Yaşlılık mı dediniz? Evet, yaş olarak artık altmışını devirmiş biriyim, doğru haklısınız. Fakat sanat genç bir ruh ile inşa edilir. Geçmişte bu konuyla ilgili bir deneme yazmıştım. Genç ruhtan doğan eserler de genç dururlar ve asla yaşlanmazlar. Büyük sanat eserlerine bakıldığında bu açıkça görülür. Bu anlamda kendimi hiçbir zaman yaşlılık sınırında görmedim. Otuz yıl önce yazılmış ve yayımlanmış olan bir öykümü bugün dışarıdan bir okur olarak okuyabiliyorsam sorun yok. Her eserimi bu ruh hâliyle yazarım. Bundan kaçınmam da. Bu yaşlarda yazdıklarımın da onlardan geri kalmaması gerekiyor ki öyledirler de.
Kendimi yazı hayatımda hep amatör olarak gördüm. Arayışlar içindeyim sürekli. Mümkün olduğunca ortalamanın altına düşmemeye çalıştım. Sürekli beslendim, yani durmadan okudum. Portreler çizdim ve anlattım, minimal öyküler yazdım, genelde durumlarda yoğunlaştım. Kahramanlarımın yerine kendimi koydum. Gençleri okudum, dünyalarını anlamaya çalıştım. Yaşlılarla birlikte oldum, onları anlamaya çalıştım. Her yaştan insan olmayı denedim. Gerektiğinde anlatılarımda bayanların ben merkezine girdim ve anlattım. Bunda da başarılı olduğumu düşünüyorum. Yukarıdaki sorunuza benden çok, eleştiri ya da inceleme yapanlar açılarsa sanırım daha yerinde olur.
Bir özgün sanatçının dünyası bu dünya ile örtüşmez hiçbir zaman. O her zaman aykırıdır. Belki de uç bir yerde duruyor. Zaten bu gibi şeyleri yazıyor olması bunu göstermiyor mu? Hangi büyük sanatçımız ortalama bir yerde duruyor ki. Aslında sanatçılar toplumun sözcüleridirler. Onlar yerine yaşarlar, düşünürler, farklı alanlarda gezinirler ve bunları eserlerine yansıtırlar. O zaman da okur okuduğu bir öykü veya romandaki karakterle özdeşleşir şöyle bir tepki verir. 'Aaa burada beni anlatmış. Ben size kendi hayatımı anlatmadım. Bunu nereden bildiniz?' diyebilir. Başarılı olan eser gerçekliğini bulan eserdir, okurda karşılığını bulan eserdir. Karakterlerimiz bizim içimizde çoğalanlardır.
İnsanın hayatında bir plan vardır. Fakat planlar ile gerçeklerimiz pek örtüşmüyor. İnsanın doğasına aykırı. Dünyaya gelişimizi ve gidişimizi biz tayin etmiyoruz. Bir kader gerçekliğindeyiz. Her eserin de bir kaderi var. Bir eserin planını çizen bir mimarın tasarımı var. Bu, eser inşa olurken yüzde yüz ona uyulmayabilir. Hayatımızda ve kaderimizde biz belirleyici değiliz çoğunlukla. Bir yolculuğu niyet ederiz ve yola çıkarız. Yolda başımızı nelerin geleceğini önceden bilmeyiz. Sadece gideceğimiz yer bellidir niyetimize göre. Bazen bu niyet de gerçekleşmeyebilir. Yolculuk sürecinde elbette bakan ve görenler için yenilikler var. Çağrışımlar sizi alır götürür. Evet, haklısınız ben kurguların içine sığmıyorum. Bunun içindir ki kendimi sınırlamıyorum. Başımı alıp gidiyorum. Öykülerim de böyledir.
Öykü, anlatıdır. Anlatıda tasvirler yani doğa veya yer betimlemeleri belli bir zaman sonra sıkabilir. Betimleme elbette vardır, yeri zamanı gelince olur. Ama pastoral anlamdaki betimlemelerden uzak dururum. İnsanın iç dünyası çok derindir, bu derinlik benim için daha çekicidir. Her insan bir dünyadır, her karakter bir dünyadır. Her biri ayrı bir derinliğe ve zenginliğe sahip. Pastoral betimlemelerde de anlatıcının dünyasına yansıyan tarafı veririm. Benim gözümde ağaçtan düşen bir yaprağın rengi, titreyişi salınarak düşüşü bana neyi çağrıştırıyor. O an düşen, titreyen dalından kopan benim. Bunu anlatmayı başarırsam bir anlamı olur. Ben öykü yazıyorum ve anlatıyorum. Anlatıcısı olarak ben varım, kurgusu, anlatısı, kahramanı olan metinlerdir bunlar.
Haklısınız. Sadece eser vermekle kalmadım. Hayatımda da değişik alanlarda bulunma gibi bir durumum oldu. Aktif siyasa ile ilgilendim uzun zaman. Daha uzun zaman ticarettin içinde yer aldım. Ticarette de siyasada da insanı daha iyi tanıdım ve gözlemledim. İronik öykülerime bu gözle bakılabilir. İnsanların hinlikleri, dürüstlükleri, samimilikleri, hesaplılıkları, cinlikleri, tutku ve ideallerini burada daha iyi gözlemleyebiliyorsunuz. Bu, bir şans benim için. Ben ne siyasa ne de ticaret içinde yittim ve tükendim. Kendimi hiç birine kaptırmadım. Daha da önemlisi yukarıda da izah ettiğim gibi amatör ruhu hiç bırakmadım. Çok okudum, okuyorum, beslenmeden olmuyor. Almadan vermek Allah'a mahsus…
Başkalarından beslenmedik veya etkilenmedik desek doğru olmaz. Bu, insan doğasına aykırı. Çok okumakta olduğumu ifade ettim yukarıda. Bu güneş altında olup etkilenmemek olmaz. Elbette borçlu olduklarımız var. Düşüncede, oluşta Necip Fazıl'dan, Sezai Karakoç'tan, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören daha açık ifadeyle Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yönelişler'den beslendim. Yol göstericilerim oldu. Bunlar ana kaynaklarımdır. Orada yazanların hepsine borçluyum. Bizim kuşakta olanlar da buna dahildir. Okuma alanımı hiçbir zaman sınırlamadım. Dünya edebiyatında var olan birinci sınıf hemen hemen bütün yazarları okudum, okuyorum. Biliyorsunuz zengin bir kütüphanem var. Kıraç bir alanda değilim. Zengin bir ormanın içindeyim desem yeridir. Öykü Ağacı kitabıma bu gözle bakılabilir.
Ali Haydar Aksal
Öykü Ağacı
İz Yayınları
2013
144 sayfa