T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sıradanlık ve büyüklük

Oriana Fallaci'nin değinmelerine rastladım. Biri şuydu, şunları söylüyordu: "Bin Ladin'in çok büyük bir kişilik olduğunu kimse inkâr edemez. Ben de etmiyorum. Humeyni kadar önemli bence, onun gibi tutkudan doğmuş biri. Bizim artık böyle kişiliklerimiz yok. Belki de sorun burada. Danton, Robespierre, Napolyon, Garibaldi, Lenin, Stalin, Churchill, Hitler... Orada bitiyor. Yarım yüzyıldır Batı kişiliksiz, vasat, yalnızca titri olan isimler üretiyor. Picasso'dan bu yana sanat dünyasının da aynı durumda olduğunu düşünüyorum. Çünkü tutkularımızı kaybettik. Onun yerine aklı koyduk. Hedonizm, konfor ve lüksü bir şey sandık. Yanlış yorumlanan bir eşitlik kavramıyla kişiliği ve dehayı yok ettik. Sadece refahla, teknolojiyle, bilimle yaşanmaz. Yarım yüzyıldır sanat nerede, şiir nerede, söyleyin." (Radikal Cumartesi, 26 Ocak 2002, s. 1, 2.).

Fallaci'nin aslında postmodern eğilimin özelliklerini vurguladığını söyleyebiliriz. Her şeyin sıradanlaştığı, her şeyin bir konfeksiyon mamulü olarak piyasaya sürüldüğü iktisat ve siyaset ortamında, insanların kişilik farkı da ortadan kalkıyor. Moda dediğimiz farklılaştırma süreci, evet, bir önceki giyim tarzını değiştiriyor; ama gerçekleştirilen değişiklik herkes için geçerli kılındığından insanlar arasındaki farklılıklar silinmiş oluyor. İnsanlar kendi farklılıklarını vurgulamak istediklerinde ya farklı tıraş edilmiş bir köpeğin tasmasını tutuyor veya vücudunun görünen bir yerine dövme yaptırıyor. Bunun dışında ne yapılabilir? Farklı saç kesimleri, saçların alışılmadık renklerle boyatılması gibi ayrıntılar kısa zamanda yaygınlık kazanıyor ve özellik olma değerini yitiriyor.

Modern sanat bir ölçüde seçkinciydi. Postmodern, seçkinciliği ortadan kaldırmanın savaşını veriyor. Fakat şimdi, postmodernin içinden yeni bir özelliğin gide gide öne çıktığını farkedebiliyoruz. Sıradanlaşma çabasına özen gösterildikçe, sıradanın en sıradan biçimde sunulması ön aldıkça, sırf bu durum, bu kez belki farklı bir düzlemde, farklı ve yeni bir seçkinciliğin doğumunu hazırlıyor.

Ama son tahlilde, Fallaci'ye hak vermek zorunda kaldığımızı bilmeliyiz. Sıradanlaşmanın, sanat eserinde dehanın değil ve fakat uzmanlık alanlarının işe yarar hale getirilmesinin göze batan örneği televizyon dizilerinin senaryo yazımında görülüyor. Bu senaryolar artık tek kişinin ürünü olmaktan çoktan çıkmıştır. Senaryonun öyküsünü biri, diyaloglarını bir başka biri, hastane sahnelerini başkası, sokak sahnelerini daha başkası.. hazırlıyor. O kadar ki, her sahne için başvurulacak bir müşavir ordusu hazır tutuluyor. Artık burada dehanın payı sıfırlanıyor.

Pappini'nin altmış yetmiş yıl önceki öngörüsü çoktan gerçekleştirilmiştir. O, roman atelyesinden bahsediyordu. Ford veya Taylor iş tezgâhında, akan bandın her uğrağında görevlendirilmiş olan işçiler, bir romana gerekebilecek sahnelerle ilgili olarak, fakat romanın bütününden de habersiz biçimde, üstlendikleri sahneleri yazıyorlar ve tezgâhın sonunda gerçekleştirilen montajla ürün tamamlanmış oluyordu. Böylece günde elli altmış adet romanın montajı ikmal edilmiş oluyordu. Bu tür ürünlerin meydana getirilmesi için dehaya ihtiyaç duyulmayacağı âşikârdır.

Belki artık Fallaci'nin sözünü ettiği türden dehalar çıkmıyor. Ama onların çıkmasını önleyen hayat ortamına (iktisadî, siyasî alanlara) dikkatimizi yöneltelim. İnsan, gene de öyle hissediyor ki, bu ortamın değiştirilmesi, her şeye rağmen, kendi özgül dehalarını bekliyor.


24 Mart 2002
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED