Semiha Cemal (1905-1936) ismiyle Türk roman tarihinde karşılaştığımızı söyleyemeyiz. O da pek çokları gibi ya gazete sayfalarında kaldı ya da kütüphane raflarında. Çolpan Yayınları’nın yeni başladığı Çevrim dizisinden Aşk Peygamberi romanı yeni harflere aktarılarak yayımlanınca bu meçhul yazarın dünyasını biraz olsun tanıdık. Semiha Cemal, Cumhuriyet döneminin ilk kadın felsefecilerinden kabul ediliyor. Kısacık ömründen geriye birkaç roman, dergilerde yazdıkları ile felsefe çevirileri kalmış. Bu yazıya vesile olan Aşk Peygamberi romanının arkasında onun Kenan Rifâî’ye intisabı yatıyor. Rifâî Hazretlerinin halifelerinden Cemal Bey’in ve talebelerinden Nazlı Hanım’ın kızkardeşi olan Semiha Cemal, Darülfünun’da Mustafa Şekip Tunç’un asistanlığını yapmış. İzmir ve İstanbul’da felsefe öğretmenliği ile meşgul olmuş. Platon başta olmak üzere bazı Antik Yunan filozoflarından çeviriler yaptığı ve bu çevirilere önsözler yazdığını da biliyoruz. Hayat ve Mihrap mecmualarında da düzenli yazılar kaleme almış. Aşk, Aşk Peygamberi ve Gül Demeti isimlerinde üç telif eseri var. Aşk Budur, sekiz ay süren hastalığı neticesinde vefat ettiği için yarım kalmış. Bu eseri, Semiha Cemal’in yakın akrabasından Sâmiha Ayverdi tamamlayarak yayımlamıştır.
Aşk Peygamberi, yazarın tasavvuf terbiyesi içerisinde yetişmesinin bir mahsulü. Kenan Rifâî’den bu kültürü alan Semiha Cemal, felsefe tarihinin idealist filozoflarından Platon’dan da beslenmiştir. Onun, erdemi öne çıkardığı düşüncelerinin, yüzyıllar sonra gelecek İslam inancıyla büyük nispette örtüştüğünü biliriz. Yazar, bu idealizmi bir yandan da Stoa felsefesi ile buluşturur. Hem Platon geleneği hem Stoacılık, bu dünyanın geçiciliğini; iyilik, mutluluk ve gerçeğin ötelerde bir âlemde olduğunu iddia eder. Tasavvuf terbiyesinin teklif ettikleri ile burada bir benzerlik olduğu herkesin malumudur. Bu hususta Fulya Bayraktar’ın Semiha Cemal hakkında yazdıklarına bakılabilir. Bu yazıyla beraber Cafer Şen’in Aşk Peygamberi’nin başına koyduğu hacimli yazısı da okura yol gösterir. “Tasavvufî Bir Romana Psikanalitik Bir Bakış” başlıklı bu yazı romandaki tasavvufî, mistik göstergeleri anlamlandırmak bakımından oldukça zengindir. Burada, Şen’in tasavvufun remizlerini yorumladığını değil bireyin içe dönük yolculuğunu, psikanalitiğin değerleri ile anlamlandırdığını kastediyorum.
NEYE İBADET EDECEĞİM?
Roman, anasız babasız, yatılı bir mektepte okuyan başkahraman Süha’nın defterinin büyük bir kısmının aktarılmasından ibaret. Süha, henüz aşkın ne olduğuna dair ciddi bir kanaati olmamasına rağmen aşktan uzak bir hayatı tercih eder. Aşkın ruhta yaratacağı sarsıntıdan ürken genç adam, aynı zamanda bu sarsıntıyı yaratan şeyin ne olduğunun peşindedir. Aşk Peygamberi, kurgu, karakter inşası, mekân ve zaman gibi romanın temel kadrosunu henüz kavrayamamış genç, acemi, yazma heveslisi bir romancının eseridir. Okur, bu açıdan büyük bir beklenti içerisinde olmamalıdır. Araya girerek bunu belirtmemin sebebi çok açık. Hayata dair herhangi bir tecrübesi olmamış, aşkı kıyısından bile olsa tanımamış kahramanın insanın en kuvvetli duygularından biri karşısında mistik bir atmosfer yaratması, kusurdan başka bir anlam ifade etmez. Ancak, Semiha Cemal, dünya nimetlerinden arınmış, hazzı bir meşguliyet olmaktan çıkarmış, hakikati aramak, hatta Allah’a ulaşmak için nefsi kafese alan bütün duyguları teskin etmiş bir yolculuğa karakterini çıkarabilmek için bunu yapmak zorundadır. Üstelik okur, böylesine bir arayış içerisindeki kahramana ferahlık verecek aşk peygamberini beklemektedir.
Süha, mektepten mezun olduktan sonra ailesinden birkaç kişiyle yaşayacağı bir çiftliğe döner. O sırada defterinden bir cümle karşımıza çıkar. Neye ibadet etsem bir gün onun yıkılıp gittiğini görüyorum der. Süha’nın dünyaya dair tek tespiti bu geçiciliktir. O, ebedî olanı arar. Bu arayış içerinde kahramanlar da kendi maceralarını yaşarlar. Romana yeni isimler girer. Çiftlikten, İstanbul’a gelindiği bir sıra Süha, Yusuf Cemal Bey’le tanışır. Bu zat, romana da adını veren aşk peygamberidir. Süha’nın teyzesinin eşinin akrabasıdır. Başlarda sıkça görüşülür. Hatta kahramanın rüyalarına bile girer. Ancak teyzesi, bu zat için yuvasını dağıttığından görüşmeler seyrekleşir. Romanın ilerleyen kısımlarında çiftliğe gelip gidecek ve Süha üzerindeki tesiri gittikçe artacaktır. Yusuf Cemal Bey’in güzel sesi vardır. Görene ferahlık verir. İnsanları büyüleyecek ilahî bir kabiliyete sahiptir. Çevresindekilerle fizikî temas kurmaktan çekinmez. Bu temas, hazza dönük bir arzudan kaynaklanmasa da insanları rahatsız eder. Ancak bu rahatsızlık bir karşı koymayı getirmez. Bilakis kişiler kendilerini onun için pervane ederler. Süha, başlarda bu durumu bir nazardan öteye taşımaz, onun “yüceliliği” ile de mest olur.
“MEDENİYET RESULÜ”NE BİR TEPKİ
Aşk Peygamberi, öte âlem ve hakikatı arayışı işaret ederken dünyevî olanı da tartışır. Romanı bu açıdan devri içerisinde yenilikçi, cesur görmek mümkündür. Süha’nın eksik yanlarını tamir etmek için bir gece vakti eğlenmeye çıkması, orada tanıştığı bir kızla birlikte olması, bu hadisenin ardından yatakta yalnız başına uyanması sahneleri Aşk Peygamberi’ni roman olmaya epey yaklaştırır. Süha, dünyayla dostluk kuramamış bir kahramandır. Neye arzu duysa onun gerçek olmadığını düşünür. Bu durum onda hastalıklı bir ruh yaratır. Erişilecek arzu nesneleri ile yetinmeyip onlar yerine erişilmesi güç nesneleri aramak bir nefis terbiyesi olarak görülebilir ancak asıl doyumsuzluğun bu olup olmadığı hususunda yazarın bir kaygı taşıması beklenirdi.
Türk romanının doğduğu yılların hemen öncesinde bir medeniyet dininden bahsediliyordu. Medeniyet, yani madde, teknoloji, ilerleme, din dışılık, batı. Bunu Osmanlı mülküne, batılılaşmayı bir devlet dili olarak resmen ilan edenlerin getirdiğine inanılıyordu. Medeniyet bir dinse onu taşıyanların da peygamber olarak çağrılması gerekiyordu. Medeniyet resulü terkibi ile yine bu yıllarda tanışmıştık. Semiha Cemal’in aşkı bir din olarak alması, kendisinden yaklaşık yarım asır önce söylenen bu sözlerin bir tepkisi olarak da okunabilir. Mana, din, doğu ve İslam’ın, hayatın asıl gerçekliği olduğu iddiası, aşkın bir din olarak peygamber eliyle insanlığa armağan edildiği kurgusu, romanın tahlilinde dikkate alınması gerekir. Bu roman önce Süha’nın kendisini arayışını anlatır sonra da şeyh efendisinin peşinde çıktığı yolculuğu haber verir. Giderken ardında bıraktığı mektupta “Ateş, yanmaya istidadı olan şeyi yakar.” diyecektir. Roman tekniği açısından büyük kusurları olmakla beraber özellikle roman kahramanlarından Süleyman’ın zaferin ardında geri dönüşünün anlatıldığı sayfalar edebî seviyesi yüksek bölümlerdir. Semiha Cemal, ömrü vefa etseydi bu kısmı genişletecek bir romancı kuvvetine erişebilirdi.
Kurtuluş vesilesi ve hayat bahşeden beyitler