AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Uçuruma düşen fil

Kelile ve Dimne'yi okurken, gözümün önüne zavallı Bush geldi. Kırk yıldır Amerikan başkanlarına danışmanlık yapan Brzezinski bile yolunu ayırdı. 'ABD'yi dünyada bu denli yalnızlaştıran' bir başkan, olsa olsa çıldırmış olmalıdır.

Kargaşa dönemlerinde başucu kitaplarınız siyasetnameler olsun. İnsan tabiatı sanki hiç değişmiyor. Hep 'zalim, cahil ve aceleci.' Hind bilgesi Beydeba'ya göre, akıllı ve olgun hükümdar 'devleti yumuşaklık ve siyasetle idare eder. Sadece kendi reyi ile hareket eden ve tek başına kalan hükümdar ne zavallıdır!'

Kelile ve Dimne'yi okurken, gözümün önüne zavallı Bush geldi. Evet, gerçekten zavallı, çünkü üç beş Türk gazeteciden başka dostu kalmadı. Kırk yıldır Amerikan başkanlarına danışmanlık yapan Brzezinski bile yolunu ayırdı. 'ABD'yi dünyada bu denli yalnızlaştıran' bir başkan, olsa olsa çıldırmış olmalıdır.

Ancak, çılgın da olsa, adam hükümdar! Kıro ama, silah onda! Bu çılgına karşı kendimizi koruyabilir miyiz? Binlerce yıl öncesinden, Beydeba ustamız evet diyor.

Okuyalım: 'Bunun misali şudur ki, çayırkuşu, filin yolu üzerindeki bir devekuşu yumurtasını yuva edinmiş ve içine yumurtlamış. Fil, su içmeye giderken, komşusu çayırkuşunun yuvasını çiğnemiş, yumurtalarını ezip yavrularını öldürmüş. Çayırkuşu acı içinde kanatlanıp filin başına konmuş ve: 'Ey hükümdar, senin komşun olduğum halde, niçin yumurtalarımı ezip yavrularımı öldürürsün? Beni küçük ve hor gördüğün için mi yaptın bunu?'

Fil aldırmamış: 'Ha şunu bileydin!' diyerek terslemiş.

Çayırkuşu keder içinde BKM'ye (Birleşmiş Kuşlar Meclisi) varıp, başından geçenleri bir bir anlatmış.

Kuşlar: 'Bizim çapımızdaki yaratıklar file ne yapabilir ki?' demişler.

Çayırkuşu, saksağanlarla kargalara dönüp: 'Beraber olup filin gözlerini oyabiliriz. Gerisini ben hallederim' demiş.

Saksağanlarla kargalar filin başına üşüşüp gözlerini oyuncaya kadar gagalamışlar.

Gözleri artık görmeyen fil, bulunduğu yerden uzaklaşamaz olmuş. Ancak yakınında bulabildiği şeylerle karnını doyurabiliyormuş.

Çayırkuşu bu sefer kurbağalı göle gitmiş ve başından geçenleri naklederek kurbağalardan yardım istemiş.

Onlar da tıpkı kuşlar gibi, 'Filin azameti karşısında bizim ne yardımımız olabilir? Onun gücünü nasıl dengeleyebiliriz ki?' demişler.

Çayırkuşu, arzu varsa yol bulunur diyerek, onları uçurumun başında durup vıraklamaya davet etmiş.

Fil, kurbağaların sesini duyunca o tarafa yönelmiş ve tabiatıyla uçuruma yuvarlanıp parçalanmış.

(Kelile ve Dimne: İstanbul, İz Yayıncılık, 2003.Tel: 0212. 5207210. http://www.izyayincilik.com)

Dünya meclisinin bütün çayırkuşu, saksağan, karga ve kurbağalarına saygıyla arzediyorum.

Kapitalizm, Asya ve İslam

Geçen haftaki yazıma değişik tepkiler geldi. Tek tek cevap verme imkanı olmadığından, toplu bir muhasebe ile yetinelim.

Evvela, kapitalizmi yüceltmiyor, Müslümanlar (genelde Asyalılar) Avrupalılar'dan önce kapitalistleşmişlerdi demiyorum. Sosyal bir sistemi 'kapitalist' yapan, sermaye ile devlet arasındaki füzyondur. Kapitalizm, ekonomik eksenli bir sistemdir. Kültürel, dinsel veya siyasal nitelikli bütün toplumsal faaliyetler, ekonomik amaca hizmet ettikleri ölçüde değerli bulunmaktadır. İmparatorluk sistemleri ekonomik değil siyasal eksenli idiler. Dolayısıyla, sermaye ne kadar güçlü olursa olsun, devletin amaçlarına hizmet ettiği ölçüde değer kazanıyordu. Ekonomi, siyasete (dolayısıyla da dine) tâbiydi.

Bununla beraber, Asya'da son derece ileri bir üretim ve ticaret sistemi vardı. Asya-içi ticaretin hacmi, Asya-Avrupa ticaretine kıyasla çok büyüktü. Onsekizinci yüzyıl başlarında, Hind'in en önemli ticaret şehri olan Surat'ın toplam ticareti içinde Avrupa ile ticaretin payı sekizde bir kadardı. Çin, Hind ve hatta İran'ın Asya-içi ticarete sunduğu ihracat malları Avrupacı tarihyazımının genelde iddia ettiği gibi sadece lüks mallar değil, esas olarak kütlevi ihtiyaç maddeleriydi; bunların başında çeşitli tahıllar, pamuklu kumaşlar, kumaş boyası, kereste ve atlar geliyordu. Ticaret Müslüman Asya devletlerinin hepsinde itibarlı bir meslekti. Yöneticiler her uygun fırsatta bizzat ticaretle uğraşıyorlardı. Birçoğunun gemileri ve emtia depoları vardı. Tüccara savaş dönemlerinde bile ilişilmemesi yaygın töreler arasındaydı. Hind saraylarından gece gündüz tüccar eksik olmuyordu.

Avrupalılar'ın karşılaştığı Asya'da onaltı ve onyedinci yüzyıllar boyunca ticaretin örgütsel yapısı son derece verimli ve incelikliydi. Pazar için üretim yaygındı ve tüccar ile üreticiler arasındaki sözleşmelere dayanıyordu. Son derece gelişmiş bir kredi organizasyonu, sistemin işleyişini kolaylaştırıyordu. Tüccar adamakıllı düşük faizlerle kredi temin edebiliyor, hundi diye bilinen kambiyo senetleri sayesinde fonlar bir yerden diğerine güvenle ve ucuz maliyetle aktarılabiliyordu. Kredi ve banka sisteminin belkemiği olan sarraflar, para sisteminin işleyişi için de vazgeçilmez idiler. Devletin denetimi altındaki özel darphaneleri bunlar işletiyordu.


16 Mart 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED