Türk müziği ritmini dünyaya sevdiren bir ismi düşündüğümüzde aklımıza ilk o geliyor. Perküsyon virtüözü Burhan Öçal. Portekizli dünyaca ünlü klasik piyanist Maria Joao Pires’tan kendisini “İmparator” olarak tanımlayan İngiliz müzisyen Sting’e kadar pek çok dev isimle sahne alan Öçal, bu kez dünyanın en önemli Rachmaninov yorumcularından biri olarak tanınan Ukraynalı ünlü piyanist Alexey Botvinov ile birlikte İstanbul’da müzikseverlerin karşısına çıkacak. İkili, piyano başyapıtlarının oryantal ritimlerle birleştiği benzersiz “Piyano ve Vurmalı çalgılar” projesi kapsamında sahne alacak. Daha önce Paris, Zürih, Abu Dhabi, Moskova, Kiev, Basel, Montreux Jazz Festivali ve Kıbrıs gibi dünya müzik merkezlerinde sundukları çok sayıda turne ile müzikseverlere sergiledikleri “Doğu Batı İle Buluşuyor” projesi ile bu kez İstanbullu müzikseverleri mest edecekler. Konserde Bach, Beethoven, Rachmaninov, Mussorgsky, Prokofiev ve Philip Glass gibi önemli bestecilerin seçkin yapıtlarını farklı bir biçimde yorumlayacaklar.
22 yıl önce Türkiye’de ilk kez Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Türk seyircisi ile buluşan Burhan Öçal ile 25 Ekim Çarşamba akşamı gerçekleştireceği konser öncesinde bir araya geldik. Hem müzikal kariyerini hem de yeni projelerini konuştuk. Biraz da geçmişi karıştırdık.
Evdeki fasılı ben yönetirdim
Piyanist Alexey Botvinov ile İsviçre’de başlayan müzikal birlikteliklerini geliştirerek, farklı eserleri de repertuvarlarına katarak sürdürdüklerini ifade eden Burhan Öçal, dostuyla sahneye çıkmaktan memnun olduğunu söylüyor. “Alexey ile yaptığımız ‘Doğu Batı Buluşuyor’ konsepti daha önce de çok defa yaptığımız bir konser. Dostunuzla müzik yapmak çok rahat, konforlu bir iş oluyor. Fazla bir problem çıkmadan birbirimizle daha rahat konuşabiliyor, isteklerimizi dile getirebiliyoruz” diyor. Botvinov’un altı yaşından beri aldığı sıkı müzik eğitimine karşın Öçal’ın bambaşka bir hikâyesi olduğunu biliyoruz. Ailesinden kimsenin profesyonel anlamda müzikle ilgilenmediğini söylese de, tüm aile birlikte şarkılar söylermiş. Öçal, “Benim ailemde hanendeler vardır. Biz yani evde bile fasıl yapardık. Hiç birinin konservatuvar eğitimi yok ama annem söyler, babam söyler, ablalarım söylerdi. Yöneten de ben olurdum genelde. Birçok şarkıyı annemden öğrenmişimdir. Ben İsviçre’deyken telefonda şarkılar söylerdik” diyor. Özellikle dayısı bütün Türk müziği makamları bilir, çok güzel şarkı söylermiş. Öçal, dayısını “Mesleğine baksanız PTT’de çalışan bir memurdu. Aslında star olması gereken bir adamdı” sözleriyle anıyor.
Aklımda Türk enstrümanları yoktu
Saniyede 20 nota vuran Öçal, “Ben bir lise mezunu bir adamım. Konservatuvara gitmedim” cümleleriyle mütevazi davransa da esas işin biraz da cesur ve girişimci olmakta olduğunu sözlerine ekliyor. Öçal, “Ben İsviçre’ye giderken batarist olarak gittim. Aklımda asla Türk enstrümanları yoktu. Tamamen Batı kafası. Müzik çevresinde tanındım. Kendimle yarıştığım için çıtam çok yüksekti” diyor. Başta İsviçre, sonra tüm dünyanın kendisini sevip sayması da bu yüksek çıtanın bir getirisi olmuş. “Bana Batılılar daha çok ‘vizyoner’ der. Daha önceleri virtüöz de çalardım. Çok süratli çalardım ve güçlü çalardım. Ama sonra yaşla beraber bu sürat yerine tecrübelerimle beraber ne çıkarabilirim diye bakmaya başladım” diyor Öçal. Yaptığı hiçbir projede kendini tekrar etmemeye özen gösteriyor. “Ne yaparsanız yapın işin hikâyesi çok önemli. Bir adam eser yazıyor ama anlatacak bir hikâyesi yok. Bana bir mesaj vermeli” açıklamasını yapan Öçal, yıllar önce yaptığı Bach ve tasavvuf müziği konserleri örneğini veriyor: “Zürih’in en büyük kilisesinde Bach ve tasavvuf müziği konserleri yapmıştım. Tüm biletler çıktığı an satıldı. Benim bu proje ile vermek istediğim mesaj ‘Batı’daki dini musikiden bahsediyorsak çoğunu Bach yapmıştır. Ama Bach’ın müziğinde sema yok ve ritim yok. Buna karşılık bizde ritim ve sema var. Ritmin olduğu yerde dans vardır.’ Verdiğim mesaj buydu. Bir albüm yaptık ve peşinden de üç büyük konser verdik. Sonra bu proje bitti ve yeni projeler için çalışmaya başladım.”
Kızım illaki müzikle ilgilenmek zorunda değil
Üç yaşında bir kız babası olan Öçal, baba olmanın hayatta başına gelen en güzel şey olduğunu söylüyor. Geçmiş yıllarda verdiği bir röportajdan hatırlatma yaparak: “‘Eğer bir kızım olursa onun da çalmasını istiyorum. Bale de yapsın piyano da çalsın ama darbuka da çalsın’ demiştiniz. Şuan bir kız babası olarak düşünceleriniz neler?” diye soruyorum. Öçal, “Kızım daha üç yaşında. Çocuklarımız geleceğimiz, isterim ki kızım iyi bir eğitim alsın. Ama alacağı eğitimin yanında alacağı ahlaki, geleneksel eğitim de önemli. Bu toprakların verdiği değerleri farkında olmasını isterim. Her bakımdan din, dil, saygı, sevgi. Benim aldığım gibi, eşimin aldığı gibi. Kızıma aslında piyano gösterdim ama hiç oralı olmadı. Babasına çekmiş eli sürekli davula gidiyor. Bir de agresif vuruyor. ‘Eyvah’ diyorum. Çünkü ben de agresif çalardım. Bakalım 6 yaşından sonra belli oluyormuş. Ama biraz da kendi haline bırakacağım, illaki müzikle uğraşmak zorunda değil. Spor da yapsın istiyorum. Özellikle ona savunma sporlarını öğretmek istiyorum” cevabını veriyor.
Hollywood’a geç kaldım
Konser salonları kadar sinema perdesine de yakışan bir isim olan Burhan Öçal, yakın zamanda sevenlerinin karşısına bir de dijital platform dizisi ile çıkmaya hazırlanıyor. Haluk Bilginer’e Emmy Ödülü kazandıran Şahsiyet dizisinin ikinci sezonunda yer aldığını söyleyen Öçal, Haluk Bilginer’in oyunculuğunu beğendiğini ifade ediyor ve “Haluk, Şahsiyet dizisindeki rolüyle Emmy Ödülü’nü aldı. Şimdi de Angelina Jolie’yle başrol oynuyor. Bu bizim için büyük bir başarı. İnşallah yıkılır ortalık! Nihayet Türkiye’den dünya çapında bir aktör çıkar da benim hayallerim gerçek olur” diyor. Yıllar önce kendisinin de dünya starı olmak için Hollywood’a gittiğini anlatan Öçal, “Biraz geç gittim Hollywood’a ama benim hatam” itirafında bulunuyor. Hollywood’ta küçük rollerde oynamış ancak uzun süre orada kalmak söz konusu olunca bir türlü karar verememiş. Bu serüveni de, “Clark Gable, Omar Sharif gibi bir tiptim. Zürih’te komşumun oğlu, çok yakın arkadaşım Michel Comte, çok ünlü bir fotoğrafçı oldu şimdi. Michel, bana bir gün dedi ki, ‘Burhan, madem bu kadar hevesin var o zaman gelip Beverly Hills’te minimum üç sene kalacaksın. İngilizceye iyice vakıf olacaksın, çevre edineceksin. Önce küçük roller oynayacaksın ama burada üç sene kalmadan olmaz.’ Ben de tam o sırada star piyanist Maria Joao Pires ile çalışmaya başlamıştım. İki arada bir derede kaldım. Artık İsviçre’de taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Orayı bırakıp tekrar yeni bir kıtada sıfırdan başlamayı göze alamadım. Hem İsviçre buraya da yakın, hem de müzikal kariyerimi bırakmak istemedim” diyerek anlatıyor.
Sahaflar Çarşısı’ndan İsviçre’ye
İsviçre’de kaldığı yıllarda sık sık Türkiye’ye gelip gittiğini söyleyen Burhan Öçal, her gelişinde mutlaka Beyazıt Sahaflar Çarşısı’na uğradığını söylüyor. Öçal, sahaflarda tanıştığı ve çok kıymet verdiği isimlerden birini şöyle anlatıyor: “Mesela İsmail Abi (Akçay) vardı, Beyazıt Sahaflar Çarşısı’ndaki en donanımlı dükkân onundu. İsmail Abi muhteşem bir adamdı. Vefatını göremedim. Ondan çok şey öğrendim. Acayip kitaplar aldım ondan. ‘Gel İsviçreli oğlum’ derdi bana. Bir de Galata Mevlevihanesi’nden iki tane kudüm hediye etti bana. Biraz antika tutkunluğum da vardır, hâlâ bendeler. O zaman Türkiye’de hiçbir şey yaptığım yoktu. Kimse beni burada tanımazdı. Meraklıyım ya buradan kitapları toplayıp gidiyorum yurtdışına. Yurt dışında alternatif şeyler yapıyordum. Bu anlattığım 30-35 sene öncesi tabii.”
Boğaz’ı sevdiren kitap
İsviçre’de kaldığı yıllarda Öçal’ın yanında kaldığı aileden biri Öçal’a Feldmareşal Helmuth Von Moltke’nin İstanbul hatıralarını yazdığı bir kitabı hediye etmiş. Tanzimat döneminde Sultan tarafından İstanbul’a çağrılan bir asker olan Moltke’nin İstanbul’daki anılarını, Boğaz hatıralarını yazdığı bu kitap Öçal’ı çok etkilemiş. O da kendine Boğaz’da o anlatılan anıları yaşayabileceği bir ev arayışına girmiş ve uzun bir arama sürecinden sonra şuan oturduğu yüz senelik ahşap konağı satın almış. Evin yerleşmeden önce 20-22 sene metruk kaldığını söyleyen Öçal, tarihi evi restore etmek için birçok kurumdan izin aldığını söylüyor. Üç yaşındaki kızı Leyla’yı restorasyonu tamamlanan bu tarihi konakta büyütüyor. Ayrıca kitap okumaktan keyif aldığını söyleyen Öçal, şu sıralar 40 yılın önce okuduğu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanını yeniden okuduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bana göre muhteşem bir eser. İyi bir dil. Zaten işin püf noktası iyi olmak. Bu kadar basit. Siz iyi olduktan sonra sizi bilen bilir, saygı gösterir. İyi değilseniz unutulursunuz.”
Müzik biraz ticarethaneye döndü
Dünyanın gidişatından çok da mutlu ve umutlu olmadığını ifade eden Burhan Öçal, “Küresel ısınma, yapay zekalar, bu dijital hayat beni ürkütmeye başladı. Değerlerimizin yok olup gitmesinden korkuyorum” diyor ve ekliyor: “İyi ki diyorum şu devirde genç biri değilim. Dünyanın en güzel zamanlarında doğdum ve yaşıyorum.” Son yıllarda Türkiye’de yapılan müziği nasıl bulduğunu sorduğumda ise pek çok gerçek müzisyenin de ortak kanaati olan, “Türk müziği biraz ticarethaneye döndü” ifadesini kullanıyor. Evinde hemen hemen her enstrümanın olduğunu söyleyen Öçal, “Tam teşkilatlıyım yani. Ben Türk sazlarını da çalarım. Evimde 3-4 tane tambur var. Vokal de yapıyorum ama Türkiye’de değil” diyor ve gülerek söylerine ekliyor: “‘Gözü doysun, her şeyi de yapıyor’ demesinler diye.” Öçal’a yaptığı işleri pek sosyal medyada görmediğimizi söylüyorum. Sahiden şimdiye kadar iki yüz fotoğraf bile paylaşmadığı bir sosyal medya hesabı var. “Sosyal medyayı neredeyse hiç kullanmıyorum. Reklama ihtiyacım da yok zamanım da. Sadece kızımla ilgilenmeyi istiyorum ve bir de yeni müzikler üretmeyi” diyen Öçal, “Açıkçası bu yaşa geldim ve daha kimse bana lay lay lom şeyler çaldıramaz. Daha ciddi olmalıyım. Daha ciddi prodüksiyonlar yaparsam bu deneyimlerimle ve tecrübelerimle sanırım daha faydalı şeyler ortaya koyabilirim. Hem gelecek nesiller, gençler ve çocuklar için. En başta da kızım için” açıklamasını yapıyor.