Kolomb gibi denizlere açıldım

Kaan Murat Yanık, Ketebe Yayınları arasından çıkan “Sular Üstünde Gökler Altında” isimli yeni romanında ABD’yi keşfeden Kristof Kolomb’u anlatıyor. Romanı yazmak için Kolomb gibi uzun bir deniz yolculuğu yapan Yanık, bu tecrübesini “Denizin ortasında epey zaman geçirdim. Suyun ortasında durdum, ufku izledim” diyerek özetliyor.

Dilber Dural Yeni Şafak
Kolomb’un seyir defteriyle yola çıktım.

Kaan Murat Yanık’ın, Ketebe Yayınları etiketiyle çıkan “Sular Üstünde Gökler Altında” isimli yeni romanı raflardaki yerini aldı. Yanık, okurunu bir zaman makinesi gibi alıp 15. yüzyılın son demlerine götürüyor. Bu sürükleyici macerada rengârenk kahramanlarla birlikte İstanbul’dan Kırım’a, İspanya’ya, oradan Güney Amerika’ya ve Kazablanka’ya doğru nefes kesen bir yolculuğa çıkarken kendinizi birbirinden esrarlı olayların içinde buluyorsunuz.

Hem aşk derdinden kaçmak hem de babasının hayallerini gerçekleştirerek esaslı bir kâşif olmak için yola çıkan Kalender, âlemden âleme, zamandan zamana, halden hale savrulurken kendini derin çatışmaların ortasında buluyor. Kader rüzgârı onu Kristof Kolomb ile buluşturuyor ve bu ikili o güne kadar hiçbir denizcinin açılmaya cesaret edemediği karanlık okyanuslara yelken açıyor. Bakir topraklar üzerinde yol alırken öte yandan da birbirlerinin karanlıklarını ve kuyularını görüyorlar. Tam dünyayı avuçlarında tuttuklarını sanırlarken işler bambaşka bir hale evriliyor ve tabiri caizse kızılca kıyamet kopuyor. Kaptanlar, korsanlar, papazlar, şövalyeler, haydutlar, ressamlar, deniz kızları, kurbanlar, gizemli yerliler ve daha nicesiyle dolu bu görkemli atmosfer, aynı zamanda dönemin ruhunu tüm çıplaklığıyla yansıtan şehirler, yapılar, şarkılar, kitaplar, haritalar, diller ve katmanlı psikoportrelerle baş döndürüyor. Son dönem Türk romanının dikkat çeken isimlerinden Yanık, mitlerle bezediği büyülü gerçekçi olayların bir karnaval havası yarattığı romanında, okurunu masmavi okyanuslarda, kakao ve vanilya kokularının yükseldiği yemyeşil ormanlarda, ışıltılı kurbağaların zıpladığı düşlerde ve Doğu ile Batı’nın dikenli sınırlarında dolaşmaya, bu efsunlu serüvene katılmaya davet ediyor. Yanık ile yeni romanını konuştuk.

*Yeni romanınızda, bir hayalin peşinden uzak diyarların keşfine doğru çıkılan bir yolculuk hikâyesini okuduk. Kitabın başkahramanı Kalender okura ne öğretiyor? Nasıl bir karakter yarattınız?

Kalender karakteriyle okura herhangi bir mesaj verme kaygısı taşımadım. Tüm bunlardan vareste tutarak Kalender her ne olursa olsun, umudunu diri tutuyor. Başına gelen onca badireye, onca felakete rağmen umudunu kaybetmiyor ve babasını onurlandırıyor. Ona görkemli hayallerini gerçekleştiren hayırlı bir evlat olma meselesini sunma noktasında belki de Kalender’de en çok sevdiğim yön buydu diyebilirim.

ROMANIM İÇİN İSPANYA VE İTALYA’YA GİTTİM

*Üç yıl aradan sonra yeni kitabınızı okuyucularla buluşturdunuz. Nasıl bir süreçten geçtiniz?

Sular Üstünde Gökler Altında kitabını yazmak üç yılımı buldu. Yaklaşık bir buçuk yılı romanın tarihsel çerçevesini inşa etmekle geçti. Kristof Kolomb coğrafi keşifler 1492 yılının ardından Avrupa’nın iktisadi olarak gelişmeye başlaması ve bununla birlikte Rönesans ve Reformun bir dayanak bulması yani iktisadi olarak bir dayanak bulması her zaman ilgimi çeken kafamı karıştıran şeylerdi. Bu meselenin içine girdiğim zaman biz de Türkçe olarak elle tutulur bir kaynağa rastlamadım. Kristof Kolomb’un Seyir Defteriyle yola çıktım ve Kristof Kolomb’un Seyir Defterinde “Tek taraflı” anlattığı hikâyelerin ilk basamağım olduğunu söyleyebilirim. Tabii bir de işin Müslümanların coğrafi keşiflere katılması meselesi var. Bazı kaynaklarda ki bu kaynakların, sahi olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyemesek de Kolomb’un yanında Müslüman bir denizcinin olduğu ve bu denizcinin Endülüs ya da Osmanlı casusu olduğu yönünde iddialar var. Ben buna katılmıyorum. Yalnız açıklanamayan şeyler var: Kristof Kolomb’dan evvel Müslüman insanların oraya gitmiş olabileceği yönünde ciddi işaretler var. İhtimallerden birisi, 1492 yılından evvel Müslüman denizcilerin bunlar Arap, Berberi, Pers, Malay olabilirler. O zamanlar ırk kavramı çok günümüzdeki şeklini almış değil. Onların içinden bir grubun gitmiş olabileceği yönünde. Zira şu var: Endülüs düşmeden önce bugün Granada olarak bilinen Toledo olarak bildiğimiz Endülüs şehirlerinde ve hatta El-Hamra Sarayı’nda okyanusların ötesine geçen denizcilerinin hikâyelerinin, masallarının anlatıldığı biliniyor ve bu hikâyelerden bazıları denizlerin ardında birtakım yerlerle karşılaşan “Müslüman kaşifler”den söz ediliyor. Oralarda çok fazla altın olduğu ve bu coğrafyaların müthiş bir doğasının olduğu ve bu coğrafyanın günümüz tabiriyle faunasının, atmosferinin, bitki örtüsünün, bilinen dünyadaki yerlere hiç benzemediği yönünde birtakım kayıtlar, anlatılar var. Bunların hepsinin altına girmek tabiri caizse bunları kaldırmak ve altlarına bakmak meşakkatli bir süreçti. Kolomb’un psikolojisini anakronizm hatasına da düşmemek kaydıyla anlatmakta ve o atmosferi çatmakta elbette zorlandım. Bir yönüyle her şeyin, tarihsel akışına uygun olmasına dikkat ettim. O dönemdeki Cadiz’de bitki örtüsü nasıldır, sakız ağaçları hangi bölgelerde vardır, hayıt bitkileri nerelerdeydi, sahil, tersane nasıldı, bir kalyon hangi direkten, kaç direkli olur, yelkenler nerede olur, kaç saatte ne kadar mesafe alıra kadar, gemicilik terimlerine çok fazla çalıştım. Diğer romanlarımdan evvel romanlarımın geçtiği yerlere gider, enine boyuna araştırmalar yapardım. Bu romanıma gelecek olursak İtalya ve İspanya’ya gittim. İtalya ve İspanya’da denize açılmadan evvel, yeterince bilgi topladım.

DENİZİN ORTASINDA DURDUM UFKU İZLEDİM

*Bir röportajınızda kitaplarınızı yazma aşamasında kılık değiştirip, araştırma yaptığınızı okudum. Kalender ve Kolomb için neler yaptınız? Bu romanınızın perde arkasında neler yaşandı?

Doğrusunu söylemek gerekirse Butimar’da olduğu üzere kılık değiştirerek, roman kahramanlarıma evrilme, onlar gibi en azından şeklen olma gibi faaliyetlerin içine girmedim. Ama burada denizi hissetmek, romandaki su kavramı üzerinden okyanusları hissetmek benim için çok önemliydi ve onu hissetmeye çalıştım ve bunu klişe bir şey olarak söylemiyorum. Suyu, denizi, okyanusu hissetmek, gidip bir geminin ucunda durup romantik birtakım duygulara kapılarak, güneşin suyun üzerinde oluşturduğu parıltıları izlemek değil. Denizin ortasında epey bir zaman geçirdim. Birkaç hafta belki de her gün suyun ortasında durdum, ufku izledim.

HAYALPEREST BİR ÇOCUKTUM

*Kolomb’u bir roman kahramanı olarak ele alarak bir ilke de imza attınız. Bir roman kahramanı yapma fikri nasıl oluştu?

Kristof Kolomb çocukluğumdan beri kahramanımdı. Aslında sadece Kolomb değil Amerigo Vespucci, Hernan Cortes ve diğer kaşifleri çocukluğumdan itibaren okumuş veya bana da okunmuştu. Hayalperest bir çocuktum. Keşfetmek, deneyimleyebilmek, çocuk aklıyla dünyada hâlâ böyle yerler olduğuna inanıyordum. O yüzden kaşifler benim için hep başka yerlerdeydi ama Kristof Kolomb da başkaydı. Amerika’ya ilk ulaşan şaşkın kaşif o. Şaşkın diyorum çünkü Kolomb Amerika kıtası olduğunu bilmiyor, vardığı yerin Hindistan’ın doğu adaları olduğunu düşünüyor. Bu şaşkın kaşif gerçekten zihnimde yer etmiş, tasvirleriyle doğru orantılıydı.

Okurlarımın bana benim okurlarıma ihtiyacım var

Geniş bir okur kitleniz var ve bu kitle özellikle gençler. Gençlerin ilgilerini nasıl çekiyorsunuz?

Ben kozama çekilip yazarım. İki üç yılda bir roman çıkarırım ve çalışır gezerim romanımla alakalı olarak. Sosyal medyaya bu dönemde pek bakmam. Sadece imza günü ve etkinliklere katılırım. O kendi kozamda yaşama gayretim belki okurlarıma geçirmek istediğim o “Romanlardaki özenle çalışılmıştık” hususunu okurlarım tarafından daha berrak bir şekilde algılatıyor olabilir. Okurlarımın bana, benim okurlarıma ihtiyacım var. Ben onlar için yazıyorum. Yazdıklarımı onlarla bölüşmek onlarla paylaşmak bunun çok başka bir şey olduğunun farkındayım. Bu açıdan kendimi çok şanslı addediyorum.


Oyunculuk sayesinde ayakta kaldım