Kitle kültürü yüksek sanata öykündürür

Doç. Dr. Cem Yılmaz Budan, kitle kültürünün yalnızca niteliksiz ya da tüketim nesnesi olarak meydana getirilmiş metinleri değil, yüksek sanatın verimliliğini de artırdığını söylüyor. Budan, kitle kültürünün yüksek sanatın varlığını ortadan kaldırmadığını, aksine teşvik ettiğini ve ona yönelik kitlesel öykünmeye zemin hazırladığını dile getiriyor.

Dilber Dural Yeni Şafak
Doç. Dr. Cem Yılmaz Budan

Yazar, Doç. Dr. Cem Yılmaz Budan, kitle kültürüne ideolojik referanslardan yalıtılmış bir yaklaşım çerçevesinde farklı bir perspektiften bakmayı hedefleyen “Kitle Kültürü ve Edebiyat” isimli kitabında; popüler edebiyat olgusuna yöneltilen klişe eleştirilerin bilimsel meşruiyetini sorgulamayı öngörüyor, kitle kültürünün doğuşunu, ahlaki sicilini, sanatsal üretimle kurduğu ilişkiyi ve edebî etkinlik üzerinde uyandırdığı tesirin teorik altyapısını tartışmaya açıyor. Budan, teorik bağlamı Frankfurt Okulu mensupları başta olmak üzere 20. yüzyılın Marksist edebiyat eleştirmenlerinin önemli bir bölümünün dejenerasyon alameti olarak konumlandırdıkları kitle kültürüne daha müsamahakâr bir tavırla yaklaşıldığında elde edilecek sonuçların söz konusu tenkitleri hangi düzeyde haklı çıkaracağını gözlemlediği çalışmasında, kitle kültürünün edebiyatla ilişkisini farklı bir perspektiften ele alıyor. Budan ile kitle kültürünün edebiyata yansımasını ve aradan geçen yaklaşık altmış yılın ardından öngörülemez bir biçimde geniş kitlelere ulaşmaya başlayan eserleri konuştuk.

- “Popüler edebiyat metinlerinin genel olarak kitlenin ortalama standartları gözetilerek üretildiği ve kültür endüstrisinin modern pazarlama araçlarıyla iyi örgütlenmiş bir dağıtım ağı çerçevesinde kamuoyunun ilgisine sunulduğu muhakkaktır” diyorsunuz. O zaman bir metinin kaliteli olması o toplumun okuyucu kitlesine mi bağlı? Bir okuyucu kitlesinin “kalitesi” aynı zamanda o yazarın da “kalitesi” midir?

Kitle kültürünün bir uzantısı olarak beliren popüler edebiyatın yüksek sanatın bir parçası olduğunu kesinlikle iddia etmiyorum. Ancak popüler edebiyata da tıpkı kitle kültürüne olduğu gibi tersten bakarsak; hatta ona biraz olsun müsamaha ile yaklaşırsak ne okuruz, bunu görmeye çalışıyorum. Burada bir soru üzerinde ciddi bir zihinsel mesai harcamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum: Edebi eserin metalaşması gerçekten yozlaşma alameti midir? Bundan emin değilim. Kanaatimce sanat eserinin kültür endüstrisinin bir bileşeni hâline gelmiş olması hiçbirimizde tedirginlik uyandırmamalı. Sadece kültürel ürünün mevcut yayılım biçimi bu iken, onu yüksek sanatın lehine kullanmanın yolunu bulmaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Elbette okuyucu kitlesinin kalitesi aynı zamanda yazarın da kalitesidir. Buna mukabil kimi öncü kalem sahipleri, seslendikleri okuyucu kitlesinin sanatsal meziyetlerini bir adım ileri taşımayı başarabildikleri düzeyde değer kazanırlar. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 21. yüzyılda genç kuşaklar tarafından tekrar keşfedilmiş olması, bir noktada kültür endüstrisinin de başarısıdır. O, hiçbir zaman kitlenin sanatsal taleplerine cevap verme ihtiyacı hissetmedi. Sanatsal tercihleri bağlamında ödünsüzdü. Ama aynı zamanda şiir kitapları yeterli ilgiyi görmediği için duyduğu teessürü de açıkça ifade etti. Bir bakıma popüler olmak istedi. Muhtemelen günümüzde tekrar revaç bulmaya başladığını görseydi bu onu mutlu kılardı. Şu çok açık: Kitle kültürü yüksek sanatın üretimini de sürdürülebilirliğini de olumsuz yönde etkilemez. Fakat kitlenin talebine uygun kültürel içeriğin üretilmesinin önünü de açar bir yandan.

KİTLE KÜLTÜRÜ YÜKSEK SANATIN VERİMLİLİĞİNİ ARTIRIYOR

- Şu an baktığımızda yazarlar daha çok kâr beklentisi içerisindeler. Ama biliyoruz ki, Cervantes’i romana, Don Kişot’a götüren, Walter Scott gibi şairden romancı yapan şey para ihtiyacıdır. O zaman tabir-i caizse “Karın doyurmak için yapılan edebiyat her zaman kötü değildir” diyebilir miyiz?

Edebiyat sosyolojisi alanında çalışan araştırmacılar, bir gerçeğin altını özellikle çizme ihtiyacı hisseder: Yazar da her şeyden önce geçimini sağlamakla yükümlü bir bireydir ve bunun için kimi zaman kendileriyle uzlaştırılamayacak meslekler edinmek durumunda kaldıkları da gözlemlenir. Herhangi bir yazarın eserini maddi gelir elde etme amacının refakatinde üretmesi, onun muhakkak niteliksiz bir ürün vücuda getireceğini garanti etmez. Kâr hırsının estetik değer bağlamında irtifa kaybına neden olduğu yadsınamaz gerçi; fakat bunun aksini kanıtlayan örnekler olduğunu da biliyoruz. 19. yüzyılda Amerikalı yayıncıların, herhangi bir uluslararası telif sözleşmesine tâbî olmadıkları için İngiliz yazarların eserlerini ücretsiz yayımlayabildikleri, buna karşılık Amerikalı yazarların metinlerini neşretmedikleri bilinmektedir. Zira kendi yazarlarına telif ücreti ödemek zorunda kalmak istememişlerdir. Bu durum, eserlerini yayımlatamayan Amerikalı yazarları dergi yayıncılığına yönelmeye sevk etmiştir. Edgar Allan Poe’nun doğuşu, hikâye türünün bağımsız bir edebî form olarak gelişim göstermesi biraz da bu durumla ilgilidir. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere kendilerine iktisadî mecralar arayan Amerikalı yazarlar, niteliksiz edebî ürünler ortaya koymamışlardır. Aynı gerçek Cervantes ve Walter Scott için de geçerli. Bizde de Sait Faik’in hikâyelerini yayımlatabilmek için daha yüksek telif öneren yayıncılarla çalışmak istediği; fakat sanatsal değerden ödün vermemeyi başardığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bunu Salah Birsel kendisiyle ilgili anılarında anlatır. Derinlemesine incelendiğinde hemen hiçbir yazarın parayı reddetmediğini; hatta dönem dönem bizzat ticaretle iştigal ettiğini, fakat yine de edebî değere sadakat gösterdiğini görmek de mümkün.

- Sabahattin Ali, Oğuz Atay, George Orwell, Ahmet Hamdi Tanpınar, Jose Saramago, Amin Maalouf gibi önemli isimlerin eserleri sağlıklarında hayal dahi edemeyecekleri kültür endüstrisinin ilgi alanındalar. Aradan geçen yaklaşık altmış yılın ardından öngörülemez bir biçimde geniş kitlelere ulaşmaya başlaması nasıl açıklanabilir peki?

Bu isimlerin tekrar itibar görmeye başlamalarında, edebî değerlerinin mümtaz bir zümre tarafından keşfedilmiş olmasının payı vardır. Ancak kitle iletişim araçları, popüler kültürün kendine özgü kurum ve mekanizmaları ve endüstriyel müdahale olmasaydı bu denli geniş çaplı bir ilgiye mazhar olabilirler miydi ya da kitapları tekrar tekrar basılır mıydı, bundan emin değilim. Kitle kültürünün yalnızca niteliksiz ya da tüketim nesnesi olarak meydana getirilmiş metinleri değil, yüksek sanatın verimliliğini de artırdığı gerçeği… Ucuz bir best-seller kültürünün egemenliğinden hepimiz müştekiyiz. Fakat herhangi bir kitapçıya girdiğinizde karşılaştığınız best-seller raflarında dikkatinizi çeken eserlerin ekseriyetinin edebiyat tarihimizin abideleşmiş yapıtları tarafından oluşturulması da oldukça ilginç ve açıklayıcı bir durum. Kitle kültürü belki geniş okuyucu zümrelerine sloganlarla donatılmış kibir yüklü “kişisel gelişim” konseptleri, nasıl bir yaşama sahip olmanız gerektiği konusunda üsttenci telkinlerle dolu “yaşam koçluğu” reçeteleri sunan kitaplar da takdim ediyor. Ancak yüksek sanatın varlığını da ortadan kaldırmıyor. Sanılanın aksine onu teşvik ettiği, ona yönelik kitlesel öykünmeye zemin hazırladığı da oluyor.

KAÇIŞ KAVRAMI HER KOŞULDA VAR

- Kaçış edebiyatına da değinelim istiyorum. Popüler edebiyat ürünlerinin bahsi geçen türde bir kaçışı mümkün kıldığı için geniş kitleler tarafından tercih edildiğini söylüyorsunuz. Neden ihtiyaç duyuluyor peki?

  • Kaçış ihtiyacı, yalnızca popüler roman okurunun duyumsadığı bir gereksinim değil. Sanatsal faaliyetin kendisi, kaba realiteden kaçarak kurgusal bir dünyaya sığınma ihtiyacının var ettiği bir eylem biçimi. Bir başka ifadeyle sanat, bizzat kaçış itkisine dayalı olarak icra edilen bir faaliyet biçimi zaten. Herhangi bir romana ya da hikâyeye yönelirken, ilgi çekici bulduğumuz bir sanat galerisini ziyaret ettiğimizde veya müzikal etkinlik sırasında dış dünya gerçekliğinden bir süreliğine de olsa koparak kaba realiteden kaçmayı tercih etmişizdir. Edebiyatın kendisi başlı başına kaçış gereksiniminin ürünüdür. Popüler romancılarımızdan Kerime Nadir’in santimantal kurgularının, gerilimini yasak aşk teminin ürettiği melodramlarının kaçış ihtiyacının mahsulü olduğu inkâr edilemez. Ancak Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, entelektüel ve estetik düzlemde çok daha yoğun bir biçimde işlenmiş olmasına karşın kaçış saikinin biçimlendirdiği bir şaheser değil midir? Burada önemli olan kaçış kavramı değil; bunun kimin kaçışı olduğu gerçeği… İlk örnekte ücretli çalışanın mesai bitiminde gündelik stres vesilelerinden kurtulabilmek üzere kaçarak sığındığı bir form var. Tutunamayanlar’da ise yabancılaşmış/anomik aydının kurulu düzenin temel parametrelerine sırtını dönerek özerk alanına çekilmesinin kendisinde yarattığı ruhsal açmazların anlatımı… Fakat kaçış kavramı her koşulda var. Wagner’i de Dede Efendi’yi de sosyal gerçeklikle yüzleşmek için değil, ondan belirli ölçülerde kaçmak ve muhayyel bir dünyada var olduğumuz sanısına ulaşmak için dinleriz. Dolayısıyla sorun kaçmakta değil; kaçarak sığındığımız kaynağın yüksek bir sanatsal niteliğe sahip olduğundan gerçekten emin olabilmemizde…

Popüler edebiyat metinleri okuma alışkanlığını artırıyor

- Son olarak popüler edebiyat neyi başardı?

Popüler edebiyata yöneltilen birtakım klişe eleştirilerle karşılaşıyoruz. Bu eleştirilerin başında, onun etki süresi sınırlı, kalıcı olma yetisi içermeyen eserler üretmekte olduğu savı gelmekte. Fakat bizim edebiyat tarihimiz incelendiğinde de söz konusu tenkidin neredeyse tümüyle mesnetsiz olduğu söylenebilir. Türk edebiyatı tarihinde popüler roman anlayışının banisi ve en önemli temsilcisi addedilebilecek Ahmet Mithat Efendi, vefatının üzerinden bir asrı aşkın bir süre geçmişken bugün en fazla okunan yazarlarımız arasında. O’nun takipçisi olarak karşımıza çıkan Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın neredeyse tüm eserlerinin onlarca baskı yaptığını ve büyük bir tutkuyla okunduğunu istatistiki veriler ortaya koyuyor.

Ayrıca popüler edebiyatla yüksek sanat arasındaki sınır çizgilerinin tahmin ettiğimizden daha muğlak olduğunu düşünmek için de tatmin edici gerekçelere sahip olduğumuzu düşünüyorum. Sözgelimi Selim İleri, Kerime Nadir’in Samanyolu adlı eserine yazdığı önsözde bu yapıttan aklında büyük roman sahneleri kaldığını ifade eder ve ilgili metni açıkça övgüye tâbî tutar elitist bir yazar olarak. Attila İlhan, çocukluk yıllarında okuduğu popüler romancılardan aldığı hazdan söz eder. Bu metinler, kitlesel okuma alışkanlığına hizmet edebildiği gibi sinema endüstrisinin gelişimine katkıda bulunmak ya da yabancısı olunan sosyal sınıfların ortak hissiyatına ışık tutabilmek gibi müspet işlevler de icra ediyor. Kanaatimce önemli olan kitle kültürünü yüksek sanatın verimliliğini artırmak, onu geliştirmek ve teşvik etmek için elverişli bir aygıt hâline getirmenin yollarını bulmaya çalışmalıyız. Onu tümüyle reddeder ve tahkir edilmesi gereken bir realite olarak konumlandırırsak verili koşullar dâhilinde herhangi bir kazanım elde edemeyiz.

Edebiyat sevgisi çocukken yeşeriyor

Tanpınar ve edebiyat tarihi