|

"18 Mart 2018: Apaçık bir Fetih'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Yasin Aktay köşesinde '18 Mart 2018: Apaçık bir Fetih' başlıklı yazısını kaleme aldı. Süleyman Seyfi Öğün, Zekeriya Kurşun, Mehmet Acet ve Yusuf Kaplan da gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
09:22 - 19/03/2018 Pazartesi
Güncelleme: 09:36 - 19/03/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Süleyman Seyfi Öğün, Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Yasin Aktay ve Mehmet Acet.
Süleyman Seyfi Öğün, Zekeriya Kurşun, Yusuf Kaplan, Yasin Aktay ve Mehmet Acet.

Yasin Aktay, Süleyman Seyfi Öğün, Zekeriya Kurşun, Mehmet Acet ve Yusuf Kaplan'ın yazılarının dikkati çeken bölümleri:

Yasin Aktay: 18 Mart 2018: Apaçık bir Fetih

Arin’deki terör mihraklarına karşı Türkiye’nin başlattığı Zeytin dalı operasyonunun 57. Günü Çanakkale Zaferinin de 103 yıldönümüne rastlıyordu. Böylece Yüce Allah bu millete 18 Mart’ta bir çifte zafer bayramı yaşamayı ve kutlamayı nasip etmiş oldu. Bu zaferin 57. güne denk gelmesi ile Çanakkale’nin 57. Alayı arasındaki tevafuk da kayda değer. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yaklaşan ve her an müyesser olacak zaferin ilk haberini evvelki gün Mardin ve Diyarbakır’dan vermesi, bu müjdenin meydanları ve salonları dolduran Diyarbakır ve Mardin’in Kürt, Arap ve halklarınca büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılanmış olması da bu zafere ayrı bir mana kattı.

Belki bu tevafuklar içinde en belirgin mana Cumhurbaşkanımızın defalarca ilan ettiği gibi bu operasyonun asla Kürtlere veya herhangi bir etnik gruba karşı olmadığı gerçeğinin görmüş olduğu geniş hüsnü kabuldür.

Türkiye’de PKK ve HDP çizgisindeki propaganda aygıtları sıkça bu operasyonu Türkiye’nin Kürtlere karşı bir operasyonu gibi yansıtmaya çalışıyor. Ne yazık ki, Dubai merkezli Arap medyası da, Avrupa merkezli bir çok medya kuruluşu da bütün haberlerinde olayı bu şekilde aktarıyor.

Oysa Erdoğan dün Mardin ve Diyarbakır’dan bu müjdeyi verdiğinde çoğunluğu Kürtlerden oluşan kalabalıkların sergilediği tarif edilmez coşku ve muhabbet bu yayınlara en net cevabı vermiş oluyordu.

Süleyman Seyfi Öğün: Yeni ittifak dizilimleri(1)

Miâdının dolduğu gün gibi aşikâr olan Yalta’nın yerini alacak yeni bir Dünya Düzeni, henüz ufukta gözükmüyor. Belki her zaman öyledir ama “düzen” kavramı, modern dünyâda, her zaman olduğundan daha ağırlıklı olarak “paylaşım” kavramının fonksiyonudur. Şunu çok iyi görebiliyoruz ki, paylaşım kavgalarının dinmediği bir dünyâda düzen asla oturmayacaktır. 

Paylaşım kavgalarının, başlangıcından ilerlediği süreçlere kadar, çok sayıda “değişken ittifaklar” ihtivâ ettiğini de biliyoruz. Hegemonyalar da bu geçici ittifakların içinde ortaya çıkıyor. Geçici ittifakların tecrübî karşılıkları içinde bâzıları sürdürülebilir bir kıvama ulaştığında; bunu sağlayan güç, hegemonyayı temsil eder hâle geliyor. 

Aslında bu biraz da derinliğine olarak belli bir işbölümüne isâbet ediyor. Yâni hegemonik güç, belli bir işbölümünün üzerinde; çok sayıda ittifâkın neticesi olarak tezâhür ediyor.Britanya’nın hegemonik gücü oluşturduğu ve üç asırdan fazla sürmüş olan “Dünya Düzeni”ne bir bakalım. Britanya’nın üstünlüğü; önce İspanya, daha sonra Hollanda ve Fransa ile giriştiği uzun sürmüş ve ağır mâliyetli savaşların içinden süzülerek geldi. 

Neticede Britanya kazandı. Ama diğerlerini derece derece ittifâkına ve istediği işbölümüne kattı. Herkes işine baktı. Hollanda dört denemeden sonra rekabete son verdi. Napolyonik savaşlar Fransa için son denemeydi. Fransa bir daha asla Britanya ile savaşmadı. Hatta neticede istediğini alamasa ve hayâl kırıklığına uğrasa da 1. ve 2. Genel Savaşlarda Britanya’nın yanında durdu.

1870’lerden sonra yıpranmaya başlayan Britanya hegemonyasının yerini almaya aday olan üç yeni güçten ilki olan Almanya; Britanya ile Atlantik ve Avrupa’da kozunu paylaştı. Asya ve Pasifik’te ise iki başka aday; ABD ve Japonya kıran kırana bir mücâdeleye tutuştu. Her iki genel savaş, bu sürecin “test sahası” oldu. Almanya kazanamadı. İkinci aday ABD ise az daha kaybetmek üzere olduğu savaşı nükleer güç üstünlüğünü vahşice dayatarak kazandı.

Zekeriya Kurşun: Çanakkale’yi san’atla anlatmak

Cumhurbaşkanı Erdoğan TSK’nin Afrin’de verdikleri mücadeleyi fark edemeyen daha doğrusu bundan ilham alamayan, şairlere, bestekarlara sitemde bulundu. Muhteşem Çanakkale savunmasının yapıldığı günlerde Enver Paşa da savaşın gerçek yüzünün basına yansımadığını söyleyerek aynı sitemlerde bulunmuştu. 

Dönemin ünlü fikir adamı Ziya Gökalp de bu siteme şu mısralarıyla katılıyordu: 

O, orada senin için kanını 

Seve seve döker iken ey şâir!

Sen ne için ona bir kaç ânını

Vakfederek yazmıyorsun bir şiir  


SAN’ATÇILAR DUYARSIZ MI?

Bu sitemler ile yetinilmemiştir. Harbiye Nezareti Çanakkale’de yaşanan mahşeri göstermek için san’at ve edebiyat çevrelerinden oluşan ve “Hey’et-i Edebiye” adı verilecek olan bir guruba cephe gezisi düzenlemiştir. O tarihteki büyük sanatkârlar ve şairler olmasa da, daha sonra isim yapmış pek çok kişi bu heyette yer almışlardır. 

Ağaoğlu Ahmet, Ali Canip Yöntem, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Orhan Seyfi, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul ve daha niceleri. Cepheyi on gün gezen heyet üyeleri dönüşlerinde sanat ve edebiyat dünyasına kısmen hareketlilik kazandırdılar. Şiirler ve nesirler yayımlandı ama beklenen olmadı. Nitekim hafızalarda o eserlerden hiçbiri değil, o sırada Berlin’de olduğu için seyahate katılamayan Mehmet Akif’in şehitlere armağan ettiği o muhteşem eseri kaldı. Fakat bu sayede Türk Harp Edebiyatı’na da bir adım atılmış oldu. Belki işin tabiatında vardır. 

San’at, edebiyat emirle üretilemez. Ama büyük sanatkârların ilham kaynaklarının da Çanakkale, İstiklal Harbi gibi önemli hadiseler olduğu dikkate alınınca, böyle bir beklentiye girmek kadar tabii bir şey yoktur.

Mehmet Acet: Afrin nasıl düştü?

Hiç kuşkusuz 18 Mart’ın bundan sonraki anlamı çok daha farklı olacak. Çanakkale Deniz Zaferi'nin yıldönümü etkinliklerine önümüzdeki yıldan itibaren Afrin Zaferi de eklenebilir. 

Dün sabah Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Afrin müjdesini’ Çanakkale’den verip şöyle dedi: “Sözlerimin hemen başında bir müjdeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Afrin şehir merkezi TSK desteğindeki ÖSO mensupları tarafından 08.30 itibariyle kontrol altına alınmıştır”.

Erdoğan 5 gün önce, “Temenni ederim ki akşama kadar Afrin tamamen düşmüş olur” diye bir beyanatta bulunmuş, herkes bu cümlenin ne anlama geldiğini çözmeye çalışmıştı. İhtimal, Afrin’in bir gecelik işinin kaldığı o günden belli olmuş, ama sembolik değeri dikkate alınarak 18 Mart tarihi beklenmişti. 

AFRİN 1 GECEDE NASIL ELE GEÇİRİLDİ?

Dün sabah Afrin’in düştüğü haberi gelince güvenlik birimlerinde görev yapan kaynaklarımıza yönelip, “Bu iş nasıl oldu” diye sorduk. Şu cevapları aldık: 

* Beklemediğimiz bir şey değildi. PKK/YPG’nin Afrin’de bir meskûn mahal çatışmasına girmeden kenti terk edeceklerini tahmin ediyorduk.

* Harekâtın başında PKK/YPG’nin TSK/ÖSO’ya karşı mukavemet etmek için 6 aylık bir yığınak yaptığını tespit etmiştik. Stokladıkları silah ve mühimmat ile iki tugaya karşı koyabilecek bir hazırlık yaptıkları biliniyordu. Harekâtın senaryoları bu hazırlıklar bilinerek yapıldı. 

* Ancak, operasyonun başlarında sıfır noktasındaki dağlık bölgeler çok daha erken bir vakitte ele geçirilince, terör örgütünün gardı düştü. Pusu kurarak savaşmaya alışık oldukları için, tutunamadılar. 

* Ayrıca kırsalda aldıkları ağır kayıplar, dirençlerini ciddi ölçüde kırdı. Örgütün yönetici kadrosunun sahadaki militanlardan daha önce kaçıp gitmeleri ile, moral/motivasyon iyice dip yaptı.

Yusuf Kaplan: Çanakkale ruhunu diri tutabilirsek, tarihi biz yaparız yeniden...

Çanakkale ruhu diye bir şey var. Bu ruh bazı çevrelerde aşınmış gibi olsa da, hâlâ diriliğini koruyor ve bize ilham vermeye devam ediyor...

İslâm dünyasının kalbi, hilâfetin merkezi İstanbul düşmesin diye, bütün 

Müslümanların yekvücut oldukları ve Çanakkale’ye koştukları bir ruh bu... 

Ümmet şuuru, direniş ve diriliş ruhu... 

İşte bu ülkede bu ruh yok edilmeye çalışıldı. Belli bir süre de olsa başarıldı da! 

Ama en sert kayaları aşarak gürül gürül akan ilâhî kaynaktan beslenen ümmet şuurunun, direniş ruhunun yok edilebilmesi, diriliş tohumunun çilesini çekerek, zamanını bekleyerek topraktan fışkırmasının önüne geçilebilmesi mümkün değildi elbette! 

Bugün Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü vesilesiyle, daha önce bu sütunda yayımlanan bir yazımı bazı değişikliklerle sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. Çanakkale ruhunun ne anlama geldiğini, bu ruhu yitirdiğimiz zaman bu toprakları yitirmemizin mukadder olacağını ama bu ruhu diri tutarak yeni ufuklara taşıdığımız zaman ise tarihi bizim, biz müslümanların yapmaya başlayacağını göstermeye çalışan bu yazımla sizi baş başa bırakıyorum.

ÇANAKKALE, BİR ULUSUN KURTULUŞ SAVAŞI DEĞİL, BİR ÜMMETİN DİRENİŞ VE DİRİLİŞ RUHUDUR 

Çanakkale savaşı, yalnızca bir ulusun kurtuluş savaşı değildi. Çanakkale savaşı, mazlum ümmetin çocuklarının hilâfetin düşmemesi için verdiği bir ölüm-kalım savaşıydı. Hilâfet, İslâm’ın bayrağı, İstanbul bayraktarıydı. Osmanlı da, Ahmet Cevdet Paşa’nın ifadesiyle, “insanlığın son adasıydı.” Osmanlı, 3 kıtada 6 asır barış yurdu inşa etmeyi başarmıştı. Sonunda, İstanbul düştü, dünya bir asırda cehenneme dönüştü.

#Yasin Aktay
#Süleyman Seyfi Öğün
#Zekeriya Kurşun
#Mehmet Acet
#Yusuf Kaplan
6 yıl önce