Karacadağ'ın yaratıkları korkutmaya devam ediyor

Düşük bütçeli ilk korku denemesi "Dabbe" ile bu türe umut verici bir başlangıç yapan genç yönetmen Hasan Karacadağ, nisbeten daha iyi imkânlarla çektiği "Semum"da ise kalite çıtasını biraz daha yükseltmiş görünüyor.

Ali Murat Güven
Karacadağ'ın yaratıkları korkutmaya devam ediyor

SEMUM

2007, Türkiye yapımı Korku / Gerilim

Senarist ve Yönetmen: Hasan Karacadağ Görüntü: Seyhan Bilir Müzik: Justin R. Durban Özel Efektler: BDR Dijtal Efekt Süpervizörü: Cihat Parlak Oyuncular: Ayça İnci, Burak Hakkı, Nazlı Ceren Argon, Cem Kurtoğlu, Sefa Zengin, Bahtiyar Engin İçerik Uyarıları: İçeriğindeki yoğun korku ve şiddet öğeleri nedeniyle, 18 yaşından küçüklerin ve bu tür temalardan hoşlanmayanların izlememesi tavsiye edilir. Dağıtıcı Şirket: Warner Bros.

* * *

27 yaşında İzmirli bir ev kadını olan Canan Karaca ve eşi Volkan, yeni aldıkları büyük bir eve taşınırlar. Genç çiftin hayatları son derece güzel bir biçimde akıp giderken, yeni evlerinde Canan'a ansızın garip şeyler olmaya başlar. Kahramanımız yavaş yavaş başka bir varlığa, öte âlemden gelip kendisine hükmetmeye başlayan doğaüstü bir yaratığa dönüşmektedir. Çok geçmeden, bu korkunç varlığın, İslâm dininin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerim'de "Semum" olarak adlandırılan bir cehennem zebânisi olduğu anlaşılır. Çaresizlik içinde kıvranan Volkan, eşini içine düştüğü dehşetli durumdan kurtarabilmek için, sonunda bu tür paranormal olaylarda deneyim kazanmış, bilge bir din adamından yardım isteyecektir. Karanlık çağlardan beri yeryüzünde varolan ve ölesiye nefret ettikleri insanoğluna korku saçan "Semum"lar, kendilerine hedef olarak neden Canan'ı seçmişlerdir? Sıradan bir insan için, cehennemin kapılarının henüz ölmeden açılması mümkün müdür?

2006 yılında çektiği "Dabbe" ile, topu topu çeyrek milyon dolar bütçeli bir "ilk film"e karşı alabildiğine gaddarca yaklaşan pek çok eleştirmeni ters köşeye yatırıp 750 bin gibi müthiş bir izleyici rakamı yakalayan Hasan Karacadağ'a, düzenli okurlarımızın hemen hatırlayacağı üzere, o günlerde "açık destek" vermiştik. Bu desteğimiz, genç yönetmenin ikinci filmi "Semum"dan sonra da artarak sürüyor.

Gerçi, dostumuzun elinde yine öyle ahım şahım bir bütçe yok. Fakat, kendisinin sırf -her iki filminde de büyük bir kültürel özgüven ve cesaretle- "İslâmî literatür kaynaklı korku motifleri"ne başvurması, Batı'nın gotik korku temalarını birebir taklit etmek yerine yerel öyküleri beyazperdeye uyarlamadaki inatçı tavrı bile kendisine böyle bir desteği vermemiz için fazlasıyla yeterli. Kaldı ki "Semum"da bir kez daha teyit edildiği üzere, Karacadağ da öyle arkadan itelenmeye falan gerek duymadan, amacına rahatça ulaşmayı bilen, izleyicisini ciddi ciddi korkutan bir yönetmen. Nitekim, bu defaki filminin dağıtımının bir majör şirket, Warner Bros gibi son derece prestijli bir grup tarafından yapılması da ilk filminden sonra kendisine duyulan güvenin bir başka yansıması…

"Dabbe", son derece parlak bir fikir olmasına karşın, zaman zaman bütçesizliğin ve yetersiz oyunculuğun kıskacında sıkışıp kalan bir projeydi. "Semum" ise çıtayı biraz daha yükseltiyor ve korku sineması tutkunlarına beyazperdede çok daha iddialı bir gösteri sunuyor. Gerek oyunculuklar, gerek senaryonun yazım tekniği, gerekse özel efektler, "Dabbe"nin gişe başarısından sonra yerinde saymayı tercih etmeyip, izleyicinin kendisine gösterdiği o yüksek teveccühe lâyık olabilmek için çırpınan gerçek bir korku-gerilim ustasının doğuş sancılarını haber vermekte…

Ha, bizim Karacadağ'da görmek istediğimiz son nokta bu mudur? Elbette ki değil. Ancak, adına hayat denilen oyunun, ilk gençliğindeki -gayet kısa süren- yönetmenlik macerasında "kendisine hiç avans vermediği" biri olarak, ben ise yönettiğim bu sinema sayfasında genç sinemacılara öteden beri daima cömertçe avans dağıtmayı tercih etmekteyim. O nedenle, Karacadağ'dan bundan çok daha iyisinin geleceğine yönelik umutlarımı da aynen muhafaza ediyorum.

Filmin ünlü korku klasiği "Şeytan" (The Exorcist) ile benzerliği yönündeki sızlanmalara gelince… "Exorcism", yani insan bedenine musallat olmuş kötü niyetli cinleri kovma ritüeli, yalnızca Hıristiyan dünyasına özgü bir gerçeklik değil ki. Bu ürkütücü işlemi, İslâm ülkeleri coğrafyasında da ihtiyaç hissedildikçe (hem de çok daha başarılı ve etkin yöntemlerle) gerçekleştiren binlerce, onbinlerce ilâhiyatçı mevcut. Sonuç itibarıyla da -mağdurun ırkı, dini ve dili her ne olursa olsun- bütün cin çıkarma seanslarında birbirine benzer olaylar gözlemleniyor. Sözgelimi, sadece benim bile en azından bir kaç düzine (kalbi böylesi bir gerilime dayanamayacakların altlarına yapmalarına neden olabilecek türden sahnelerin yaşandığı) "cin çıkarma âyinleri" izlemişliğim söz konusu. O yüzden de Amerikalı ağabeyimiz William Friedkin 1973'de meseleye bir kez el attı diye, bundan sonraki zamanlarda yeryüzündeki hiç bir yönetmen "exorcism" temasını ele almayacak diye bir kural yok. O nedenle, beni her iki filmin arasındaki kaçınılmaz benzerlikler değil, ülkemin genç bir yönetmeninin bu ilgi çekici temayı ne kalitede işleyebildiği ilgilendiriyor. Hele de bir korku filmi tutkunu olarak, yıllar yılı, Hollywood'un o gösterişli efektlerle bezeli öykülerinde "Baba, Oğul ve Kutsal ruh adına defol bedenden!" diye bağırıp haç çıkartan rahipleri izledikten sonra, cehennemî bir atmosferde karşı karşıya gelen Müslüman bilgeyle "Semum"un ürkütücü kapışmasından büyük bir keyif aldığımı bile söyleyebilirim.

Hasan kardeşim, kendi alanında iyi şeyler yapıyorsun; sakın arkana bakma ve yoluna aynen devam et. Bilemiyorum, verdiğim bu moral sana yeter mi… Ancak şunu da aklının bir köşesine not et lütfen: Ben ve benim sözlerime değer verenler; sonuna kadar arkanda olacağız.

alimurat@yenisafak.com.tr