Bir ses çıkarmak istedim

Süleyman Arif Yıldız’ın ilk kitabı Kör Yarış Loras Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Yıldız, “Bir ses çıkarmak istedim, kim kulak verir düşünmeksizin. Mağara duvarına bir çizik atmak, ağaç kovuğuna bir not sıkıştırmak, ben buradaydım, vardım, yaşadım ve öldüm, demek istedim” diyor.

Merve Akbaş
Süleyman Arif Yıldız.

Süleyman Arif Yıldız’ın ilk kitabı Kör Yarış Loras Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Yıldız, “Bir ses çıkarmak istedim, kim kulak verir düşünmeksizin. Mağara duvarına bir çizik atmak, ağaç kovuğuna bir not sıkıştırmak, ben buradaydım, vardım, yaşadım ve öldüm, demek istedim” diyor.

-İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?

İlk öyküm 2018 yılında Mahalle Mektebi dergisinde yayımlandı. Sevinmiştim. Uzun zamandır sevinç duymadığım bir dönemdi ve sevinmiştim. İsminizin ve öykünüzün basılı bir kâğıtta olması ve buna değer görülmek kıymetli hissettirmişti. Yalnız kalarak ve bazen içinizi oyarak ortaya koyduğunuz edebi bir metinle okurun huzuruna çıkmak cesurcadır belki ama bu durum heyecan ve korku vermiştir her zaman bana. Yayımlanan ilk öykümdeki heyecanı aslında her seferinde duyuyorum. Oldu mu? Beğenilecek mi? Yayımlanacak mı? Hayata karşı bitmeyen bir acemilik hissettiğim gibi bu konuda da acemi kalmayı yeğliyorum.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2022/06/15/03/27/resized_f58dc-6ea2cba4resized_6cb48540d14e1sc3bcleymanarifyc4b1ldc4b1z1.jpg

-Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?

İçinde ne olduğunu çok iyi bildiğim için elime alıp seyrettim sadece. Bab’aziz filminde sudaki yansımasını seyreden bir karakter vardır. Bir miktar kâğıda yansımış gibi hissettim ben de. Kendimizden kaçtığımızı düşündüğümüzde bile, bu tamamen kurgu gerçeğe dair hiçbir şey içermiyor, dediğimiz metinlerde bile farkında olmasak da bir iz bıraktığımızı düşünüyorum çünkü. Kendimizden kaçışımız bile bize ait bir şey taşıyor. Kitabı masaya bıraktım ve tekrar sordum: Ne olacak şimdi?

-Kitabınızı ilk kime imzaladınız?

Anneme ve babama.

-Yazmaya nasıl başladınız?

Ortaokul yıllarımdan itibaren yazmaya ve kendini ifade biçimi olarak yazıya hevesliymişim. Geriye doğru baktığımda görebiliyorum bunu. İnsanları ağzının içine baktıran bir anlatıcı olmadım hiçbir zaman. Dinleyen, izleyen, gözlem yapan taraftaydım. Yazı bu anlamda benim için mecburi yöndü. Abdullah Harmancı’nın öykülerini severek okuyordum. Yirmili yaşlarımın başında bir cesaretle bazı öykü denemelerimi gönderdim kendisine. Güzel şeyler söylemişti, cesaretlendirmişti ve sık sık öykü göndermemi istemişti. Bu kadarcık kabul beni tatmin mi etti bilmiyorum. Ben yedi-sekiz yıl aradan sonra tekrar öykü gönderebildim kendisine. Hayat akıp giderken bir iz bırakmak istediğimi anladım. Bir masa da çok derin şeyler hissediyor olabilir ama ifade etmezse bunu nasıl bilebiliriz? Bir ses çıkarmak istedim, kim kulak verir düşünmeksizin. Mağara duvarına bir çizik atmak, ağaç kovuğuna bir not sıkıştırmak, ben buradaydım, vardım, yaşadım ve öldüm, demek istedim.

GECE GÜNDÜZ FARK ETMEKSİZİN

-Gece mi yazarsınız, gündüz mü?

Öykü zihnime düşünce gece gündüz demeden düşünürüm. Zihnimde taşımayı, olabildiğince olgunlaştırmayı, kurgusal sorunlarını gidermeyi, çözümler bulmayı severim. Sonra gece gündüz fark etmeksizin yazarım. Kâğıtta nasıl duracağını görüp ufak düzenlemelerle nihayete erdiririm.

-Defter mi, bilgisayar mı?

Daha çok bilgisayar. Ama buna imkân bulamazsam ve yazmalıysam, telefonun not defteri uygulamasına, bu da mümkün değilse herhangi bir kâğıda, test kitabının boş kalan yerlerine.

HAYAT
Bir yandan sevinç bir yandan korku