|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kısa da olsa yabancı bir ülkeye gitseniz dönüşte yakınlarınıza bir şeyler almak istersiniz, değil mi? Lizbon'dan ne alacağım ciddi bir sorun oldu benim için. Hangi Portekizli'den akıl almaya kalksam bir tek 'hediye' tavsiye etti: Şarap... "Başka?" soruma ise, kendi aralarında konuştuktan sonra bile, verecek cevap bulamadılar. Portekiz'in Porto kenti şaraplarıyla ünlü. Süleyman Demirel'le geldiğimizde Porto'daki Arap Sarayı'nda verilen ziyafette ikram edilen şaraptan tatmayanlara evsahiplerimiz biraz tuhaf bakmışlardı. Hiç unutamadığım olaylardan biri, Porto'da, rahmetli Yavuz Gökmen'in başından geçti. O zaman Hürriyet'te yazan Yavuz, aylardan beri ağzına damla içki koymadığı bir dönemindeydi Porto'ya gittiğimizde. Ne içeceği sorulduğunda, benim gibi o da "Su" cevabını vermişti. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Olan şu: Aynı masayı paylaştığımız kıdemli bir meslektaş, Porto'da Yavuz'un içki istememesini bana bağlayıp takılmaya başladı. Bayağı da ileri gitti. Benim nâzik uyarılarımı dikkate almadığı gibi yanlış da yorumladı. Neyse. Üstüne gelinmesine daha fazla dayanamayan Yavuz Gökmen'in, bağırarak "Getir" dediği duyuldu. O andan başlayarak Ankara'ya dönene kadar yaşadıklarımız, gelişmeyi ısrarıyla başlatan kıdemli meslektaşı bile dehşete düşürdü. Bazıları, uzun süreli içkisiz kalmaya dayanabiliyor da ağzına damla değdiğinin sonrasında kendini tutamıyor; bunu o gün anladım... Globalleşmenin dünyanın her köşesini tekdüze hale getirdiğinin örneği ülkelerin yemek kültürüdür. Böyle gezilerde ziyaret edilen ülkenin en kaliteli restoranlarında yemek yenir; ben de her seferinde ülkenin 'otantik' bir yemeğini tatmak isterim. Lizbon'da geçirdiğimiz iki gün içerisinde çok iyi restoranlara uğradık, her öğün balık yedik. Tek farklı yiyecek, ilk gün öğleyin sunulan 'çorba' oldu. Çorba denildiğinde aklınıza ilk gelen ne olur? Sıcaklık değil mi? Bize getirilen çorba soğuktu. Hiç pembe renkli çorba içtiniz mi? Bu çorbanın rengi pembeydi. Pancarı ezerek ve muhtemelen yoğurtla karıştırarak yapılmış bu garip soğuk çorbayı içtik... Portekiz, bir yönüyle, Avrupa'nın en batı ucu. Türkiye AB üyesi olduğu taktirde, bizler de, "Türkiye Avrupa'nın en doğu ucu" diyeceğiz... Hatta, yeni gümrük binasının açılışı için Gürbulak'a gittiğimizde, oradan yazdığım yazıda, "Ağrı, Avrupa'nın en doğu ucu olacak" diye yazdığımı hatırlıyorum. Bu bakımdan da, arada bayağı bir mesafe olmasına rağmen, Portekiz ile Türkiye'nin birbirini daha yakından tanımalarında yarar var. SiteBank'tan dönüşecek Portekiz sermayeli 'BankEurope' bu ilişkiyi sağlayabilir... Lizbon'da İstanbul Yıldız Üniversitesi'nden genç bir lisans-üstü kız öğrenciyle tanıştım. Portekiz hükümetinin bursuyla gelmiş, şehircilik alanında master yapıyormuş. Geleli henüz altı ay bile olmadığı halde derdini anlatacak kadar Portekizce öğrenmiş... O söyledi: Büyükelçiliğe kayıtlı 300 kadar Türk yaşıyormuş Portekiz'de... Lizbon'da iki Türk lokantası faaliyet gösteriyormuş... "İnternette sohbet odalarında tanışıp evlenerek buraya yerleşen Türkler bile var" bilgisini ondan aldım... Madem yemekten içmekten açıldı, ikinci gün öğle yemeğini yediğimiz Lizbon'a bir saat mesafede bulunan Cascais'teki ('Kaşkayış' diye okunuyor) Porto Solo Maria Restoranın tatlı menüsünde karşılaştığım bir 'azizliği' de buraya taşıyayım. Listedeki tatlılardan birinin adının 'gizli kek' olduğunu görünce ne olduğunu merak ettim. Meğer, ilgiyi artırsınlar diye koymuşlar o adı; aslında o gün hangi cins kek yapılmışsa, "Gizli kek isterim" diyen müşteriye onu sunuyorlarmış... Bizim geziyi düzenleyenler BCP merkezini gezdirene kadar 'banka' denilen kurumla ilgili çok basit bir düşünceye sahiptim. Zaman zaman fatura ödemeye, maaş çekmeye, çek tahsiline gittiğim kurumun arkasında çok karmaşık ve bayağı rasyonel bir örgütsel yapı var. Telefonunuza cevap verildiği andan başlayarak o örgütün ilgi alanına giriyorsunuz; ya da kapıdan içeri adım attığınızda sizinle ilgilenenler öğretilenleri üzerinizde deniyorlar... Her söylediklerinin, her hareketlerinin bir anlamı var... BCP adlı Portekiz bankası, şubelerinde ve merkezinde bazısı kendi keşfi uygulamalarla müşteriye hizmet sunuyor. Gezdiğimde gördüklerim, ziyaret ettiğimiz 10 büyük binadan oluşan merkezin bir bankaya ait olduğunu bilmesem, "Galiba bir dinî yapılanmaya geldim" yanlış kabulüne kapılmama sebep olabilirdi. Herşey dakik, herkes öylesine dikkatli. Portekiz'de, Portekiz'e ait, ama sanki farklı bir disiplinle çalışan değişik bir kurum. Oysa, "Alt tarafı bir banka" deyip geçebileceğim bir kurum bu... Binaları gezerken, neredeyse hepimiz, zaman-dışı bir yere geldiğimiz zehabına kapıldık. Koridorlar, toplantı mahalleri, 'call-center' adını verdikleri çalışanların bilgisayar başına çöküp telefonla müşteri taleplerine cevap verdikleri bölüm... "Bunların daha gizli yerleri de vardır mutlaka" düşüncesi zihnimden geçiyordu ki, "Kusura bakmayın, sizi çok mahrem iletişim merkezine götüremeyeceğiz" anonsu yapıldı... Saatler boyu etraflarında dolaştık; işlerine o kadar kendilerini vermişlerdi ki, kimse başını kaldırıp bizlere ilgi göstermedi... Türkiye'ye birkaç CD ile ve hediyesiz döndüm.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |