MUSTAFA KARA
İster “Kitapların da bir kaderi vardır” deyiniz, ister “her işin bir vakt-i merhûnu vardır” deyiniz ikisi de onbir hecedir, aynı kapıya çıkar. Bazı kitapların yazılış macerası romancıları harekete geçirecek kadar renklidir, bazı kitapların neşir safhaları uzun hikâyelere konu olabilir. Yüzlerce tercüme, şerh ve haşiyesi olan kitaplar hangi başlık altında incelenmelidir? Bilmiyorum üniversitelerimizin kütüphanecelik bölümlerinde böyle seçmeli dersler var mıdır? Varsa müşterisi bol mudur?
VEFATININ 300. YILINDA BURSEVİ YILI İLANI
2025 yılı İsmail Hakkı Bursevî’nin vefatının 300. yılı. Bunu vesile edinerek Bursa valisi muhterem Erol Ayyıldız’ın destekleriyle bu yılı “Bursevî Yılı” ilan ettik. Bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Aydos’da 1653’te doğan İsmail Hakkı, Balkan şehirleri başta olmak üzere, İstanbul, Anadolu, Hicaz, Şam Kıbrıs’ta kalmış, Dergâhını Bursa’da kurması ve bu şehirde vefat etmesi sebebiyle Bursevî diye tanınmıştır. Konumuz açısından onun en büyük özelliği, yedi asırlık Osmanlı asırlarında Bursa’da yaşayan sûfilerin en çok eser kaleme alanın o olmasıdır. Arapça Ruhu’l-beyan isimli eseri ise onun şöhretinin Osmanlı sınırlarını aşarak İslam dünyasında tanınmasına sebep olmuştur.
Bursevî’nin mürşidi 1632 Şumnu doğumlu, şair ve müfessir Osman Fazlî İlâhî’dir.(Kıbrıs, 1691) Yazma Eserler Kurumu 2020 yılında Bursevî’nin Temamü’l-feyz isimli eserini neşretmişti. Bu eser hem Bursevî hem mürşidi hem de mensup oldukları Celvetiyye tarikatı hakkında çok önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Şimdi yayınlanan Subhatü’s-sâlikin ise Kitap, kütüphanecilik ve istinsah tarihimiz açısından daha farklı özelliklere sahiptir. Mutasavvıf, müfessir Bursevî’nin bir özelliği de bilindiği gibi şair oluşudur. Divan’ını -ilk doktora öğrencim olan- Murat Yurtsever, 2000 yılında neşretmişti. Yurtsever’in şimdi neşrettiği Subhatü’s-sâlikin ise Mahmud Nâsıh’ın bir araya getirdiği Bursevî şiirleridir. Yeni tabirle “Bütün Şiirleri”
Bursevî’den yaklaşık yüz sene sonra 1827 tarihinde İstanbul’da doğan Mahmud Nâsıh, tasavvuf dünyasının büyük şahsiyetleriyle düşüp kalkmış, farklı meşreplere mensup insanlardan istifade etmiş alim ve arif bir zattır. Gönül teline dokunanlardan birinin de İsmail Hakkı olduğu anlaşılmaktadır. Onun şiirlerini okuması onu tatmin etmemiş olacak ki Divan’ın dışında çok farklı eserlerinde bulunan bütün şiirlerini de bir araya getirmek için uzun ve çileli bir yolculuğa başlamıştır. Bunun için çalmadığı kapı kalmamış, cami, tekke, medreselerden sonra sahaflar ve kıymetli koleksiyonlara sahip olan insanlardan yardım istemiş, külliyatın tamamlanması için gece gündüz demeden çalışmıştır. Bu esnada bazan teşvik bazan da tehdit edilmiştir. Yıllarca süren bu aşk ve sevda ile “fena fi’l-Bursevî” makamına yükseldiği için zaman zaman metin tashihi yapmak, eksik beyitleri tamamlamak konusunda kendini yetmili görmüştür. Hiç evlenmeyen, mücerret yaşamayı tercih eden Nâsihî’nin tek aşkı işte bu büyük ebat bin sayfalık Subhatü’s-sâlikin isimli yadigârdır.. Bursevî aşkı onu önce Bursevî dergâhına, sonra Orhangazi’ye, Sonra İznik, sonra İnegöl’e sürüklemiş, nihayet Subha’ya 1892’de son şeklini verdikten sonra Bursa/Tahtakale’de eski bir han köşesinde 1902 ‘de emaneti sahibine teslim eylemiş, Dergâh’ın bahçesinde sırlanmıştır.
MEZARI DA DİVANI DA KAYIP
Kitabiyat alimlerimizden Bursalı Mehmet Tahir, İkinci Meşrutiyet döneminde kaleme aldığı meşhur eseri Osmanlı Müelifleri’nde kayıp eser için şöyle diyor: “Vefatından sonra bu yegâne nüsha-i kıymetdârın hangi insafsız ve izansızın yedinde kaldığı anlaşılamadı.”
Hüseyin Vassaf ise 1924 yılında tamamladığı Sefine-i Evliya isimli eserinde Mahmud Nâsıh’a olan aşk ve hayranlığını ifade ettikten ve özel meşrebine vurgu yaptıktan sonra şöyle diyor “Yegâne eseri Subhatü’s-sâlikin ortada yoktur. Ele geçse de Hz. Hakkı’nın kitapları miyânında hüsn-i muhafaza edilseydi ne güzel olurdu!”
1960’lı yıllarda Fransa’da İsmail Hakkı üzerine doktora tezi hazırlayan Sakıp Yıldız ise, (Nazilli 1937-Bursa, 1995) Bursa’da çalışırken eserle karşılaşınca ne olduğunu, ne yapacağını tam kestirememiş, onu da Bursevî’nin eserleri arasında zikretmiştir: “ …Büyük bir emekle hazırlanmış Subhatü’s-sâlikin, şimdiye kadar bir araştırmacının eline geçip inceleme veya basılma fırsatını bulamamıştır”.
Öyle anlaşılıyor ki Kadızâde Sâib Efendi tarafından Bursa Mevlevîhanesi kütüphanesine vakfedilen eser bir ara kayıplara karışmış 1925 tarihinde dergâhlar sırlanınca Bursa Yazma Eserler Kütüphanesine intikal etmiştir. Divan’da yer alan şiirleri de ihtiva eden ve alfabetik kafiye düzeniyle bir Divan halini alan, yaklaşık 2500 manzum metni ihtiva eden eser, Yursever’in yıllar süren emeği ile gün ışığına çıkarılmıştır. Dervişlerin Tesbihi anlamına gelen Subhatü’s-sâlikin için Yurtsever’in kaleme aldığı giriş metni de şair Bursevî’nin, edib Nâsihî’nin yolunda olduğunu gösteren güzel bir Türkçe ile kaleme alınmış dikkat, titizlik, sabır,dikkat, rikkat hatta vecd ile sarmaş dolaş satırlardır.
Mahmud Nâsıh’ın yaptığı bir iş te tasavvufî konulara bakış tarzını aktarmak için Bursevî’den naklettiği kısa nesirlerdir/takrirlerdir. Aynen iktibas edilen bu metinlerden bazı başlıklar şöyle sıralanabilir: Vahdet-i vücud, Enelhak, Tasavvuf, Mürşid-i kâmil, Esmâ-i hüsna, Melâmiyye zümresi, Şarab-ı tahûr,Bâğ-ı irem,Mehdi, Deccâl, Vahdet, Kesret, Halvet, Celvet, Şiir, Tütün, Hurufîlik, Işıklar zümresi..
KAYIP ESER BULUNDU SİRA MEZAN TAŞINDA
Ne yapmak gerekir?
Müstensihimizin kendisi ve bizim için yaptığı dua ile perdeyi sırlayalım:
Yâ İlâhî Şeyh Hakkı hürmetiyçun lütfedip
Ver bu abd-i âcize nâr-ı cehennemden eman
Yalnız bir ben değil yâ Rabbi bu mecmuayı
Mazhar-ı afvın ola bilcümle yârân okuyan
Teklif: İki büyük cilt halinde yayınlanan eserin orjinalinde üç takriz var. Yeni neşirde iki takriz var. Üçüncü takriz Mustafa Tahralı hocamıza ne kadar yakışır!