TBMM Başkanı Binali Yıldırım, bir otelde düzenlenen "Uluslararası İmam Maturidi Çalıştayı"na katıldı.
İslam dünyasının ve Müslümanların içinde bulunduğu şartlar dikkate alındığında çalıştayı çok kıymetli bulduğunu belirterek, çalıştaya katkıda bulunanlara teşekkür etti.
"İmam-ı Maturidi'yi biliyor muyuz?"
Henüz küçük bir çocukken, "Amelde mezhebimiz Hanefilik, imamı da İmam-ı Azam Ebu Hanife, itikatta mezhebimiz Maturidilik, imamı da İmam-ı Maturidi." diye öğretildiğini aktaran Yıldırım, "Hatta kabirde amelde ve itikatta mezhebimizin ne olduğunun sorulacağı da anlatılır. Peki İmam-ı Maturidi'yi biliyor muyuz? Ya da ne kadar biliyoruz? İşte bu sorunun cevabı pek açık değildir." ifadelerini kullandı.
Çalıştayda, ilim adamlarının İmam-ı Maturidi'nin bilinmesine ve anlaşılmasına katkıda bulunacaklarını aktaran Yıldırım, 25 Eylül'de Özbekistan ziyaretinde bizzat Semerkand'a giderek oradaki tarihi, manevi havayı gördükten sonra Maturidi'nin İslam dünyasının aydınlanmasına yaptığı katkıyı çok daha iyi anladığını söyledi.
"İmam Maturidi, Müslümanların aydınlanma döneminin öncülerindendir"
TBMM Başkanı Yıldırım, şöyle devam etti:
- "İnsan, kendinden başlamak üzere varlığı sürekli sorgulamıştır. İlk oluş, varoluş üzerine başlayan sorgulamalar felsefi akımların temelini oluşturmuştur. Günümüzde de devam eden bu sorgulama ve tartışmalar inanç ayrılıklarının ve farklılıklarının da sebebi olmuştur. İmam Maturidi, günümüz ifadesiyle Müslümanların aydınlanma döneminin öncülerindendir. Müslümanlara Kur'an'ın diliyle hitap etmiş, yorum ve düşüncelerini telkin ederek bir ekole dönüşmüştür. İmam Maturidi denildiğinde aklıma gelen ilk kavramlar, akıl, adalet, bilgi ve hürriyettir. Şu söz ona aittir; 'İnsan şunu da bilir ki kendisine düşünmemeyi telkin eden his şeytani vesveseden başka bir şey değildir. Çünkü böyle bir davranış, ancak şeytanın işi olabilir. Amacı da kişiyi aklının ürününü toplamaktan alıkoymak, fırsatı değerlendirmesine ve arzusuna ulaşmasına vesile olan ilahi emaneti kullanmak konusunda onu korkutmaktır.' İmam Maturidi, bu sözlerini, 10'uncu yüzyılın ilk yarısında Müslümanların felsefi arayışlarının en yüksek olduğu devrede söylemiştir."
İmam Maturidi'nin aklı öncelediğini ancak aklı kutsamadığının, aynı şekilde insan iradesini öncelediğini fakat iradeyi asla putlaştırmadığının altını çizen Yıldırım, "O, kainatın dilinin mütercimi olan Kur'an'ın yeniden tesis etmeye çalıştığı dengeyi insanın ve Müslümanların odağı haline getirmeye çalışmıştır." dedi.
"Yunan klasiklerini insanlık tarihine kazandıranlar Müslümanlar"
Müslümanların bilim, sanat, felsefede altın çağının 8. ve 13. yüzyıllar arası olduğunu dile getiren Yıldırım, "Batı medeniyetinin zihin altyapısını oluşturan Yunan klasiklerini insanlık tarihine kazandıranlar şüphesiz o dönemin Müslümanlarıdır. İmam Maturidi de Semerkant'ta bir ilim deryası üzerine doğmuştur. Müslümanların enerjilerinin yükseldiği bu dönem, aynı zamanda büyük akıl karışıklıkları yaşandığı dönem olmuştur." şeklinde konuştu.
Hulefa-i Raşid'in döneminde başlayan Kur'an'ı derleme çalışmalarının, sonraki dönemlerde hadis külliyatının derlenmesiyle devam ettiğini anlatan Yıldırım, bu sürecin inanç sahasında düzenleyici ve öncü isimleri Bağdat’ta İmam-ı Eşari, Semerkant’ta da İmam Maturidi olduğunu dile getirdi.
Yıldırım, İmam Maturidi'nin, fıkıh ve akaid sahasında aydınlatıcı, yol gösterici ve asli kaynak olan Kur'an'ın düsturunu takip edici yorum ve değerlendirmeler yapan İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin izini takip ettiğini hatırlatarak, şunları söyledi:
"Türklerin İslam’a girişlerini teşvik edici bir etki yapmıştır"
"Dünden bugüne dersler çıkarmak lazım"
Çağları birbirine karıştırmadan, her dönemi kendi tarihi ve sosyal şartlarıyla değerlendirmek gerektiğini vurgulayan Yıldırım, "Dünde takılıp kalmak yerine, dünden bugüne dersler çıkarmak lazımdır. Sen, ben, o, bu, şu demeden her Müslüman, mevcut sorunlarımızla ilgili kendini sorumlu hissetmelidir. Aydınlarımız, yazarlarımız, sanatçılarımız, siyasetçilerimiz bu sorumluluğun bilincinde olmak zorundadırlar. Çünkü medeniyet; düşünen, yazan, çizen ve bilgiye hürmet eden toplumların işidir." ifadelerini kullandı.
Yıldırım, yeryüzünde 1 milyar 800 milyon Müslüman olduğunu, bunun anlamının bir Hindu’ya karşılık iki Müslüman, bir Budist’e karşılık iki Müslüman, bir Yahudi'ye karşılık yeryüzünde 100 Müslüman bulunduğunu söyledi.
- Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından yapılan derlemeye göre, Hristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranının neredeyse yüzde 90 iken, nüfusunun büyük çoğunluğu Hristiyan olan 15 ülkede ise okuma-yazma oranı yüzde 100 olduğuna işaret eden Yıldırım, "Bu durum İslam dünyası için tam aksidir. 1 milyar 800 milyon nüfuslu İslam dünyasında okuma yazma bilme oranı yüzde 40’lar seviyesindedir. Üstelik yüzde 100 okur-yazar oranına sahip bir İslam ülkesi yoktur. Hristiyan ülkelerde okur-yazar nüfusun yüzde 45’i üniversite mezunu iken, bu oran İslam dünyasında yüzde 3 seviyesindedir. İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye 57 ülkedeki üniversite sayısı 500’dür. Yani 3 milyon 600 bin Müslümana bir üniversite düşmektedir. Oysa sadece Amerika Birleşik Devletlerinde 5758 üniversite bulunmaktadır. Müslüman ülkelerde ortalama 1 milyon nüfusa düşen bilim adamı sayısı 500 iken, bu oran Hristiyan ülkelerde 5000’e ulaşmaktadır. Bütün bu verilerden dersler çıkarmamız gerekiyor." değerlendirmesini yaptı.
"Yazık ki, biz çok büyük mevzi ve mevki kaybettik"
Avrupa'nın bir karanlık çağ yaşadığını dile getiren Yıldırım, "Onlar için karanlık olan o çağ, bizim aydınlık çağımızdı. Yazık ki biz çok büyük mevzi ve mevki kaybettik. İmam Maturidi'nin büyük ehemmiyet verdiği akli bilimlerde gerileyen İslam dünyası, nakli bilimlerde ileri gidememiştir. Bilgiyi üretemeyen, bilgiyi yaygınlaştıramayan bir İslam dünyası söz konusudur. Bu durum bilgiyi, İslam dünyasının kullanabileceği güç olmaktan çıkartmaktadır. Oysa insanlığın geleceğine bilgiye sahip olan toplumlar karar verecektir." sözlerini kullandı.
Ebu Hanife, İmam-ı Buhari, Farabi, Maturidi, Biruni, İbn-i Sina gibi gelenek oluşturan bilge insanlar yetiştirecek günlerin yakın olmasını dileyen Yıldırım, şöyle devam etti:
"Geçtiğimiz 20 yıllık süreçte, dünya daha da zenginleşmiştir. 2000 yılında dünyanın toplam gayri safi hasılası 40 trilyon dolar iken, günümüzde bu miktar 80 trilyon doları aşmıştır. Bugün İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi 57 ülkenin toplam gayri safi hasılası ancak 6,5 trilyon dolardır. Tek başına Almanya’nın gayri safi hasılası 3 trilyon 650 milyar dolardır. Japonya’nın 4 trilyon dolardır. Çin’in 12 trilyon dolardır. Amerika’nın ise 20 trilyon dolardır. Sadece Almanya ve Japonya bütün İslam dünyasından daha fazla gayri safi millî hasılaya sahiptir. İslam ülkelerini Türkiye’den bağımsız değerlendirdiğimizde tablo daha da vahimdir. Dünya nüfusunun yüzde 25’ini teşkil eden Müslüman ülkeler, dünyadaki toplam gelirin sadece yüzde 12’sine sahiptirler. Bu tablo bizleri fazlasıyla düşündürmelidir. Geri kalmışlığın göstergesi olan bu veriler, sosyal çatışmalara neden olmaktadır. Geri kalmışlığın, gelir dağılımındaki adaletsizlikle beslenmesiyle İslam ülkelerinde çatışmaya uygun bir ortam oluşmaktadır."
"İslam dünyası adeta Moğol istilasına uğramış gibi"
Yeryüzünün dünündeki çelişkinin, bugün de bütün çıplaklığıyla karşımızda durduğunu ifade eden Yıldırım, şunları kaydetti:
"Bugün İslam dünyası adeta Moğol istilasına uğramış gibi, dağınık ve huzursuzdur. Bunun tek sorumlusu 'dış güçler' demek kolaycılıktır. Elbetteki dış güçlerin emperyal emelleri her zaman olmuştur, olmaya devam edecektir. Ancak bu yaklaşım, meselelerimizi görmezden gelmemize sebep olmakta, çözüme dönük yaklaşımların da cesaretini kırmaktadır. Unutmayalım ki, yaşadığımız coğrafya evimizdir ve evimizin güvenliğini sağlamak bizim görevimizdir. Müslümanlar birbirleri üzerinde nüfuz tesis ederek, geleceklerini inşa edemezler. Anlaşmazlıklarını çatışarak değil, konuşarak çözmek zorundadırlar. Müslümanlar akla sarılıp, faziletli davranışlar sergilemek, güzel ahlaklı olmak zorundadırlar. Bilgiye sahip çıkmak ve bilgiyi yönetmek zorundadırlar. Kimseyi ötekileştirmeden insan hakkını gözetmek zorundadırlar. İslam toplumları olarak bir yandan ruhi olgunluğa erişip, diğer yandan bilimde, sanatta, siyasette, ekonomide barışa odaklı iş birliğini artırdığımız takdirde, İslam dünyasının yeniden medeniyet merkezi olması kaçınılmazdır. Medeniyet bizim yitiğimizdir ve Müslümanlar yitiklerini bulmak zorundadır. Yaşadığımız her yerin medeni standartlarını yükseltmek, ortak özlemimiz, hayalimiz, hedefimiz olmalıdır."
Yıldırım, İslam dünyasının yeniden dirilmesi ve "Altın Çağını" yakalaması gerektiğine işaret ederek, "Yorgunluk, bezginlik bize yakışmıyor. Terör ve şiddet Müslümanların dili olamaz. Cahillik, yokluk ve yoksulluk Müslümanların kaderi değildir. Önümüzdeki 20 yılda dünyanın toplam gayri safi hasılası 300 trilyon doları geçecektir. Bu sebeple bizlerin orta vadeli hedefi, coğrafyamızın mevcut potansiyelini iki katına çıkarmak olmalıdır. Uzun vadeli hedefimiz ise, İslam dünyasının yeni altın çağını inşa etmek olmalıdır. Müslümanlar yaşanan bu olumsuzluklardan kurtulmak zorundadır. Yoksulluk, her türlü istismarı mümkün kılmaktadır." sözlerini kullandı.
Ziya Paşa'nın "Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm/Dolaştım mülk-ü İslam-ı bütün viraneler gördüm." sözüne atıfta bulunan Yıldırım, Müslümanların büyük bir medeniyet meydana getirdiğini, bu medeniyetin birikiminin bir kısmının mevcut Batı medeniyetinin altyapısını oluşturduğuna dikkati çekti.
İmam-ı Maturidi gibi keşfedilmesi gereken çok sayıda değer olduğunu dile getiren Yıldırım, medeniyeti yeniden ihya etmek için İmam Maturidi'nin penceresinden bakarak akla, bilgiye, adalete, ahlaka ve hürriyete yeniden sarılmak gerektiğini sözlerine ekledi.