- ESKA olarak o zaman 4 milyon metrekarelik araziyi 25 milyon dolara almıştık. Ama arazinin ihtilafları vardı. Biz ihtilaflı yerleri Hazine'ye hibe ettik. Sonra Emlakbank bu araziyi satmaya karar verdi. 120 milyon dolar fiyat verdik. Bize 'İki-üç ay içinde paranızı öderiz' dediler. Bu para hiçbir zaman ödenmedi ve neticede biz battık. 75 milyon doların üzerindeki tatil köylerini 10-15 milyon marka satmak zorunda kaldım. Daha sonra projeye başlandı. Ben Japonya'da imar planları yaptırmıştım, onları kullandılar. Sonra da utanmadan gidip ödül aldılar. Ataşehir benim tek işim değildi. Ben ondan önce daha büyük işlerde çalıştım. Boğaz Köprüsü'nde şantiye şefliği yaptım. Türkiye'nin muhtelif bölgelerinde 5 milyon metrekarenin üzerine bina inşa ettik. Bunların başında 700 bin metrekare ile PERPA gelir. İncirlik'te ve Erzurum, Gölcük gibi deprem bölgelerinde de inşaatlar yaptım. Yani benim ilk işim değildi ki bu. Kariyerimizi bildikleri halde kendi işleri gibi gidip ödülü aldılar.
- O zaman Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan'dı. Ben Özal ailesine, 'Bu adam 120 milyon doları vermiyor. Bu benim anamın ak sütü gibi hakettiğim bir para' dedim. Onlar da 'Belki birşey istiyordur' dediler.
- Artık adını ne koyarsanız koyun. Ondan sonra Civan hakikaten, 'İhtiyacım var. Trakya'da arazi alacağım' dedi. Sonra biz buna 3.5 milyon dolar civarında bir para verdik.
- Ben tecrübeli bir insan olsam bu münasebetleri daha aralıklı tutardım. Ama aklımızın köşesinden bile geçmedi. Bunların Çakıcı'yla irtibatlı olduklarını da bilmiyordum ben. Birgün Özallar, 'Dündar Kılıç'ın evinde bir toplantı olacak. Sen de gel' dediler. Ben yine avukatımı yanıma alıp gittim. Kılıç'ın Silivri'deki yazlık evinde buluştuk. Dündar Kılıç, 'Nedir bu işin aslı?' diye sordu. Ben de anlattım. 'Bana borcu var' dedim.
Engin de, 'Bunun makbuzu filan var mı muhasebeciyi çağıralım' dedi. Ben de bunun üzerine o meşhur lafı ettim: 'Rüşvetin belgesi mi olur pezevenk' dedim. Hiçbir tepki göstermedi. Öyle adi, hırsızdır ki sövseniz de tepki göstermez, saysanız da tepki göstermez o. Neyse Dündar Kılıç bize 'Siz gidin' dedi. Biz gittik, ama 'Civan'lar orada kaldı. Sonra Dündar Kılıç akşam bana telefon etti ve 'Ben hallettim. 72 saate kadar bu parayı ödeyecek' dedi. Ondan iki saat sonra da Engin Civan vuruldu. Sonradan ben cezaevindeyken onu vuran Davut Yıldız'la birkaç kez konuştum.
Davut Yıldız'a Alaattin Çakıcı telefon etmiş ve 'Öldür bu herifi' demiş. Davuz Yıldız, 'Bana böyle talimat verdi ama ben bacaklarından vurmayı yeğledim' diyordu.
- Aramız çok iyi olduğu için iyiliğimi isteyerek yapıyorlar diye düşündüm. Belki de onların da bir çıkarı vardı. Belki Ahmet'in davasından para sahibi olamadılar, buradan birşeyler beklediler.
- Çakıcı'yla hiç görüşmedim. Bilmiyorum.
- Bir mecraya girmişsiniz. Onu bilmemek için eşek olmak lazım. Ama 'şu kadar vereceksin, bu kadar alacaksın' diye bir şey konuşulmadı. Çakıcı daha sonra para istedi benden. Hem 'yok', hem de 'olsa da vermem' dedim. Esasında ben polis sorgusunda da rahmetli Özal'a duyduğum saygıdan ötürü Özal ailesiyle ilgili birşey söylemedim. Israr ettiler, aslında polisler de Çakıcı'ya asıl talimat verenin onlar olduğunu biliyordu. Ancak ben sustum. Bu yüzden suçlu konumuna düştüm. Beni bu duruma düşürenler 'Özal'lardı halbuki.
- Ben doğruyu söyledim. Hakikatleri hiç tahrif etmeden bu parayı nasıl verdiğimi anlattım. Vermedim de diyebilirdim. Ama Engin Civan hiç 'aldım' demedi. O davada bizim beraatimize doğru gider gibi bir hava vardı. Ama iki davayı birleştirip sekiz ay ceza verdiler. Tahliye olduktan sonra kızımın diploma töreni için Washington'a geldim. Bir buçuk yıl bekler diye düşünürken iki ay dolmadan oybirliğiyle onaylandı cezamız. O yüzden bugüne kadar vatanımızdan uzak kaldık.
- Engin Civan'ın da ABD'de yaşadığı biliniyor. Onunla hiç karşılaştınız mı?
-Ben buraya geleli beş yıldan fazla oluyor. İşin enteresan tarafı sadece burada olduğunu duyuyorum. Ama kimse onu arayıp da bulmuyor. Adamın Washington civarında yaşadığı belli. Duyduğum kadarıyla Bedesta'da yaşıyor. Araştırılsa beş gün, azami 10 gün sürer bulunması. Amerika gibi yerde insanı bulmak o kadar kolay ki... Burada herşey kayıtlı ve kayıtlar herkese açık.
- Ben saklanmıyorum ki. Rehberde telefon numaram var.
- Bilmiyorum. Şu sıralar bir af tasarısı var. O çıktığı takdirde benimki otomatikman kalkar. Zaten basit bir yaralamadan kalmış 45 günlük ceza.
- Hayır çıkmasa da o 45 günü bir şekilde dönüp ödeyeceğim. Fakat bugünkü ortamda istemiyorum. Cezaevlerinin halini görüyorsunuz. Türkiye'yi özlüyorum. Orası benim vatanım. ABD belki de dünyanın en demokrat, en adil yeri. Yaşam çok kolay, insanlar çok iyi. Ama ülkeme dönmeyi çok istiyorum. Bana yapılanlar kimsenin yanına kalmadı. İşte Şükrü Karahasanoğlu bizim hakkımızda uyduruk dosyalarla basına gitti. Şimdi en az üç dört olaydan kırmızı bültenle fellik fellik aranıyor. İlahi adalet böyle tecelli ediyor işte. --------------- imza ve tarih ----------------
--------------- imza ve tarih ---------------- Geri OKU