T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bu kadar nefretle hiçbir yere gidilmez!..

İçinde olmadığımız, tanımadığımız dünyaların haberlerini, "bulvar gazeteleri"nden ve "tabloid televizyonlar"dan izleyerek, hemen yargılara varmak yanlışına düşmeyelim..

Kendimiz gibi olmayan her kesime ve herkese, "ahlaksız", "sapık" veya "şeriatçı", "bölücü" gibi damgalar vurmayalım.

Bu ortamın yaratılmasında, tabii ki "hastalıklı medya"nın rolü büyüktür.

Uzlaşmanın değil kamplaşmanın, sevginin değil nefretin, bilginin değil cehaletin, özgür ve çoğulcu düşüncenin değil ön-yargıların ve sloganların ticaretini yapan medya anlayışı, Türk toplumunu "ötekiler"le doldurdu..

İzleyin bu anlayışı seslendiren medyayı.

Bunlara göre, başları örtülü eğitim haklarını kullanmak isteyen her genç kız, şeriat ordusunun birer militanıdır..

Ya da bütün mankenler birer fahişe, geceleri eğlence mekanlarına giden herkes de, sapık ve uyuşturucu bağımlısıdır..

Böyle hastalıklı bir nefret kamplaşması içinde, Türkiye 21'inci Yüzyıl ufuklarına doğru, uygarlık yarışı yapabilir mi?

"Magazin gazeteciliği" denilen önemli meslek dalının alabildiğine yozlaşmasına göz yuman medya patronlarına, yöneticilerine şaşıyorum..

Kendilerinin de içinde bulunduğu sosyal kesimin, böylesine toptan aşağılanmasına böylesine çarpık biçimde teşhir edilmesine nasıl razı oluyorlar?

Aileleri, çevreleri hiç hesap sormuyor mu bunlardan?

Ya da inançlara dayanarak, dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu şartların tümünü, "kötü", "günahkar", "kokuşmuş" ilan eden sözcüler, temsil ettikleri kesime "gerici" damgası vurdurmaktan, zevk mi alıyorlar?

Biraz bilgi, biraz görgü, hoşgörü ve anlayış, artık kalmadı mı düşünce dünyamızda?..

Biraz düşünelim..

New York'da, Milano'da, Paris'te, Londra'da o moda festivalleri olmasa ve giysileri-kumaşları mankenler teşhir etmese, dünyada ve Türkiye'de, konfeksiyon ve tekstil sanayii ürünlerine talep, nasıl yaratılabilir?

Yani "mankenler"in de, doktorlar, mühendisler, işçiler, öğretmenler gibi işlevleri var toplum yaşamında..

Birkaç iyi olmayan örneği sürekli teşhir ederek, bu mesleği fuhuş sektörü ile birbirine karıştırıp sunan "magazin haberciliği" daha ne kadar devam edecek?

Veya "İlahiyat" okumak için hayatının yönünü belirlemiş bir genç kız, başörtüsü yüzünden coplanırken, bunu "şeriat tehlikesine karşı rejimin savunulması" şeklinde sunan medya anlayışı ile, Türkiye'nin istikrarı nereye kadar gidebilecek?..

"Toplumsal akıl", toplumdaki ayırıcı öğeleri değil, beraberlikleri ve yarına dönük ortak heyecanları da arar..

Kinden, nefretten, öfkeden beslenen bir medyatik ortam, her biri diğeri için "öteki" konumuna gelmekte olan 65-70 milyon Türk'ün ufkunu karartıyor!..

ŞAKA

Yasaksız olur mu?..

"Biri Bizi Gözetliyor"un RTÜK tarafından yasaklanması yerine, izlemek istemeyenlerin uzaktan kumandanın düğmesine basıp, kanal değiştirmelerini öneriyoruz ya..

Bazıları buna kızıyor..

Şöyle tepkiler var..

-Eğer yasaklamalar olmazsa, ulusal kimliğimizi kaybederiz.. Yasaksız bir Türkiye, ya bölünür, ya da şeriatın kucağına düşer!..

ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ?

UEFA, Roma'ya ceza vererek bize darbe indirdi!..

UEFA, Galatasaray'ı sadece 40 bin İsviçre Frangı ile cezalandırırken, Roma'ya saha kapatma, üç Romalı oyuncuya üç ve birer maçlık yasak vererek ve 200 bin İsviçre Frangı ile cezalandırarak, hiç de iyi birşey yapmadı..

Biz burada "Nasıl olsa onlar Avrupalı.. Ne olursa olsun, onlar bizi haksız görür.. İtalyanlar'ı asla cezalandırmazlar" diye bekliyorduk..

UEFA Disiplin Kurulu, Türk kamuoyunun genlerindeki bilgilerin tersine karar vererek, bizleri çok mutsuz etti..

Hayallerimizi, beklentilerimizi birer balon gibi patlattı..

"Biz ne yaparsak yapalım, nasıl olsa onlar bizi sevmiyor" şeklindeki bir temel bilgiye sahip değil miyiz?..

Bu sade sporda değil, siyasette ve insan ilişkilerinde de egemen değil mi?

Bu yüzden, Fransızca bilmeyen Türk turistler, Paris'te taksiye binip, şoförle anlaşamayınca, "Zaten bu Fransızlar çok kaba, çok küstah" demezler mi?

Ya Almanlar? Kentlerin ortasındaki parklarda veya lüks otellerin odalarında kebap yapmak özgürlüğüne, o Almanlar'ın saygıları var mı ki?..

Türkiye'nin "en eğitimli" kesimleri bile, Kopenhag Kriterleri'nin, "Türkiye'yi bölmek için" yazıldığını düşünmüyor mu?

Bu UEFA, Türkler'i veya Galatasaray'ı haklı görüp, İtalyanlar'ı veya Roma'yı çok ağır biçimde cezalandırarak hiç iyi yapmadı..

Bundan daha kötüsü, Türkiye'nin yapması gerekenleri yapması ertesinde, Avrupa Birliği'nin "Türkiye üye olabilir" demesidir..

Böyle birşey olursa, iyice yıkılırız..

"Nasıl olsa onlar bizi almaz" düşüncesi, bir anda yok olur?..

Ne yaparız o zaman?

Belki de, alternatif yeni bir düşünce üretiriz..

-Onlar bizi şimdi içlerine alsalar bile, nasıl olsa ileride atarlar, deriz..

1952'den beri NATO'da üye olmamıza rağmen hâlâ bazıları, "Batı'ya ve Amerika'ya savaş açalım artık" demiyor mu?


24 Mart 2002
Pazar
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED