|

Beyaz Saray okul gibiydi

Özellikle yetmişli ve seksenli yıllarda dini yayıncılığın merkezi olan Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nda uzun yıllar yayıncılık yapan sektörün en eski isimleriyle buluştuk. Gonca, Pamuk ve Demir kitapevlerinin sahiplerine göre o yıllarda insanlar dini kitaplara açtı ve bu yüzden ne basarlarsa matbaadan dükkana getirmeden kapış kapış satılıyordu. Dönemin önemli alimlerinin, üniversite öğrencilerinin, akademisyenlerin, yazarların buluşma mekanı olan Beyaz Saray bir dönem dini kitapların dergahıydı.

Yeni Şafak ve
04:00 - 3/12/2017 Pazar
Güncelleme: 07:32 - 3/12/2017 Pazar
Yeni Şafak
Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı bir zamanlar dini yayınların kalbiydi. O günleri mekanın eski yayıncıları anlattı.
Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı bir zamanlar dini yayınların kalbiydi. O günleri mekanın eski yayıncıları anlattı.

Ülkemizde dini yayıncılığının geçmişi çok partili döneme kadar uzanır. O güne kadar Diyanet İşleri ya da Milli Eğitim Bakanlığı’nın bazı girişimleriyle okurla buluşan temel dini kaynak kitaplar çok partili dönemle zenginleşmeye başlar. Sektör altın çağını ise Beyazıt’taki Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nda yaşar. 1960 yıllardan 90’lı yılların sonuna dini yayıncılığın kalbi olan Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı 28 Şubat döneminde büyük yara aldı. Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’a ait olan çarşıdaki yayıncılar 15 gün içinde buradan zorla çıkarılır. Çarşı satılır ve bugün Beyazıt Meydanı’nda otel olarak hizmetine devam etmektedir.

BİRLİK RUHU KAYBOLMAZ

Yayıncılar ise çarşıdan çıkarıldıktan sonra yer arayışına girerler. Birlikte hareket eden esnaf o dönemde ekonomik krizden dolayı tekstil piyasasının çöktüğü Beyazıt’taki bir handa boşalan dükkanlara geçerler. Beyazıt’tan Vezneciler’e çıkan Büyük Reşit Paşa Caddesi üzerindeki Yumni Han’ın önce zemin katındaki boş dükkanlar için aralarında kurra çekerler ve buna göre dükkanlarına geçerler. El birliğiyle iş hanını da bir güzel tadilattan geçirip temizleyip düzenlerler. 18 yıldır yayıncılık hayatlarını bu handa sürdüren yayıncıların sayısı bugün 50’yi aşmış. Aralarında Suriye’den göç eden mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan Arapça kitap çıkaran yayıncılar da artık var. Yayıncılıkta elli yılı devirenler, işi ikinci kuşağa teslim edenler var. Genellikle babalar, oğullar ve kardeşler bu sektörde birlikte çalışıyor. Yayıncılığın eski heyecanının kalmadığı söyleyen esnaf bu iş hanının eski sahibinin vefat ettiğini mirasçıların ise hanı satılığa çıkardığını söylüyorlar. Yarım asırlık birliklerini bozmak istemedikleri için hep birlikte yeni bir iş hanına taşınmak istiyorlar ancak henüz uygun bir adres bulamamışlar.


ENDERUN’DA CUMARTESİ SOHBETİ

Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nda yayıncılığa başlayan ve hala bu işi sürdüren dini yayıncılığın en eskilerinden Gonca, Demir ve Pamuk Yayıncılık’ın kapısını çaldık. Çaylarını içip dini yayıncılığın dününü bugününü, hatıralarını konuştuk. Yayıncılar dini kitap yetiştiremedikleri yetmişleri ve Turgut Özal’ın iktidarda olduğu seksenli yılları bu sektörün altın yılları olarak yad ediyor. “Millet dini kitaba açtı” , “Beş bin baskı yapardık”, “ Anadolu’ya kitap yetiştiremezdik” cümlelerini sohbet ettiğimiz her kişiden mutlaka duyduk. Yine sohbetlerde dile getirilen bir başka husus da Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nın o dönemlerde birer ‘ilim yuvası’ , ‘dergah’ ‘okul’ ‘açık üniversite’ olduğuydu. Her yayıncının ortak hatırasında ise 2012 yılında vefat eden Enderun Sahaf Kitabevi’nin sahibi İsmail Özdoğan’ın dükkanındaki Cumartesi Sohbetleri yer alıyor. İsmail Özdoğan’ın evden getirdiği haşhaşlı börekleri ve demlediği çay oldukça meşhurmuş. Öğrenciler, kitap kurtları, yazarlar, akademisyenler, yayıncılar ve o dönemin önemli din alimleri bu sohbetlerin müdavimleri arasındaymış.


Dini kitaplara halk açtı

Gonca Yayınları’nın sahibi Hasan Başpehlivan çarşının en eski günlerine şahitlik etmiş. Anlattığına göre çarşının ilk dini yayınları olan Bahar Yayınevi’ni abisi Osman Başpehlivan açmış ve birlikte on yıl kadar bu dükkanda çalışmışlar. Daha sonra abisinin yanından ayrılan Hasan Başpehlivan kendi yayınevini olan Gonca’yı kurmuş. Şimdi erkek kardeşiyle birlikte çalışıyor. Abisinin ise yaşı ilerlediği için yayıncılığı bırakmış.


İLK YAYINEVİ ABİMİNDİ

Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nın kuruluş hikayesini Hasan Başpehlivan 1960’lı yıllarından başlayarak anlatıyor. Öğrendiğimize göre 1954 yılında Kapalıçarşı büyük bir yangın geçiriyor. Bu yangının ardından Kapalıçarşı’daki sahaf ve kitapçıların büyük bir kısmı henüz inşaatı yeni tamamlanmış Sahaflar Çarşısı’na taşınıyor. Bir kısım esnaf ise Beyaz Saray’a geliyor. “1962 yılında abim ilk dini yayınlar satan Bahar Yayınları’nı açtığı zaman mekanda birkaç sol yayıncılık yapan kitapçı ve Kapalıçarşı’daki yangından sonra buraya taşınan terzi, tuhafiyeci, ayakkabıcı gibi başka mesleklerden esnaf vardı. İstanbul’da ise o yıllarda dini yayıncılık yapan 11 yayınevi vardı ve bunlar da genelde Cağaloğlu’ndaydı. Bazılarının deposu Beyaz Saray’da idi. Sol ve dini yayınevleri arasında ilk yıllarda çok fazla fikir kavgası olurdu. Ancak çok kısa süre sonra buradaki sol yayınlar dükkanları boşalttı. Diğer esnaf da yavaş yavaş buradan çıkmaya başladı. Onlar dükkanı boşalttıkça dini yayıncılık yapan arkadaşlarımıza bu dükkanları tuttuk ve çok kısa bir sürede sayımız hızla arttı. Dini kitaplar, broşürler kapış kapış satılıyordu. Milletin dini kitaplara aç olduğu yıllardı bu yüzden dini yayıncılık sektörü hızla büyüdü. Yetmişli yıllar ve Özal’dan sonraki seksenli yıllar dini yayıncılığın altın çağını yaşadığı yıllardı diyebilirim.”


TERCÜME ESERLERLE BAŞLADIK

Dini yayıncılığa ilk önce tercüme eserlerle başladıklarını söyleyen Gonca Yayınları’nın sahibi Başpehlivan, “Abimle tercüme kitaplar hazırlıyorduk. İlk bastığımız kitap Dinsizlik Dini -İslam Dünyasını Kaplıyon Tehlike (Prof. Dr. Ebu’l Hasan Ali Nedevi) idi. Broşür halindeki bu kitap büyük ilgi gördü. İnsanlar dini kitaplara o dönemde açtı. Ne bassak yok satıyordu. Sandıklarla matbaadan kitapları alıyor yayınevine bile getirmeden Anadolu’ya gönderiyorduk. Siyer, hadis, tefsir ve mealler basmaya başladık. O zamanlar tercümeler ya Osmanlıca eserlerden ya Arapça’dan ya da İngilizce’den yapılıyordu. Mesela Hamidüllah’ın eserleri İngilizce’den Gazali’nin eserleri Osmanlıca’dan Seyid Kutup’un eserleri Arapça’dan tercüme edilirdi. Tercümeleri Abdülkadir Akçiçek, Hayrettin Karaman, Kemal Kuşçu gibi isimler yapıyordu. Tercüme eserlerden bastığımız 12 ciltlik İslam Tarihi büyük ilgi gördü hala da görür” diyor. Başpehlivan yarım asırdır hala basıp sattıkları ve büyük ilgi gören dini kitapları ise şöyle sıralıyor: Büyük İslam Tarihi, Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsir ve meali, Hasan Basri Çantay’ın meali.


Beş vakit namaz şartı koştum

Beyaz Saray Kitapçılar çarşısında 60’lı yıllarda sol yayınevlerinin gitmesinden sonra dini kitap satan yayıncılar geldiğini ancak bunların arasında farklı görüşlere sahip isimlerin de olduğunu söyleyen Başpehlivan, zaman zaman fikri tartışmalar olsa da asıl kavganın dışarda yaşandığını, gençlerin bir hiç uğruna birbirlerini öldürdükleri yetmişli yılları anlatıyor: “Çarşının içinde ülkücü ve akıncılar arasında kavgalar olsa da her iki kesim de içlerindeki ajanları iyi tanır ‘bu kavgaları çıkaran asıl şu ajan onu içeri almayalım’ diye kendi aralarında birliği sağlardı. Ama dışardaki çatışmalarda çok sayıda genç öldü. Yetmişli yıllarda sağ sol çatışmaları yüzünden her gün çarşının önünden bir cenaze geçerdi. Bizim de gençlik yıllarımız dışarıda iki sefer solcular tarafından sıkıştırıldık. Birinde hem kardeşim hem de beni bıçakladılar. O zamanlar Korkut Özal İçişleri bakanıydı. Annesi ise Fatih’te alt komşumuzdu benim durumumu gören annesi Korkut beyi aramış bunun üzerine evimize polisler geldi eşgal bilgilerini aldılar ve on bes kişiyi de yakaladılar. Ama ben şikayetçi olmak yerine ‘namazınızı beş vakit kılacaksınız, bir daha böyle işlere karışmayacaksınız’ gibi şartlar koştum. Onlar da kabul edince serbest bırakıldılar. Birkaç yıl sonra cebimde yüklü bir miktar parayla iş yerine dönerken bir grup beni yolda çevirdi. Düştüğüm çukurdan bir yandan kendimi korumaya çalışırken diğer yandan da paramı saklamaya çalışıyorum. O sırada biri bağırdı ‘Bırakın onu’ başımı kaldırdım ki benim affettiğim gençlerden biri. Birkaç saniye içinde hepsi ortadan kayboldu.”

Hasan Başpehlivan’ın yetmişli yıllarda başına gelen bir başka olay ise Denizli Erkek Öğrenci Yurdu’ndaki solcu öğrenciler tarafından sorguya alınması: “Beni ülkücü sanan bir grup solcu öğrencinin saldırısına uğradım. Yurdun dehlizlerine sokuldum, sorguya alındım. Gençlere ülkücü olmadığımı anlatmaya çalışıyorum ama nafile. Bu arada sorgulayan ekibin başındaki çocukla hemşeri çıktık. Bu hemşeriliğin de etkisiyle ellerinden sağ kurtuldum.”


İmamı vuramayan solcu genç

Kendisini sorgulayan hemşehrisi gençle birkaç ay sonra yeniden yollarının çakıştığını söyleyen Başpehlivan şu hatırasını paylaşıyor: “Katip Sinan Camii imamını öldürmek için sabah namazına gönderilmiş bu arkadaş ancak genç bir türlü silahı çekip imamı vuramamış. Namazdan sonra da imamın yanına gelip ‘benim seni vurmam gerekiyordu eğer seni öldürmeden buradan çıkarsam beni öldürürler bana yardım edin’ demiş. Bu olaydan haberimiz olunca araya tanıdıklar koyduk ve o gün çocuğu okuduğu üniversiteden kaydını alıp Adana’ya gönderdik. Okulunu burada bitirip mühendis çıktı ve Mersin’de işe girdi bu arada evlendi de. Ancak bu gencin peşini bırakmadılar ve çalıştığı iş yerinde bulup öldürdüler.”

Babam eşek sırtında köylerde kitap satarmış

Çarşının en eski dükkanlarından birisi de Demir Kitabevi ve Yayıncılık. İkinci Dünya Savaşı yıllarında asker olan babası Süleyman Demir’in askerden sonra memleketi Afyon’da köylere eşek sırtında kitap sattığını anlatan yayınevinin sahibi İsmail Demir şunları söylüyor:


“Biz baba mesleğini sürdürüyoruz. Eskiden köy odalarında Battal Gazi, Hz. Ali’nin Cenk hikayeleri gibi halk hikayelerinin anlatıldığı kitaplar okunurmuş. Babam da askerden geldikten sonra İstanbul’dan yayınevlerinden kitaplar alır eşeğin iki yanına yüklediği sandıklara yükler köy köy gezerek bu dini hikayeleri satarmış. Bir yandan da Afyon’da Dedeli Han’ın girişinde kitap sergisi açarmış. Dini kitapların çok ilgi gördüğü bu yıllarda Afyon’un önemli zatlarından Cemal Eğretli hoca fahri vaizlik yaparmış. Bu vaizlerde bahsettiği hadisleri babamla konuşmuşlar ve kitap olarak basmışlar. Kitap sadece Afyon’da değil Anadolu’nun diğer şehirlerinden de çok fazla ilgi görmüş. Yine Afyon’da 15-20 kişilik gruplar kışın bir araya gelip yemekler yiyip çaylar içip sohbetler ederdi. Bu geleneğe de ‘gezek’ denilirdi. Bu gezeklerde okunan ilahiler yine kitap olarak basılıyor ve çok ilgi görüyor. Babam Afyon’dan yayıncılık yapmanın zor olduğunu fark edince de İstanbul’a taşınıyor. Beyaz Saray’da o zaman Bahar, Üçdal Yayıncılık var. Üçüncü dini kitap satan yayıncı olarak bizim dükkan açılıyor. Üçdal Yayınları Cağaloğlu’na taşınınca biz o dükkanın yerine taşındık. Ben de o yıl ilkokulu bitirip İmam Hatip Lisesi’ne başladım. Okul, ev, dükkan arasında öğrencilik yıllarım geçti.”

İsmail Demir’in babası 11 yıl önce vefat etmiş şimdi dükkanı kardeşiyle birlikte işletiyor. “Ama o eski günlerin canlılığı kalmadı. Toplumda kitaba karşı bir açlık vardı” diyor ve dini yayıncılığın merkezi olan Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı’nın ilk yıllarını şöyle anlatıyor:

“Bahar Yayınları’nın sahibi Osman Başpehlivanlı İslam Mecmuası’nı satarak başlamış bu işe. Daha sonra Mümin Cevik’in açtığı Üçdal Kitabevi açılmış. Ardından da bizim kitabevi. 1966 yılında İstanbul’a geldik. Çarşının tam ortasında ise imam hatip lisesinden arkadaşım Kamil Berse’nin babasının açtığı Kalem Kırtasiye vardı. Sonra kırtasiye dükkanını Fatih’e taşıdılar. Kalem’in yerine Hisar Yayınları geldi. 1967-68 yıllarında birden dini kitabevlerin sayısı artmaya başladı. Sebil Yayınları, Hikmet Yayınları, Dede Korkut Yayınları, Çile, Türkmen kitabevlerini hatırlıyorum. Her kitabevinin bastığı kitap farklıydı. Birinin bastığını diğer kitabevi basmaya utanırdı, ondan alıp satardık. Biz dua kitabı, binbir hadis kitabı, ilahiler satardık. Hikmet Yayınları Fizilalil Kuran’ı tercüme etmiş onu satıyordu. Sahibi El ezher mezunuydu sonraları milletvekili oldu. Sebil Yayınları’nın sahibi Kadir Mısırlıoğlu’ydu. Her türlü kitap satan Enderun Yayınları ise herkesin uğrak yeriydi. Sohbet yerimizdi. Burada eş dost tanıdıktan meşhur simalara kadar herkes uğrardı.”

İmam Hatip Lisesi’nde Recep Tayyip Erdoğan ile aynı sınıfta okuduğunu söyleyen Demir, “Okuyan, tartışan bir nesildik. Çok kitap okurlardı. Bazen ben kitap götürürdüm bazen de onlar gelir dükkandan kitap alırlardı” sözleriyle okul yıllarından bahsediyor.

Dini yayıncılığın doksanlı yıllardan sonra bozulduğunu söylüyor Demir de diğer yayıncılar gibi. Bunun sebebini de etik değerlerin kaybolmasıyla açıklıyor. Eskiden birinin sattığı kitabı basıp satmanın ayıp olduğunu her yayıncının farklı kitaplar bastığını dile getiren Demir, “İşin içine vakıflar, şirketler girdi ortam tam bir curcunaya döndü. Ticari kaygı öne çıkınca da dini yayıncılık ahlakı bozuldu” diyor.


Orhan Pamuk satışlarımızı düşürdü

Pamuk Yayınları’nın sahibi Arif Pamuk bu sektör içindeki en renkli kişilik. Şifa kitapları kadar bastığı ‘Güllü Yasin’le piyasada tanınan Pamuk, yayıncılık işine çok sonra girmiş asıl hedefi ilim yapmakmış. El yazması eserlere olan ilgisi ise onu yazmaya yönlendirmiş. “Diyanet’te 12 yıl görev yaptım. Osmanlıca ve Arapça yazılmış el yazması dini kitaplara ilgim büyüktü. Bu kitapları satın alırdım. Bugün büyük bir kütüphane kuracak kadar el yazması eserim var. Bu eserlerin bir kısmı kütüphanelerdeki eserlerin kopyasıdır bir kısmını ise satın aldım. Çöplerden topladığım kıymetli eserler bile oldu. Tıp üzerine kitap yazmış alimlerin eserleri elime geçince bu kitaplardan şifa reçetelerini ve dualarını alıp yazmaya ve basmaya başladım. İlk sekiz sayfalık bir risale çıkardım” diye anlatan Arif Pamuk en çok ilgi gören kitabının şifalı bitkiler kitabı olduğunu söylüyor. Öyle ki kitap piyasaya çıktığı zaman büyük ilgi görmüş: “Tatile memlekete gitmiştim. Kitap büyük ilgi görünce yayıncılar evime gelip kapıyı kırmışlar içerdeki kitapları da alıp satmışlar. Döndüğümde kitapların parasını verdiler.”

BEN DİNİ KOLAYLAŞTIRDIM

Çıkardığı dua kitaplarının çok fazla ilgi görmesini ise Pamuk şöyle anlatıyor: “Ben dini kolaylaştırdım. Yasaklar yüzünden ya da başka sebeplerden Kur’an okumayı bilmeyen bir nesil vardı. Bunların üzüntülerine şahit oldukça diyordum ki “Üç ihlas bir Yasin” yerine geçer. İhlas suresini ezberle onu oku. Kur’an okumayı bilmeyenler için ‘Kur’anın kalbi olarak bilinen Yasin Suresini ve diğer kısa sureleri okunuşları ve anlamlarıyla birlikte yazıp bastım. Büyük ilgi gördü. Bugün her evde mutlaka bu Yasin kitaplarından bir tane vardır. Hala daha en çok sattığım kitaptır. İnsanlara dinimizin emrettiği gibi ‘zorlaştırmadım kolaylaştırdım’. ”


Yayıncılık sektöründe binin üzerinde kitap basıp sattığını söyleyen Arif Pamuk, en büyük sıkıntıyı ise soyadından dolayı yaşamış. Yazar Orhan Pamuk ile soyadı benzerliğinden dolayı yaşadığı sıkıntıyı şu şekilde anlatıyor: “Bir dönem yazar Orhan Pamuk’u benim oğlum olduğuna dair dedikodu çıkardılar. Bu dedikodular yüzünden satışlarımız çok etkilendi. Biz de hem gazetelere hem de kitap kataloglarımıza ilan verip Orhan Pamuk’la hiçbir akrabalığımızın olmadığı söyledik. Ciddi zarar gördük. Çünkü böyle bir adamın böyle oğlu nasıl olur diye dedikodu yapıp kitaplarımızı halkın almaması için telkinlerde bulunuyorlardı.”

Beyaz Saray’da dini yayıncılığın altın günlerini yaşadığını anlatan Pamuk, her Cumartesi Enderun Yayınları’ndaki sohbet ortamını ise şöyle anlatıyor: “Beyaz Saray’a 1970’de geldik. 1977-79 yılları arasında dışarı taşındık 80 yılında ise tekrar içeri döndük. Enderun Yayınları’nda çok güzel sohbet ortamları olurdu. Hocalar, öğrenciler, yazarlar, siyasetçiler, dönemin önemli din adamları gelirdi. Mahir İz, Gönenli Mehmet Efendi, Serhan Tayşi, Ali İhsan Yurt, Turhan Baytop, Nevzat Kaya, Ali Yakup Cenkciler, İsmail Erünsal şu an hatırladığım isimler. İnsanların dini sohbetlere, tartışmalara, kitaplara aç yıllarıydı. Milyonlarca kitap sattık artık gördüğümüz ilgili düşünün. “

#Beyaz Saray
#Kitapçı
#sahaf
6 yıl önce