Emin Mahir Başdoğan, uzun yıllardan bu yana atçılık yapıyor. Onun at merakı çocukluk yaşlarında başlamış. Üniversiteden sonra bir süre profesyonel iş hayatını sürdürmüş. Ama bir süre sonra atçılık üzerine çalışmaya başlamış. Altı yıl önce atlarıyla Çanakkale Bayramiç’e yerleşen Başdoğan geçtiğimiz günlerde Yazı Gen Yayınları’ndan At’a Sözlerimiz isimli bir kitap çıkardı. Başdoğan, “At kültürümüz, dilimizden silindiği için gönlümüzden de siliniyor” diyor.
Aşkla başladı. 13 yaşında bir at sevdim. Annem ve babam bana o atı aldı. Adı da Pakize’ydi. O yaz tatilini Pakize’yle büyük bir mutlulukla geçirdim. Ancak anneciğim, babacığımı etkileyerek, “Bu oğlan atı çok sevdi. Bu durum onun gelecekteki iş hayatını da etki eder. Atı satalım, oğlanı da tenise yazdıralım” dedi. Sonra at gitti, bana tenis raketi geldi. 13 yaşında atı elinden alınmış biri olarak yıllarca sevmeyerek tenis oynadım. Ama o ilk aşkın mayası ölmedi. Üniversite bittikten sonra at aldım. Aşık Veysel’e sormuşlar aşk nedir diye, “Bir kız sevdim, vermediler, aşk oldu” demiş. Kızı verselerdi aşk olmazdı. Benim at hikâyem de böyle.
SIKINTIYI ÇEKEN ATÇI OLUR
İstanbul’da arkadaşımızın çiftliğinde iki tane atımız vardı. Ondan önce de atlarım vardı tabi. Ama o çiflik kapandı ve bizde atlarımızla ortada kaldık. Ortada kalınca bir arkadaşımız bize Bayramiç’i tavsiye etti. Atlara yer bulmak kaygısıyla gittim. At sevgisi, şimdi biraz seveyim gibi bir iş değildir. Hakikaten tüm zamanını ayırman gereken bir iş oluyor. Maymun iştahlı insan işi değil. Biraz yamaç paraşütü yapayım, biraz da at bakayım demekle olmaz. At terbiye eder. Bir tanıdığım bir süre önce beni aradı ve yavru bir atı almak istediğini söyledi. Ben de alma dedim. Annesi olmayan, 20 günlük bir ata bakmaktan söz ediyor. Karşı taraf hiç unutmayacağım bir laf etti.
“Mahir Hoca şimdi bu sıkıntıyı ben çekmezsem nasıl atçı olacağım?” dedi. At bir okul.
UÇAR AT OLMAYI ÖĞRENDİ
Bizim Bayramiç’te altıncı yılımız oldu. Uçar’ın bendeki onuncu yılı. Aldığımda 15 yaşındaydı. Çok değişti. Uçar yurtdışından belli bir iş için ithal edilmiş. Sadece dresaj için yetiştirilmiş. Fakat bunu yaparken, hayatı ıskalamış, yaşamamış. Aynı sürekli sınavlara çalışan ama sokakta bir arkadaşıyla kavga etmemiş veya çay içmemiş genç çocuklar gibi... Uçar, şimdi o öğrendiği dresaj işlerini yapmıyor, at olmayı öğreniyor.
Neyi yapamayacağımı öğrendim. Eskiden İstanbul’da hayvan bakarken profesyonel yardım alırdım. Seyislerim vardı. Şimdi kendi işimi yapmayı öğrendim. Ama ata binemiyorum. Ata binmek gibi vaktim kalmıyor çünkü.
Buna cevap vermek çok zor. Ama şu şekilde anlatabilirim. Şu an ben buradayken genç bir insan bizim evimizdeki atlara bakmak için gönüllü oldu. Sadece 14 yaşında ama tüm gece bakımından o sorumlu ve bunu severek, isteyerek yapıyor. Tabi bir profesyonel seyisimiz de var gündüzleri ilgilenen. Benimle beraber bu zevki paylaşan çok insan var. Bazı insanlarla paylaştığımız bir zevk bu. Şu an kaydadeğer bir muvaffakiyetimiz yok, sadece günü kurtarıyoruz. Ama bulunduğumuz köyde 12 at bakılıyor. Çevremde at alan dostlarım var.
Atlara kültürümüzde yakınız dedin ya, ben atlardan nasıl kaçıldığını da biliyorum. İnsanların atlarını satıp, araba hülyaları kurduklarını biliyorum. Tekne ve at, bu ikisini aldığın ve sattığın gün oh dersin. Ama dertle yaşamayı kabul edecek olursan atçılık yapabilirsin.
Türkiye ve Azerbaycan dışındaki Türk topraklarında kişinin adıyla atının aynı kelimeyle ifade edildiği söylenir. Dolayısıyla biri sana adın ne diye sorduğunda pekâlâ atının ismiyle cevap verirsin. O denli at, insandır. Atın neyse, adın odur. Ben neysem, atım odur. Sadece Doğu’da değil, Batı’da da bu böyledir. O günden bugüne geldik, yabancılaşma hadsafhada. Ata yabancılaştık, kendimize yabancılaştık. At bedendir; at ruhtur; at senin içinden geçenlerdir... At içindeki hergeledir. At yük çeker, geme vurulur, gücü kullanılır. Bazen isyan eder, çoğu zaman yükünü çeker. Kendimize ne atfediyorsak, odur. Atın bir tutam ot için yapmayacağı şey yoktur, acaba bizim var mı?
Basit bir araştırmada en fazla 15-16 tane at ile ilgili atasözü ve deyime rastladığımı fark ettim. At kültürümüz, dilimizden silindiği için gönlümüzden de siliniyor. Kitabı da bu kelimeleri paylaşmak için yazdım. At ile ilgili 200’ü aşkın ifadeyi bir araya getirmiş olduk. Maalesef ne olduğu belli olmayan, oturmamış bir atçılığımız var. Atçı dediğimiz adamların atçılığı büyük unutuşlarla zarar görmüş. Yerine başka bir şey koyduğumuzda ‘unutmak’ kabul edilebilir. Ama bu unutuşun içinde başka hiçbir şey yok. Bu sadece atçılıkla ilgili değil. Hayatımızın başka alanlarında da bu böyle.
Ben neysem atım odur
Atçılık ve biniciliğin farklı olduğunu söylüyorsunuz. Binicliği nasıl tanımlamalıyız? O da bir tercih, bazı insanlar netice odaklıdır. Bazı insanlar için bir ata binip iyi hissetmek kendi başına çok yeterlidir. O, kaç santim atladığından, kaç metre koştuğundan beslenir. Tabi bazı insanlara da bu yetmez. Dedim ya; ben neysem, atım da odur...
Esp, koń, ló ve bizim at
Atın kelime olarak kökeni nedir? Bunu tam olarak bilmiyorum ama Farsçada esp, Macarcada ló, Lehçede kon diyorlar. Kadim atçılık diyalarlarında kısa ve atın da anlayabileceği kelimelerle seslenilmiş. Batı dillerinde biraz daha uzun olduğunu görüyorum. Örneğin horse beş harfli bir kelime. Bu, bu dili kullananların hayatında at yok demek değil. Sadece kadim zamanlarda tek sesten oluşan kelimeler kullanılmış. Mesela benim bulunduğum köyde çocuklar ata kırkır diyorlar. Atın bir şeyi kemirme sesi aslında kırkır.
Bu bir kamil olma yolu
Jonh Berger, ‘Hayvanlara Niçin Bakarız?’ kitabında hayvanların ev içindeki görevlerinden uzaklaştıklarını ve artık sadece ev hayvanı olarak hayatımızda yer aldığını söylüyor. Bu durum ata olan bakışımızı da mı değiştirdi? At sadece binip gitmek için değildir. Kültür derinleşip, şekillendikçe daha önce aklına gelmeyen kişiye olan faydaları da devreye girer. Bu bir kamil olmak yoludur. At ile durduğunda kendinle duruyorsun. Atı da askerileştirdik. Askerileşme ve sporlaştırma da aynı şeydir. İkisi de daraltır. Perspektifi de daraltır.