Yedi Güzel Adam’a dair birkaç söz

Osman Özbahçe’nin Zarifoğlu Efsane ve Şiir kitabı Ebabil Yayınları arasından okurla buluştu. Osman Özbahçe Yedi Güzel Adam şiirinden yola çıkarak bu şiirde geçen isimleri mercek altına alıyor ve “Yedi Güzel Adam” efsanesinin ortaya çıkış sürecine ilişkin ulaşabildiği bütün kaynakları titizlikle değerlendirirken süreç boyunca karşısına çıkan çelişkilere de dikkat çekiyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Osman Özbahçe’nin Zarifoğlu Efsane ve Şiir kitabı Ebabil Yayınları arasından okurla buluştu.

*İBRAHİM DEMİRCİ

Osman Özbahçe’nin yeni kitabı: Zarifoğlu Efsane ve Şiir, Ebabil Yayınları eleştiri dizisinin 24. kitabı, 240 sayfa. Kitap “Önsöz”, “Karakoç Çevresinden”, “Mavera’nın Öznesi ve Yedi Güzel Adam” bölümlerinden oluşuyor. İlk bölüm kitabın en uzun bölümü 110 sayfa. İkinci bölüm 81, üçüncü bölüm 45 sayfa. Her bölümün sonunda zengin bir kaynakça bulunuyor.

Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısı, bir çeşit özet sayılabilir: “Cahit Zarifoğlu Türk şiirinin, Türk edebiyatının büyük ustalarından biridir. Şiir, hikâye, roman, deneme, günlük, çocuk edebiyatı, tiyatro alanlarında ürün vermiş, yıllarca dergicilik, gazete yazarlığı yapmış çok yönlü bir sanatçıdır. Sağlığında sanatına ilişkin yazılanlar son derece sınırlıdır. Ölümünün ardından hakkında yazılar, dosyalar, özel sayılar, tezler, kitaplar hazırlanmış, anma programları düzenlenmiş, adı etrafında hatırı sayılır bir literatür oluşmuştur. Zarifoğlu literatürü önemli ölçüde güzel adam literatürüdür. Bu niteleme günümüz itibariyle Zarifoğlu’nun büyük şemsiyesidir. Ona ilişkin her açının prizması, bütün eserlerini birleştiren büyük başlıktır. Eserlerini; şiirini, hikâyesini, romanını görebilmek, değerlendirebilmek için bu adımı geçmek gerekmektedir. Zarifoğlu Efsane ve Şiir bu amaçla yazılmıştır.”

GERÇEK Mİ KURGU MU

Yazarın da açıkça belirttiği gibi bu adım, yani Yedi Güzel Adam efsanesi, geçilmesi, aşılması, geride bırakılması, bir kenara konması gereken bir çeşit söylence, bana sorarsanız “tevatür”dür. Osman Özbahçe, bu tevatürün nerede, ne zaman, nasıl ve kimler tarafından üretildiğini titiz bir çalışmayla ortaya koymuş. Ben bu sürecin üreme, üretme, üretilme gibi az çok doğal ve kendiliğinden sayılabilecek bir gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Fakat Osman Özbahçe, bunun bir “kurgu” olduğu kanısında. Onu bu kanıya götüren en sağlam kanıt da, Yedi Güzel Adam şiirinin, Edebiyat dergisinin Kasım 1971 sayısında yayımlanan “IV” numaralı bölümünün “Yedi Güzel Adama” başlığıyla yayımlanmış olmasıdır. Şiirin adında yapılan bu değişikliğin sorumluları, Özbahçe’ye göre Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve Âkif İnan’dır. Şiirin sahibi Cahit Zarifoğlu, bu müdahaleye karşı çıkmış olmalı ki şiirin bir sonraki bölümü Edebiyat’ın Haziran 1973 sayısında “Yedi Güzel Adam V” başlığıyla yayımlanmıştır.

Yazar, “Yedi Güzel Adam” efsanesinin ortaya çıkış sürecine ilişkin ulaşabildiği bütün kaynakları titizlikle değerlendirirken süreç boyunca karşısına çıkan çelişkilere de dikkat çekiyor. Bu çelişkiler biz insanların geçmişi güzelleştirme, olumsuzluk unsurlarını -hele de bunlar kendimize aitse- görmezden gelme, sorumluluğu başkasına yansıtma gibi savunma mekanizmalarımızın nasıl işlediğine ilişkin örnekler sunmuş oluyor. Düşünürlerin, sanatçıların, toplum önderlerinin -hattâ Allah’ın elçilerinin bile- böylesi beşerî özelliklerden bütünüyle arınmış olmadıklarını gösteren davranışlar bulmak hiç de zor değildir.

TESPİTLERE YÖNELİK ELEŞTİRİ

Osman Özbahçe’nin kitabındaki temel amaçlardan biri, Sezai Karakoç’un ve Diriliş dergisinin edebiyat ve düşünce tarihimizdeki önemini, değerini, önceliğini, öncülüğünü, büyüklüğünü vurgulamaktır. Bu isabetli ve haklı bir vurgudur. Ancak önce Diriliş dergisinde Sezai Karakoç’un çevresinde, sonra Edebiyat dergisinde Nuri Pakdil’in yanında yer almış oldukları hâlde sonra Mavera dergisini çıkaran ekibin bir bakıma başını çeken Rasim Özdenören ile Erdem Bayazıt’ın edebî varlıklarını neredeyse bütünüyle Sezai Karakoç’a borçlu olduklarını söylemek en hafif tabiriyle haksızlıktır. Neredeyse baştan sona ve sık sık heyecanlı bir polemik diliyle karşılaştığımız çalışmasında Osman Özbahçe’nin pek çok yargısı karşısında “Haksızlık bu!” demekten kendimi alamadım: “Edebiyat dergisi Edebiyat’ta yayınlanacak yazı ve şiirlerde âdeta İslâm kelimesini yasaklamıştır. İslâm’ın göstergesi kelime ve kavramlar yasaklanmıştır.” (s. 43). Osman Özbahçe, Nuri Pakdil’in üç kitabına adını veren “Biat” kelimesini, Âkif İnan’ın ilk şiir kitabının adı olan “Hicret”i “İslâm’ın göstergesi kelime ve kavramlar” arasında saymıyor olabilir mi? Hiç sanmam. Öyleyse bu cümleyi nasıl yazabildi? Nuri Pakdil’in “namaz” yerine “eylem”, “hac” yerine “toplantı” demiş olmasını feveranla karşılayan muhafazakâr yaklaşıma mı teslim oldu acaba? (Burada Mehmet Görmez Hoca’nın öğrencilik yıllarında kaleme aldığı bir hutbe metninde namazdan “eylem” diye söz ettiğini, ilgili öğretmenlerin bunu yadırgadıklarını, durumu açıklamak için Nuri Pakdil’i referans gösterdiğini hatırladım. Şunu da hatırladım: 23 Ocak 1963 tarihli Yeni İstiklâl gazetesinde Mehmet Yasin imzasıyla basılmış olan “Kulübümüz” başlıklı yazısında Sezai Karakoç, “tarikatler”i anlatmaktadır. O yazıya şöyle başlamıştır: “İslâmlığın parlak günlerinde, tarikatlar, birer fikir, ahlâk ve ruhî eğitim kulübüydü. Yedisinden yetmişine halk, bu kulüplerde yetişiyor, yükseliyor, inceliyor ve derinleşiyordu.” Aynı yazıdan bir cümle daha: “Gerçek bir İslâm Rönesansı, İslâmın yeniden doğuşu, bu okulların bıraktıkları eserleri tarihî birer kalıntı, arkaik birer tortu olmaktan çıkararak, yeni kuşaklara ulaştırmakla mümkün olacaktır.”

Altmış yıl önce “tarikatler”i “kulüplerimiz” olarak görmüş ve göstermiş olan Sezai Karakoç’u da, yirmi altı yıl önce “Dört Halife yürüyorlar kolkola/Ebubekir Ömer Osman ve Ali” diyerek okuyucularına “yeryüzüödevi”ni hatırlatmış olan Nuri Pakdil’i de rahmetle anıyorum.