Anadolu'da AŞK var

Çıktığı uzun yoldan Anadolu insanının sıcaklığını bize taşıyan Şoray Uzun, tarlalarda güneş altında çalışırken yaşanan aşkların mı, yoksa mum ışığında yaşanan aşkların mı daha gerçek olduğunun sorgulanamayacağını söylüyor ve ekliyor: “Aslolan biriyle bir ömrü birlikte yaşamayı göze almaksa, bence aşk Anadolu'da var”

Emeti Saruhan
Anadolu'da AŞK var

İki yıldır memleketin yollarını aşındıran Şoray Uzun, ekranlarda adeta Şoray rüzgarı estiriyor. Samimiyetiyle tüm kapıları açtıran Şoray'ı karşılarında gören nineler, dedeler kendilerinden geçiyor. Buram buram Anadolu kokan program sayesinde görenekler yeniden hayat buluyor. Hal böyle olunca tüm aile de evde televizyonun karşısına geçip keyifle izliyor, gülmekten nefesler kesilip, koltuklardan düşülüyor. Bugüne kadar onlarca seyyahı tarihe gömen televizyon ekranı, Şoray sayesinde reyting rekorları kırıyor .İşte o Şoray'ı Uzun Yolda değilken yakaladık.Ekrandaki gibi sıcak bulduğumuz Şoray'dan aldığımız cevaplarla işin püf noktasının 'samimiyet' olduğunu anladık.

Ninelerle bir muhabbet bir samimiyet. Bu nasıl oluyor?

Bu benim özelliğimden kaynaklanmıyor. Kameradan da kaynaklanmıyor. Bu yurdum insanının yapısı. Hatta kamera biraz temkinli yaklaştırıyor, samimiyeti azaltıyor. Tanrı misafiri kavramı öldü mü ki 2007 itibariyle. Kim giderse gitsin, Anadolu'da yiyeceği bir lokma aşı, altına serilecek döşeği, sırtını sıvazlayacak bir amca ya da teyzesi muhakkak vardır.

Peki televizyonda görünmek çekici geliyor mu insanlara?

Bizim konuk olduğumuz insanların ekrana çıkayım gibi bir derdi yok. İnsanların derdi kendi gelenek göreneklerini unuturmamak. Arşiv belgesi olsun diye yaklaşıyorlar. Benim sarı kafama bayıldıkları için değil.

Çekimler doğaçlama mı gerçekleşiyor?

Çoğu doğal gerçekleşiyor. Ama kamera yokken öyle şeyler kaçırıyoruz ki, aslında 'köye ilk girdiğimizde kayda girsek daha mı doğru olur?' diye düşünüyorum. Çünkü amcanın biri üstünü çıkarıp güreş tutuyor benimle, çekmiyoruz onu da güreşiyorum ben yani.

NİNE DAYAĞI YEDİM

Hiç olumsuz tepki aldın mı?

Olumsuz tepki hiç almadık. Bir keresinde ninenin biri gelip şakayla karışık, “Sen hamur açan gelinle ne biçim konuştun” diye bastonla bayağı bir yapıştırdı sırtıma. Sırtımda iki tane iz vardı bir ay öncesine kadar. Aramız iyi yani. Bir de sorunlarını çekmemizi istiyorlar. “Düğünlerle uğraşıyorsun ama üretici olarak bizim de derdimiz var. Gübre fiyatları yüksek” diyorlar ama o da bizim formata uymuyor. Genelde adres de hep Başbakan. Adam karısı ile kavga ediyor, Başbakan'a sesleniyor. Allah yardım etsin yani.

Kaynanalarla gelinleri birbirine düşürüyorsun. Çekimden sonra kavgalar yaşanmıyor mu?

Yok, yaşanmıyor. Kavgaların daha şiddetlisi kamera arkasında zaten yaşandığı için bir sorun olmuyor. Ama mesela, teyzenin biri eşini sevmiyormuş. Bunu ilk bize söyledi. Sonra eşine de söyleme cesareti bulmuş, ayrılmışlar. Barışan da var. Kız kaçmış on sene geçmiş. Babası ekranda torununu görüp, gidip barışıyor.

HIZLI DEJENERASYON VAR

Toplumsal Etik Derneği'nden ödül aldınız. Vaazlarda Şoray Uzun Yolda'yı seyredin diye tavsiyelerde bulunuluyormuş. Ne diyorsun?

Kendi adıma hiçbir kategoride yokum. Ben bu programı örnek olması ya da herhangi bir şey için yapmıyorum. Ancak etik ödülü bütün ödüllerden kıymetli oldu. Yaptığımız işin etik değerlere katkıda bulunması, işin keyfiyetinin birileri tarafından görünüyor olması değerli bizim için. Çünkü değerlerimizi hızlı bir şekilde kaybediyoruz. Bundan 100, 150 yıl önce bir görgüsüzlük dalgası sarmış bizi. Şimdi de büyük şehirden köye doğru bir görgüsüzlük dalgası yayılıyor. Lehçelerimiz kayboluyor. Genç kızlar anneannelerinin kıyafetlerini giymez oluyorlar. Mesela beyaz gelinlikten nefret ediyorum ben. O kadar güzel gelinliklerimiz var ki. İskoç kiltinden (eteğinden) vazgeçmiyor. Bizde şalvar giyene kıro, yöresel kıyafetimizi giyenlere gerici deniyor.

Programı seyredenler, kameramanı alıp yollara düştüğünü zannediyor. Ekibiniz kaç kişi?

Benim sekiz kişilik bir ekibim var. Ne varsa onlar yapıyor, ben biraz hazıra konuyorum. Gerçi onlar rahatsız değil ama, parsayı ben topluyormuşum gibi görünüyor. Bu da rahatsız ediyor beni. Mesela ödülün üzerinde Şoray Uzun yazıyor. Bundan sonra ödülü bana değil, ekibe versinler.

ANADOLU, SEVGİ DOLU

Bu kadar gezdin. Anadolu insanını tanıdın. Nasıldır Anadolu insanı?

En önemli özelliği, içten. Küçük hesapları yok. Cömert. Nasıl muhafaza ettiyse, Allah'ın bir lutfu herhalde, sevgi dolu. Hele büyük şehire kıyasla sevgi dolu. Kendi içlerindeki sevgiye de şaşırıyorsunuz, sadece size gösterdikleri değil. Eşini, evladını, toprağını, arkadaşını seviyor, eşeğini seviyor, çok bağlı toprağına. Sağlam gözüküyor bana.

Sevgililer Günü de yaklaşmışken soralım, Anadolu'da aşk var mı?

Keklik çektik bir yerde. Bir amca bir kıza aşık olmuş, kızı Almanya'ya vermişler. Kız giderken sadece şöyle bir dönmüş bakmış. O günden bu yana sadece kekliklerle ilgileniyor amca. Yine biri var, sevdiğini alamamış. O gün bu gündür evlenmemiş, biraz da kırmış kafayı. Biri var, iki aile kavgalıymış, muhtar bu adam, vurmuş sırtına kızı, dağa kaçırmış. Bir ay dağlarda kalmış. Bu aşk mı, sevda mı? Evet. Sevgililer gününü icat edenler kelaynaklar. Aziz Valentine günü aslında o. Anadolu'da adamın yüreğine kor düşmüşse artık o kızı alana kadar, sevgililer günüyle yatıp, sevgililer günüyle kalkar. Eşiyle kavga ettiyse bunun maksimum yaşandığı süre 48 saat. 48 saat sonra aşk galip geliyor.

İki yıldır yollardasın. Zorlanmıyor musun?

Artık İstanbul'da yaşamakta zorlanıyorum. Benim yerime kim olsa zorlanır. Kökümüz yörük ya. Bu ahalinin piknik sevdası, alıp başını dağlara gitme bende yaşam biçimi oldu. Ben anlıyorum Oğuz Türklerini yani, Söğütte zorlanmışlardır. Pek duramıyoruz sabit bir yerde 3 - 4 gün sonra hani nerde yol, nerde dağ, nerde ova demeye başlıyoruz.

AŞK, BİR ÖMÜR BİRLİKTE YAŞAMAYI GÖZE ALMAKSA...

Onlar elele dolaşmak, bankta sarmaş dolaş oturmak zorunda değiller. Romantizm mum ışığında yemek yemek olarak empoze edildiği için böyle sahneler yaşanmıyor tabi. Belki romantizm tarlada çapa çapalarken güneşten terleyen eşini görüp “vay benim helalim be”, ya da “vay yiğidim benim” demektir. Bağdat caddesinde üstü açık arabayla dolaşanlar mı romantik, romörkün arkasında, naylon çadır altında, düğüne giderken el ele tutuşanlar mı romantik? Hiç kimse “Hanım bi çay getir” derken ki sevgi mi daha yalın ve üst boyutta “Canım seni öyle çok seviyorum ki, rüyamda gördüm kan ter içinde uyandım, sensizlikte boğuluyorum” gibi süslü laflar söyleyeninki mi daha yalın bir sevgi bilemez. Ama benim gördüğüm, eğer gözler bir ölçüyse valla onlar birbirine daha sadık bakıyorlar. Aslolan biriyle bir ömrü yaşamayı göze almaksa bence aşk Anadolu'da var. Bu işler şekilde değil. Ama onlar daha gerçekler, daha samimiler. Şovmen değiller. Bence köprünün öbür tarafındaki, Kadıköy'den sonraki, Misak-ı Milli ile belirlenmiş sınırlar içindeki aşk gerçek.