alimuratg@yahoo.com
GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ
Yapım Yılı ve Ülkesi: 2011, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi: Duygusal drama, 112 dakika
Gösterim Formatı: 35 mm standart sinema filmi
Perdedeki Resim Oranı: 1.85:1
Ülkemizde Gösterime Sunulan Kopya Sayısı: 42
Yönetmen: Hasan Tolga Pulat
Yapımcılar: Hasan Tolga Pulat, Emre Kavuk (T.C. Kültür Bakanlığı'nın 'ilk filmler' için verdiği maddî destekle çekildi)
Uygulayıcı Yapımcı: Uğur Şahin
Senarist: Emre Kavuk
Görüntü Yönetmeni: Önder Şengül
Özgün Müzik Bestecisi: Toygar Işıklı
Kurgucu: KALANDERhasan
Sanat Yönetmeni: İsmet Bosna
Oyuncuları: Uğur Polat (Komiser İzzet), Nesrin Cavadzade (Hayat kadını Anna), Buğra Gülsoy (Şartlı tahliye olmuş eski mahkûm Cumali), Feride Çetin (Tecavüz kurbanı köy kızı Mediha/Figen), Barış Atay (Eski boksör-yeni otomobil tamircisi Ali), Vahdet Çakar (Ali'nin boks antrenörü babası), Uğurtan Denizaltı (Kimliği belirsiz sokak çocuğu), Zeynep Kaçar (Komiser İzzet'in eşi), Emre Melemez (İnsan kaçakçısı), Luran Ahmeti (Pezevenk Zoran), Cengiz Sezici (Cumali'nin köylüsü kahveci), Bedia Ener (Mediha/Figen'in annesi)
Yapımcı Şirket: Onaltı Dokuz Film Yapım
Dağıtıcı Şirket: Medyavizyon Film
İçerik Uyarıları: (Bir sahnesinde) içerdiği yüzeysel çıplaklığın yanı sıra, hikâyenin bazı karakterleri de konuşmaları ve giriştikleri eylemlerle olumsuz davranış örnekleri sergilediklerinden dolayı, 13 yaşından daha küçük bir izleyici kitlesi için uygun bir yapım değildir.
Ailece izlenebilir mi? / ŞARTLI EVET / 13+ (Ailenin küçük üyelerinin en az 13 yaşında ve daha büyük olması şartıyla)
Filmin Yeni Şafak-Sinema Puanı: (4 yıldız üzerinden) * * *
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: www.guzelgunlergorecegiz.com
Kazandığı Ödüller: 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali (2011) / “En İyi Film”, “En İyi Senaryo” (Emre Kavuk), “En İyi Kurgu” (KALANDERhasan), “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” (Nesrin Cavadzade)
:::::::::::::::::::::::::::::
:::::::::::::::::::::::::::::
Ekrandaki tanımadığım numaraya cevap vermek için tuşa bastığımda “Ali Murat bey, hatırladınız mı, ben kısa film yönetmeni Hasan Tolga Pulat” dedi karşımdaki ses, “2007'de sizin organize ettiğiniz 'Yalnızca Yüreğim, Kameram ve Ben' adlı yarışmada bir mansiyon kazanmıştım. Ayrıca, beni TV Net'teki kısa film programınızda da ağırlamıştınız.”
Sözünü ettiği, 2008 yılı Ocak ayındaki o televizyon programından sonra bir daha hiç görüşememiştim Hasan Tolga ile… Buna karşılık, ben de “Hiç hatırlamaz olur muyum güzel kardeşim” cümlesiyle mukabele ettim genç dostumun samimi sözlerine, “Geçtiğimiz aylarda ilk uzun metrajlı filminle Antalya'da bütün önemli ödülleri silip süpürmeni uzaktan uzağa gururla takip ettim; gönülden kutluyorum seni ve ekibini…”
“İlk sinema filmimiz 'Güzel Günler Göreceğiz' bu hafta sonu ticarî gösterime giriyor. 1 Şubat Çarşamba akşamı da İstanbul'da galası yapılacak. Yönetmenlik yolundaki zorlu mücadelemde ilk aşamadan itibaren bana destek vermiş değerli dostlarımdan biri olarak, sizi de bu galada aramızda görmek istiyorum” diyerek devam etti konuşmasına sevgili Hasan Tolga…
Bu, benim son yıllarda aldığım en güzel telefon mesajlarından biriydi. Hele de “adam olmaları” için yıllar boyunca elimden gelen her türlü fırsatı önlerine cömertçe sermeye çalıştığım, gerek Hasan'ın “konuk edilişini hiç unutmadığı” o programa, gerekse bu sütunlara son 7-8 yıl içinde en az ikişer-üçer kez bol keseden konu/konuk ettiğim, çoğuna hayatlarındaki ilk sinemasal ödüllerin verilmesine vesile olduğum, TV Net'teki (inanılmaz kıt imkânlarla yürüttüğüm) programımda filmlerinin ilk ticarî gösterimleri şerefine -simgesel bir miktarda da olsa- meslek hayatlarının ilk teliflerini ödeyerek kendilerini onurlandırmaya çabaladığım, fakat ayaklarının biraz daha sağlam bir iş zeminine basmasıyla birlikte çoğu selamı sabahı kesip ortalıktan toz olan yığınla “hızlı İslâmcı” kardeşimizden sonra, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü mezunu, dahası kendisine ideolojik açıdan hemen hiç yakın olmadığım gencecik bir sinemacının bu sürpriz vefâ gösterisi hiç kuşkusuz ki çok daha anlamlı duruyordu benim bolca yenilgi ve hayâl kırıklıklarıyla bezenmiş küçük hayatımda…
İki haftadır bir türlü yakamı bırakmayan solunum yolları rahatsızlığımdan dolayı, gereken enerjiyi bulup da “Güzel Günler”in galasına gidemedim gerçi; fakat geçen cuma günü evime hayli yakın olan Kavacık-Boğaziçi Sineması'nda, henüz ilk seansında izledim bu filmi…
Ha, gönül isterdi ki hayat kadını Anna'nın geldiği ülke ve önceki hayatı üzerine bir parçacık daha bilgi kırıntısıyla donanalım, Komiser İzzet'in Mediha'yı tanıma ve ona delicesine vurulma serüvenine biraz daha yakından vâkıf olalım; aynı şekilde İzzet'in kronik mutsuz görünümdeki eşinin aileyi -istemeden de olsa- adım adım darmadağın eden bu huysuzluğunun biraz daha somut gerekçelerle temellendirildiğini görelim. Bir polis karısı, en az 15 yıllık bir evlilikten ve iki tane çocuk yaptıktan sonra kocasının zaman-zemin mevhumu tanımayan yıpratıcı mesleğiyle bu denli bozuşuk olabilir mi?
Ancak, dediğim gibi, senaryo son kertede o kadar çetin ceviz zorlukların üstesinden geliyor ve öylesine rahat bir tavırla düzlüğe çıkıyor ki, sözünü etiğim ufak tefek çapaklar anlatılan meselenin özünü zedeleyecek çok da vahim aksamalara yol açmıyor. Benimkisi yalnızca izlerken tadımın damağında kaldığı bir hikâyeye karşı duyulan birkaç fazladan beklenti, hepsi o kadar…
Hayatın çilelerine karşı nihai bakışının dolaysız bir yansıması konumundaki o güzelim adını Nazım Hikmet'in ünlü şiirinden alan “Güzel Günler Göreceğiz”, çıkış noktası itibarıyla karamsar bir hikâyeler demetinin izini sürüyor. Fakat, filmimiz son sözünü ise bu çıkış noktasının tam aksine kronik depresif bir yaklaşımdan, devâsız bir nihilizmden tamamen uzaklaşarak, alabildiğine kararlı bir iyimserlik içinde söylemekte... Ki benim de 2000'lerdeki boğucu örneklerini birbiri peşisıra izlerken sıkıntıdan isilik döktüğüm “Dünyada her şey bombok, hiçbir konuda zerre kadar umut yok” diye kendince kıvranıp duran onca “depresif genç yönetmen filmi"nden sonra perdede görmeye tek kelimeyle susamış olduğum bir bakış açısı bu…
Evet doğru, insanları kronik bir tatminsizliğe, oradan da kasvetli bir mutsuzluğa sürükleyen “İstanbul cangılı”nda başlangıçta hiçbir kahramanımızın durumu pek parlak değil; fakat gerek senarist gerekse yönetmen bu manzara karşısında kesinlikle pes etmiyor ve filmin son çeyreğinde “Koşullar her ne kadar kötü görünürse görünsün, iyilik için her zaman bir çıkış yolu bulunur” önermesini getiriyorlar. Türk sinemasını yeni milenyumla birlikte çepeçevre kuşatan berbat bir depresif/nihilist dalgadan sonra, iki genç adamın muhalliyesinden doğan böylesine ümitvâr bir final için bile heyecanla destekleyebileceğim bir hikâye sunmakta “Güzel Günler Göreceğiz”…
UĞUR POLAT'IN BAŞINI ÇEKTİĞİ MUHTEŞEM OYUNCULUKLAR
İzzet'in ruhunun derinliklerinde bir yerde hâlâ idealist bir kanun koruyucu, iyi niyetli bir polis var gerçi; onun da belediye otobüsündeki “yaşlılara yer verme” tartışması sırasında ansızın dışarı püskürdüğünü görüyoruz. Aynı şekilde, televizyonda, bir Arap ülkesindeki özgürlükçü ayaklanmaları izlerken “Adamlar bıkmışlar artık baskıdan, insanca yaşamak istiyorlar” diye mırıldanarak, hiç tereddütsüz şekilde bu hak mücadelesinin yanında tavır alıyor. Öte yandan, karısının bütün dünyevîliği ve umursamazlığına rağmen, küçük oğlunun “İhlas Sûresi”ni ezberlemesini de son derece önemsiyor. Belki, sevgili evladının kendisinin asla olmadığı kadar dürüst ve namuslu bir kamu görevlisi çıkmasını arzuluyor içten içe… Ancak, yaşadığı sefil hayatta artık öylesine derin bir batağa saplanmış durumda ki buradan çıkabilmek için mevcudu çok aşan bir irade sergilemesi gerekli…
Velhasıl, ülkemiz sinemasının en değerli çağdaş aktörlerinden biri olarak gördüğüm Uğur Polat, onu sette rahat bırakan bir yönetmenlik stilinin de katkılarıyla Komiser İzzet rolünü oynamamış, âdetâ çekimler boyunca yaşamış.
Bunun dışında, ilk kez Derviş Zaim'in geçen yılki “Gölgeler ve Suretler”inde tanıyıp sevdiğim genç kuşak aktörlerden Buğra Gülsoy'u töre manyağı olmuş akrabalarının baskısıyla kızkardeşini katleden, fakat işlediği cinayeti 12 yıllık cezaevi hayatı boyunca bir türlü hazmedemeyen Cumali”de; akranı Barış Atay'ı ise parlak boks kariyerini kendi hatasıyla erkenden bitirmiş Ali karakterinde hayranlıkla izledim, her iki sanatçıyı da rollerine cuk oturmuş buldum.
Aynı şekilde, İzzet'in eşi rolündeki Zeynep Kaçar'ı “Zaten kırılgan olan bir evlilik kadın dırdırıyla nasıl büsbütün çökertilir?”; sinemamızın tecrübeli karakter oyuncularından Cengiz Sezici ve Bedia Ener'i de “İnsan hayatı, kara cahilce törelerden beslenip duran kör inatlar sayesinde nasıl bozuk para gibi harcanır?” gibi hassas sorulara çok sağlam cevaplar veren üstün performansları nedeniyle ayakta alkışlıyorum.
Nitekim, daha henüz İstanbul'un tekinsiz arka sokaklarında kendisini bile korumaktan aciz olan, bilmem hangi eski Doğu Bloku ülkesinden buralara ekmek parası için savrulmuş gayrımüslim fahişe Anna'nın organ mafyasına kurban edilmek üzere olan isimsiz sokak çocuğunu hiç kimsenin kendisine hesap sormayacağı bir bencillik gösterisiyle kolayca kaderine terk edebilecek iken, vicdanı rahat etmeyip (bağlı olduğu pezevengin ürkütücü tehditlerine rağmen) çocuğu akıl almaz bir zâlimlikten kurtarmaya girişmesi de kahramanlarımızın her birinin son düzlükte ayrı ayrı sergilemeye başladıkları özverili davranışların zirve noktasını oluşturuyor. İsmet Paşa'nın tarihe geçmiş ünlü sözünde olduğu gibi, “Bir memlekette namuslular da namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette hiçbir hayırlı iş yapılamaz.” Eyvallah, Millî Şef'in tarihte her dediğine de her yaptığına da bayılmıyorum, ancak bu esaslı vecizesi karşısında şapka çıkartmaktan başka bir seçenek bırakmamış bizlere…
* * *
http://yenisafak.com.tr/Sinema/?i=95590
* * *
YENİ ŞAFAK SİNEMA SAYFASI / YILDIZ PUANLAMA TABLOSU
* * * *
(4 Yıldız) Sinemanın sanat kimliğini pekiştiren gerçek bir başyapıt… Kaçırmanız gerçekten de yazık olur.
* * * 1/2
(3,5 Yıldız) Oldukça başarılı bir film. Şartlarınızı zorlamak pahasına mutlaka görmelisiniz.
(3 Yıldız) Çoğu bölümüyle sanatsal bir derinlik ve lezzet yakalayabilen, kayıtsız kalınmayacak bir film. Ömrünüzden bir kaç saati vermeye değer…
* * 1/2
(2,5 Yıldız) Bazı bölümlerinde iyi bir filmin kalite standartlarına erişmeyi başarabiliyor; fakat bir bütün olarak bakıldığında ise sorunlu ve tam olmamış.
* *
(2 Yıldız) Hiç bir sanatsal değeri ve akılda kalıcılığı yok. Yalnızca zaman öldürmek için tüketilebilir. Ki zamanınıza önem verdiğimiz için bunu da pek önermiyoruz.
* 1/2
(1,5 Yıldız) Kötü bir film ve neden çekildiğini anlamak zor… Görmemeniz yararınıza olacaktır.
*
(1 Yıldız) Sinema sanatı adına utanç verici bir gösteri… Arkanıza bakmadan kaçın, sevdiklerinizi de uzak tutun!