getirmek.
Yeni yapılanları deprem yönetmeliğine uygun inşa etmek mutlaka çok değerli ve görüldü ki depremde yeni yapılan konutlardan çok az bir oran yıkıldı.

Ancak yine görüldü ki eski yapıların tamamının elden geçirilmesi gerekiyor. Üstelik bu bölgelerin önemli bir kısmında “
kentsel
dönüşüm
” programı dahilinde bu politikalar teklif edilmiş, ısrarla yapılmaya çalışılmış.
Yapılabilen yerlerde hasar ya yok veya çok az
. Ancak kentsel dönüşüm uygulamalarının karşısına bugün yıkımdan hükümeti sorumlu tutan solcu derneklerle, CHP’li, HDP’li, İYİ Parti’li siyasetçiler çıkmış.
Halkı kentsel dönüşüme karşı örgütlemiş, kışkırtmış ve nihayetinde birçok girişimi yargıya taşıyıp engellemişler.
Antakya, Hatay gibi yıkımın çok olduğu yerlerde afet geliyorum demiş ve hükümet bunu duymuş zaten.

Deprem olduktan ve bu yıkım en fazla bu bölgeleri vurduktan sonra utanmadan hükümetini bu yıkımdan sorumlu tutanlar,
sahi Erdoğan’dan ne beklerlerdi? Gerçekten bir diktatör gibi davranıp özel mülkiyet hakkını, yargıyı, sivil toplumu, halkı vs. hiç kimseye kulak asmadan sahaya dalıp evlerini yıkmayı mı?

Belki bu vesileyle hatırlamanızda fayda var: Erdoğan’ı da sınırlayan bir mülkiyet hakkı, bir yargı, bir halk var ve deprem karşısındaki tedbirlerin sınırlarını bunlar oluşturuyor.

#Kentsel Dönüşüm
#Konut
#Ev
#Yasin Aktay
1 yıl önce
Konuttan eve, kentsel dönüşümden paradigmatik dönüşüme
İhtiyaçtan fazla mal
Ekonomik kalkınmada nitelikli işgücünün rolü
Cumhurbaşkanlığı Tasarruf Tedbirleri Genelgesi’nin kamu personeline yansıması (2)
Türkiye’yi devşirme kurtarıcılardan kurtarma mücadelesi…(3)
Devletsizlik ve ulussuzluk