Başını Vermeyen Şehit’in kaynağı çıktı

Ömer Seyfettin’in “Başını Vermeyen Şehit” isimli ünlü hikâyesi 17. yüzyılda yaşayan Osmanlı tarihçisi Peçevi’nin kitabında anlattığı bir anekdota dayanıyordu. Peçevi’ye de kaynaklık eden asıl hikâyeyi bulup yayınlayan Dr. İlyas Kayaokay, Osmanlı devrinde bu eserin mahiyetinin tam olarak anlaşılamadığını söylüyor.

Halil Solak Yeni Şafak
Başını Vermeyen Şehit’in kaynağı çıktı

Ömer Seyfettin’in “Başını Vermeyen Şehit” adlı hikâyesini çoğumuz okumuşuzdur. Çeşitli masal, hikâye ve efsanelere giren “kesik baş” motifi, Ömer Seyfettin’in hikâyesine 17. yüzyılda yaşayan Peçuylu İbrahim Efendi’nin kaleme aldığı ve Kanuni Sultan Süleyman dönemi başından 1640 yılına kadar gelen Osmanlı tarihinde yer alan efsaneden ilhamla girmişti. Peçevi’nin tarihinde geçen bu efsaneyi nereden aldığı ise bugüne kadar bilinmiyordu tâ ki İlyas Kayaokay, 16. yüzyıl yazarı Kadı Alî’nin Sergüzeşt-nâme adlı eserinin yayınlayana kadar. Munzur Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. İlyas Kayaokay ile doktora araştırmaları sırasında tesadüf ettiği kitabın serüvenini konuştuk.

Ömer Seyfettin’in “Başını Vermeyen Şehit” adlı hikâyesinin asıl kaynağına giden yolda maceranız nasıl başladı?

Doktora tezimin bir bölümünü, el yazma manzum Hz. Ali cenk-nâmelerinin kataloğu teşkil ediyor. Bundan ötürü yüzlerce elyazması elimin altından geçti. 2020 yılında yazma eser kütüphanelerindeki manzum gazavat, cenk-nâme, fetih-nâme türündeki eserleri toplarken türünün sonradan Sergüzeşt-nâme olduğunu anladığım bu eseri de bir köşeye kaydettim. Tek nüshası İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ndeydi. Başta gazavatname olarak düşündüğüm bu eseri de neşretmek için literatür taraması yaptım ve yayımlanmadığını tespit ettim. Akabinde eseri, Arap harflerinden Latin alfabesine aktarmaya başladım.

Okurken dikkatinizi çeken hususlar oldu mu?

Okurken şairin tasvirlerdeki başarısı, sanatlı ifadeleri ve diğer edebî hususiyetleri dikkatimi çekti. Zira böyle halk tarzı mesnevilerde ve tasavvufî-dinî eserlerde böyle bir edebî seviyeyi her zaman müşahade edemiyorsunuz. Ancak birinci sınıf bir şaire has bir özelliktir bu. Bir de Kanunî’nin Doğu seferi için bir tarih beyti düşürüldüğünü gördüm. İlginç olan Osmanlı devrinde bu eserin mahiyeti tam anlaşılamamış. Üzerinde “Kitâbhâne-i Humâyûn” başlıklı Osmanlı devrine ait bir kayıt fişi bulunuyordu. Bu fişe göre eserin “ism-i asliyyesi” “Hikâye-i Manzûme”dir. Yine esere dair fiş üzerinde bir açıklama da kayıtlıydı: “Dokuz yüz altmış tarihinde Sultan Süleyman Han Hazretleri zamanında vâki olan bir gazaya dair bir manzume ise de hikâyeye daha ziyade benzer.” Osmanlı’daki kütüphane memurlar bu eseri bir “hikâye” olarak görmüş. Doğrudur, böyle hikâye tarzı, menkıbevî bir tarafı da vardır. Ancak şair Kadı Ali, ağırlıklı olarak Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1552-1555 yılları arasında bizzat katıldığı seferleri, fetihleri, gazaları, Macar diyarındaki uç akınları anlatıyor. Kanaatimce kütüphanedeki bu bilgiler araştırmacıları da yanıltmış ve kimsenin dikkatini çekmemiş.

Ömer Seyfettin’in ünlü “Başını Vermeyen Şehit” hikâyesine gelirsek… Kaynağının Peçevi Tarihi’ndeki bir menkıbe olduğu biliniyordu. Siz bulduğunuz bu metnin, Peçevi’nin de kaynağı olduğunu nasıl fark ettiniz?

Kadı Ali’nin Sergüzeşt-nâme’si, 585 beyitten müteşekkil bir mesnevi. Edebî tür olarak sergüzeştnâme olduğunu eserin tamamını okuduktan sonra anladım. Mesnevinin 354. beytini Latin alfabesine aktardığım esnada birden bir aşinalık belirdi. O beyitte Deli Hüsrev’in başı kesilen Deli Muhammed’e “Ne yatıyorsun düşman başını aldı gitti” gibi bir serzenişi vardı. Bu bölümü okuyunca sanki daha evvel eseri okuduğum hissine kapıldım. Ancak daha evvel mesneviyi Arap harflerinden okumadığıma da emindim. Metni çevirmeye devam ederken Ömer Seyfettin’in ilk olarak lise yıllarında okuduğum “Başını Vermeyen Şehit” hikâyesine ne kadar da benzediğini düşündüm. Kesik baş motifi Türk kültüründe vardır. Hz. Ali cenk-nâmeleri içerisinde de bir kesik baş hikâyesi vardır. Bu motifi, eserin inceleme bahsinde daha geniş şekilde ele almak istedim. Önce Ömer Seyfettin’in “Başını Vermeyen Şehit” hikâyesini tekrar okudum.

Okuyunca daha da berraklaştı herhalde mesele?

Tabii. Hikâyedeki Grijgal kadısı olan sert mizaçlı Kuru Kadı ve Deli Hüsrev olduğu gibi benim metinde de geçiyordu. Deli Mehmed ise benim mesnevide Deli Muhammed idi. Hayret ve heyecandan o gün tamamen bu konuya odaklandım. Ben ilk başta Ömer Seyfettin’in eseri gördüğünü zannettim. Açıkçası Ömer Seyfettin’in, Macar doğumlu İbrahim Peçevî’nin tarihinden konusunu aldığını sonradan araştırınca öğrendim. Bu defa Peçevî Tarihi’ne ulaştım ve hikâyenin asıl kısmını teşkil eden 95 beytin yer aldığını gördüm. Peçevî Tarihi’ndeki beyitlerle kendi beyitlerimi mukayese ettim ve büyük oranda aynı olduğunu gördüm. Nüsha farklılıklarından ötürü olsa gerek bazı beyitlerde kelime, beyit farklılıkları vardı. İşte o an sanki edebiyatı kurtaracak bir keşif yapmışcasına sevinerek doktora hocam Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Âdem Ceyhan’ı aradım.

Nasıl tepki verdi hocanız?

Kendisine heyecanla ne bulduğumu anlatınca bana “Sen ciddi misin? Ben de böyle bir asıl eserin olduğunu düşünüp zamanında aramıştım” diyerek hayretini ifade etti. Bu Sergüzeşt-nâme, sadece edebiyat tarihi açısından değil, Türk kültürü, sosyoloji, coğrafya ve tarih bilimi açısından da oldukça kıymetli malzemeler ihtiva ediyor. Ayrıca bu sergüzeştnâme ile Peçevî Tarihi esas alınarak yapılan akademik çalışmalardaki tahmine dayalı yorumlar açıklığa kavuşmuş oldu. En önemlisi, Peçevî’nin yalnızca “Grijgal kadısı” olarak bahsettiği şairin, Kadı Ali olduğu kesin şekilde belirlendi. Peçevî’den başka bu menkıbenin anlatıldığı bir kaynak daha vardır. O da Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin 7. cildinin ilk kitabında yer alıyor.