AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Türk sineması 'askerliğe' de merak sardı!

Gazetelerde veya televizyon ekranlarında siz de karşılaşmışsınızdır; Türk sinamasının son günlerde "ordu"ya merak sardığını gözlemliyoruz. Meseleyi bu kadarıyla alırsanız, fena bir merak değil doğrusu. Ülkede faaliyet gösteren değişik sanat dallarının bugüne kadar aklına gelmeyen, birkaç sanatçı dışında kimsenin ilgilenmediği bu alan da tabii ki diğerleri gibi sanatçılar açısından verimli bir toprak...

Fakat kolayca tahmin ettiğiniz gibi, ülkemizde bu alanın sanata konu olabilmesinin önünde pekçok engel var. Herşeyden önce, fırsat çıkar çıkmaz "Onuncu Yıl Marşı"nın başta sanatçılar tarafından da büyük bir çoşkuyla icra edildiği bir ülkede, sanatçıları tarafından bile "yahu durun bir dakika bakalım, biz şimdi ne yapıyoruz?" sorusunun sorulmadığı bir ülkede "ordu"yu konu alan, ya da ondan da söz eden sanat eserlerinin yaratılması kolay mı?

Türkiye'de "ordu"nun sanat faaliyetlerinin içine çekilmesinin çok zor olduğu muhakkak. Böyle bir faaliyet zaten çok ender sayıda ülkede karşımıza çıkıyor. Bir kere herşeyden önce o ülkede "pasifist" olarak adlandırdığımız bir kültürün olması gerekir. Pasifist kültürü küçümsemeyin; bu öyle bir kültür ki, söylenmesi gerekeni en öz biçimde o söyluyor. Ayrıca, "ordu" ile aranızda bir mesafe olacak; bu mesafenin gerektirdiği "soğukkanlı" bir bakışa sahip olunacak. Her karşılaştığınız "tören"de heyecanlanmamanız, her "komut" duyduğunuzda yüreğinizin pır pır etmemesi gerekiyor. Ve tabii ülkenin "felsefe" ile tanışmış olması gerek; bu tanışmanın sonucunda öyle bir ruh hali belirsin ki, "hayat" hakkında konuşmaya başlandığında asıl konu gerçekten "hayat" olsun...

Peki bu "kültür" Türkiye'de mevcut mu? Ne gezer! Hatırlayın; bir "marş"ın daha ilk notaları ortaya dökülürken ne kadar heyecanlandığımızı, yüreğimizin nasıl pır pır ettiğini, bir "komut"un bizi nasıl bambaşka bir âleme sürüklediğini hatırlayın... "Savaş" ve onun makinesi olan "ordu"nun bizim için neler ifade ettiğini hatırlayın... Ne "fetih" üzerine kurulu Osmanlı, ne de "bağımsızlık" üzerine kurulu Cumhuriyet bu "kültür"le tanıştırmamız için gerekli imkanı sağladı.

Yani özetle, Türkiye'de "ordu"yu konu alan bir sanat eseri ve bu arada bir film ortaya koymak, "Türk sanatçılar"ın (genel olarak tabii) kolayca altından kalkabileceği bir iş değil.

Buraya kadar olan satırları, haftasonunda, "Pazar Milliyet"te karşılaştığım bir röportajdan söz etmek için karaladım. Yönetmen Mustafa Altıoklar ve senarist Levent Kazak ile yapılan röportajdan söz ediyorum. Kendi alanlarında ünlü olan bu ikili başbaşa verip "ordu"yu konu alan bir film çekmişler. Filmin adı hemen her minibüsün arka camında gördüğümüz bir "minibüs yazısı": "O şimdi asker". Röportajı yapan gazeteci filmi "Türkiye'de tabu olan bir konuyu, askerliği; ve askerliğin kimilerince adaletsiz sayılabilecek Türkiye'ye özgü bir uygulanışını anlatıyor. Bıcak sırtı, ip cambazlığı bir film yani" diye tanıtıyor. Filmin yapımcılarının açıklamalarından giderek görelim bakalım, gerçekten böyle mi?

Yönetmen ve senarist askerliklerini "bedelli" olarak yaptıkları için, "Hadi bu ilginç deneyden bir film yapalım" diye düşünüp işe koyulmuşlar. Milliyet muhabiri Ahmet Tulgar önce, "sinemacılar"a önce çalışma koşullarına dair birkaç soru yöneltiyor. Mesela, acaba "askeri bürokraside bir değişim" gözlediler mi? Cevaplar çok ilginç; "askerlikle" hiç ilgisi olmayan cevaplar: Altıoklar: "...Bir kere çok iyi eğitim alarak geliyorlar, bir de çok iyi yabancı dil biliyorlar. Bilgisayar kullanıyorlar. Hepsi kendilerine web siteleri yapmışlar. (...) Ve belki bir gün yine istemeden de olsa ikitadara gelip toplumu yönetmeleri gerekir diye kendilerini sosyoloji, psikoloji alanlarında daha iyi yetiştiriyorlar.(...) ayrıca daha sivilize olmuşlar. Onlar da daha sivil insanlarla ilişki içinde olmak, siviller onlardan korkmasın istiyorlar. (...) Ama eskiye göre daha toleranslı, daha açıklar. Mesela bizim paşa Tuzla Piyade Okulu'nun komutanı Orhan Tirkaki Paşa, her akşamüstü tenis oynuyor."(!)

Kazak: "Bence askerlik bir yaşam tarzı. Tiyatroculuk, sinema yönetmenliği nasıl bir meslek değil bir yaşam biçimiyse, askerlik de öyle. Hayatta ona takılıyor adam. (...) Mesela bir subay sosyalize olmak amacıyla operaya 25 bilet alıyor ve bütün subay arkadaşları ve eşleriyle operaya gidiyorlar..."(!)

Anlaşılan o ki, türkücü, şarkıcı, reytingi yüksek ne kadar adam bulunmuşsa, toparlanmış ve "ordu" üzerine komik bir film çekilmiş. Peki ya "askerlik"te hiç mi hiç "komik" olmayan sahneler bu filmde yer almayacak mı? İsterseniz, bu sorunun cevabını da Altıoklar versin:

Gazeteci Tulgar, film çekimi sırasında birlikte oldukları Yarbay Mete Karsak'ın "oyunculuğa, oyuncuların esas duruşuna" müdahale edip etmediğini soruyor. Cevap Altıoklar'dan: "İyi yönde. Mesela bir oyuncu selamı yanlış veriyordu. Çavuşa, 'Git eline vur, düzeltsin' dedim. Mete Yarbay hemen müdahale etti, 'Hayır, eğitimde temas yasak. Eğitim bir kol mesafeden verilecek' dedi. Yani dayak kalkmış. Yemekler iyi. Mutfakta galoşlar, eldivenler giyiliyor..."(!)

Görüyorsunuz, askerlik üzerine film çeken iddalı bir yönetmen eğitimin "bir kol mesafeden" verildiğini, "dayağın" kalkmış olduğundan filan söz ediyor...

Hadi gelin de, kolaysa "O şimdi asker"i seyredin....

"Bir kol mesafeden"miş.....

Kendilerini bu "sinema" işine öyle vermişler ki, başlarını kaldırıp yandaki bölükte neler olup bittiğinden hiç mi hiç haberleri yok....

Evet sonunda bu da oldu; Türk sineması "askerliğe" de merak sardı....


16 Mart 2003
Pazar
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED