AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Eğitim politikalarında temel sorun

Yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki tüm ürünler bileğinden çok insan beyninin gücü üze-rine kurulmuştur. Bu süreç bu yüzyılda da hızla sürmektedir. Klasik çalışma biçimleri artık geride kalmıştır. Türkiye çağı hızla yakalayabilmesi için elindeki en büyük imkân olan genç nüfusu değerlendirmek zorundadır. Bu da eğitimin öncelikli ve asli görevidir.

"Eğitim/education" kelime olarak, kalkınmış ve ileri ülkelerde "çözümle" eş anlamlı olarak algılanmaktadır. Yani bir ülkede ekonomik, sosyal, siyasî veya kültürel bir sorun varsa, orada "çözüm" için "eğitim/education" akla ilk gelen kavramdır.Çünkü "Eğitim" çözümle eş anlamlıdır. Ülkemizde ise "eğitim" sorunu çağrıştırmakta ve sorunla eş anlamlı kullanılmaktadır. Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere, kalkınmış ve ileri ülkelerde eğitim üç temel standarda sahiptir. O sebeple kalkınmış ve ileri ülkelerde "eğitim" çözümle eş anlamlı kullanılmaktadır. Avrupa Birliği'ne aday ülke Türkiye ise, AB'nin sahip olduğu öteki alanlara ait standartları hızla hayata geçirirken, nedense eğitim alanında, bu standartları görmezlikten gelmektedir.

ASIL SORUN

İçinde bulunduğumuz yüzyılda çağı yakalamayı başaramayan ülkelerle, kalkınmış ve ileri ülkeler arasındaki her alandaki farklılıklar, bir önceki yüzyıldakinden daha büyümüş ve daha derin olacaktır. Türkiye, sürekli olarak "gelişmekte olan ülkeler" kampında oturamayacaktır. Çünkü bunu hak etmemiş bir ülkedir. Sanayi, tarım, ticaret, ulaşım, iletişim, altyapı hepsi yatırım konularıdır. Bunlar doğrudur. Ama Türkiye'de bir de "İnsana yatırımı" konusu vardır ki uzun vadede bu yatırımdan daha hayatî ve güçlü bir başka yatırım konusu bulunmamaktadır. Dikkat edilirse yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki tüm ürünler bileğinden çok insan beyninin gücü üzerine kurulmuştur. Bu süreç bu yüz yılda da hızla sürmektedir. Klasik çalışma biçimleri artık geride kalmıştır. Türkiye çağı hızla yakalayabilmesi için elindeki en büyük imkân olan genç nüfusu değerlendirmek zorundadır. Bu da eğitimin öncelikli ve asli görevidir.

Eğitim, önemli görevini şimdiye kadar yerine getirememiş ve arkasında çözmesi gereken yığınla sorun bırakmıştır. O sebeple Türkiye çağı yakalamakta yaya kalmıştır. Milletler arası yarışta arka sıralara düşmüştür. Şayet Türkiye, bu çağ içinde layık olduğu yerde değilse, bunun başlıca sebebi bugünkü eğitim sisteminde aranmalıdır.

Çünkü eğitim, kendi deyimiyle çağın çok gerisinde ve ihtiyaçları karşılayamaz statükocu bir zihniyet ve yapıya sahiptir. Önünde çözmesi gereken yığınla sorun bulunmaktadır. Kısaca bu sorunlara değinmekte yarar var:

Öğretmenler, ders kitapları, Türkçe öğretimi, yabancı dil öğretimi, müfredat programları, nüfus artışına paralel olarak derslik sayılarının yetersizliği, okul öncesi eğitim, üniversite önünde yığılma ve yüksek öğretim, bakanlığın teşkilat yapısı,yurtdışında bulunan Türk işçi çocuklarının eğitimi, okul dışı eğitim, genel bütçeden eğitime ayrılan ödenek yetersizliği, özel okullar ve dershaneler,ders kitapları ve en önemlisi eğitimde kalite düşüklüğü. Yukarıdaki sıralanan eğitimin başlıca sorunları, her biri ayrı ayrı ele alınıp bilimsel olarak incelenmesi ve çözüm üretilmesi gereken konular gibi görünse de böyle bir yola baş vurmak ayrıntıda boğulmaktır. Milli Eğitim düzeninde öncelikli sorun zihinseldir. Çünkü çağdaş ve ileri ülkelerin eğitimde sahip oldukları temel standartlar, asgari düzeyde bile Türk Eğitim Sisteminde bulunmamaktadır. Türk Eğitim sistemi sorun üretmektedir. Eğitimde katılımcı değildir. Ayrılan bunca para, emek ve zamana rağmen sonuç ölçülememekte ve değerlendirilememektedir.

Yukarıdaki soruya şimdi cevap verilebilir. Çağdaş ve ileri ülkelerde çözümle eş anlamlı kullanılan eğitim, ülkemizde sorunu çağrıştırmaktadır. Çünkü çağdaş standartlara henüz sahip değildir. Eğitim politikalarında göz önünde bulundurulması gereken can alıcı konu burada gizlenmektedir.

  • AHMET FİDAN / EĞİTİMCİ


    Üniversitelerde yeni anlayış: Bilimsel kaygı ve verimlilik

    İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 26. maddesinde yer alan "Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirme ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, tüm uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli." Bu maddede belirtildiği gibi eğitimin insan yaşamında vazgeçilmez ve kişiliğin oluşumunda hayati bir önem taşıdığı görülmektedir.

    Eğitimi hayat boyu devam eden bir süreç olarak algıladığımızda, üniversite sürecini bilgilerin toparlanıp forma girdiği bir süreç olarak görebiliriz. Bunun için üniversiteler ideolojik kavgaların, siyasal kaygıların giderildiği ve 'resmi ideoloji'nin merkezi olmamalıdır.

    Bilim çevresi ve toplum arasındaki bağı geliştirme gerekliliğinin hissedildiği Türkiye'de bu ilişkinin sürdürülmesi ve yaşama geçirilmesi önündeki engeller kaldırılmalıdır. Üniversiteler üzerinde YÖK baskısının tartışıldığı şu günlerde üniversite öğrencileri üzerinde güvensizlik korku, tereddüt ve buna benzer olumsuz etkilere maruz kaldıkları görülmüştür. Şüphesiz YÖK'ün anti-demokratik ve hiyerarşik bir yapı olduğu devletin terbiye aracı olduğu resmi ideloojinin kumandası olduğu aşikardır. Bir ülkenin dinamik gücünün öğrenciler olduğunu söylemek abartı olmaz. Öğrenciler, toplumsal yapıyı etkileyebilecek ve hatta değiştirebilecek bir potansiyel güce sahiptir. Sivil toplum kuruluşları, dernek kurum ve kuruluşların meşruiyetine baktığımızda ya ekonomik veya bir çıkar sonucu oluştuklarını görürüz. Fakat öğrenci kitlesi dediğimizde, tamamıyla toplumun ihtiyaç duyduğu her alanı kapsayacak, yani sosyal, siyasal, ekonomik ve benzeri diğer anlamlarda genel bir oluşum olduğunu görürüz. Geleceğin teminatı olan üniversite öğrencilerini daha verimli bir hale nasıl getirebiliriz? İdeolojik kavgalardan nasıl uzak tutabiliriz ve gelecek kaygısından nasıl arındırabiliriz, sorularına çözüm bulmalıyız. Asıl tartışılması gereken konular bunlardır. Çözüm için şunlar yapılabilir: Öğretim görevlilerinin bilimsel çalışmalarına ve araştırmalarına öğrencilerin dahil edilmesi ve bu çalışmaların olmazsa olmaz koşulu, öğrenciler olması gerekmektedir. Öğrencilerin üniversite yönetimine katılmaları ve karar organlarında yer alması sağlanmalıdır.

  • RUKNİDDİN MUTLU / ÖĞRENCİ


    Neden geri kaldık?

    Siz de hâla bu soruyu soruyor musunuz? Sizce geri kalmak nedir? diye sorsam. Önce şöyle bir ilerlemeyi konuşalım ve kime göre geri kaldığımızı tartışalım. Bir zamanlar 'kutsal'ın hüküm sürdüğü, insanları sınırlandıran "Yüce" kavramının bulunduğu zamanlar vardı... Ama kutsallı zamanların insanı, kutsalın emaneti doğayı koruyor, hükmetmek değil istifade etmeyi yeğliyor yani kutsalla boy ölçüşmüyordu, anlaşmazlık bir noktada oluyordu. O da: "İnsanlığı benim kutsalım kurtarır" fikrinden doğuyordu. Belki de Batı'nın kutsala karşı kullanabileceği tek silah her şeyi maddeye indirgemekti. Kutsal deneye ve gözleme tâbi olamayacağına göre O'nu hiç kategoriye sokmamak (yani kendi içinden bakmayarak, yok saymak) kökten çözüm olacaktı.

    Cemil Meriç'in dediği gibi "Batı kutsalını verdi teknolojiyi aldı." Teknolojik ilerlemelerini her alandaymış gibi "biz ileri gittik -diğer bütün medeniyetler için- siz geri kaldınız" yaftasını vurdular. Bu teknolojilerini kullanıp diğerlerini esaretleri altına almaya başlayınca da Onlar kendilerine başlıktaki soruyu sormaya başladılar. Bu süreç başladığı anda geri kalmışlık başlamış oluyordu. Önceden biçilmiş bu kaftanın kabul edilmemesi gerekirdi. Kulvarların farklı olduğu düşünülmeliydi ve kendi "duruşlarını" belirlemeliydiler.

  • ABDULLAH SARIYILDIRIM / ARAŞTIRMACI


    Ya atomlar da yoruluyorsa

    Her şey yorulur, hareket eden her şey zamanla enerji kaybeder, peki ya elektronlar, kaybetmezler mi? Işıma yapmasalar bile kaybetmeleri gerekir gibi geliyor.

    Kâinâtın temel doğrularından biri entropi artışı. Bu düzensizlik artışı her şekilde anlaşılabilir ama ben burada yorgunluk kavramını uygun buluyorum. Her şey yorulur, hareket eden her şey zamanla enerji kaybeder, peki ya elektronlar, kaybetmezler mi? Işıma yapmasalar bile kaybetmeleri gerekir gibi geliyor. Atomların bu günkü nazariyeye göre yapılanmasını az çok biliyorsunuz. Çekirdekte proton ve nötronlar, etrafında K,L,M,N diye adlandırılmış enerji seviyelerini temsil eden yörüngeler, her yörünge için belli sayıda orbitaller var. K için 1, L için 3, M için 5, N için 7 gibi. Atom numarası meselâ 28 olan (ve normalde 28 elektron taşıyan bir atomun orbitallere elektronlarının şöyle yerleşmesi beklenirdi: 1s 2s 2p 3s 3p 3d Ama öyle değil: Elektronların orbitallere yerleşme sırası 1s 2s 2p 3s 3p 4s 3d şeklinde. 3p Orbitalinden sonra elektronlar aynı enerji seviyesi veya kabukta (M) bulunan 3d orbitali yerine bir üst enerji seviyesinin (N) 4s orbitaline yerleşmeye başlıyor. Çünkü deniyor; 4s in enerji seviyesi 3díden daha yüksektir. Fizikokimya buna muhtelif açıklamalar getiriyor elbette. Ben de elektronların yorulduğunu düşünmeye kalkıştım. Bu takdirde enerji kaybeden elektronların bulunduğu yörünge zamanla çekirdeğe biraz daha fazla yaklaşacaklardı. Bunun sonucu atomlardan elektron koparılmasının gitgide daha da güçleşeceğidir. Elbette sâdece bu değil. Eğer yoruluyor, çekirdeğe yaklaşıyorlarsa, işler çok karışabilir. Peki, tutalım yorulma diye bir şey, çok yavaş da olsa var olsun. En alt enerji seviyesinde yani K kabuğunda bulunan elektronlar, eşik değer aşıldığında her halde tutup çekirdek üzerine düşerler. Geçenlerde yüksek atom numaralı (mesela 100) bir atomun atom yorgunluğu sonucu alt enerji seviyelerindeki elektronlarının çekirdek üzerine düşmesi ve bunun kâinâtta günümüze kadar birkaç kere gerçekleşmiş olması hâlinde bu tutarsızlığın açıklanabileceğini düşünüp kağıt kalemi aldım elime. Başlangıçta elektronların tamamen düzenli bir şekilde orbitallere yerleştiğini varsayarak başladım. Sonra K seviyesinden iki elektronu çekirdeğe düşürüp katmanları aşağı çekerek yukarıda bahsettiğim umulmadık geçişin bu gün gözlenen haline birkaç aşama ile varılıp varılamayacağını anlamaya çalıştım. Bir kere, çekirdeğe bir tek elektronun düşmesinin sonucunun ne olacağını bilemezdim. Protonlardan biri nötron mu olurdu, yoksa atomun varlığını tehdit edecek ciddi bir reaksiyon ortaya çıkar mıydı.

  • SELÇUK BEKAR / UZM. HEKİM


  • 23 Haziran 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED