|

Bir Ramazan günü Şehzadebaşı’nda

İstanbul’da eski Ramazanlar denildiğinde nedense daha çok Şehzadebaşı ve oradaki Direklerarası gelir akla. 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın ilk yirmi beş-otuz yılı içinde Ramazan gecelerinin vazgeçilmez mekanlarının başında geliyor Direklerarası. Bunun bir sebebi, Direklerarası yıllarının bugüne olan nisbî yakınlığı. Dönem hakkında birçok hatıranın kayda geçmiş olması.

04:00 - 15/03/2024 Cuma
Güncelleme: 02:58 - 15/03/2024 Cuma
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.
ÂLİM KAHRAMAN

Cami, inananları içinde toplayıp birleştirdiği gibi etrafında da o insanlara ait bir hayat düzenini şekillendirip geliştirir. Mahalle, semt ve şehirler böyle kurulur bizim medeniyetimizde.

Şehzade Camii, tarihî İstanbul’un tam merkezinde! Onun etrafında kurulan bir semti, o semtte yaşanan hayatları hissetmeye çalışacağız bu yazıda. Müslüman yaşayışının dinamikleri ve özellikle iç aydınlığıyla insanı yücelten Ramazan ayı içindeki halleriyle...

Bugün Suriçi İstanbul’unu boydan boya bölen iki ana aksın kesişme noktasında yer alıyor Şehzade Camii. Etrafında bulunan park alanları ve diğer yapılar, tarih boyunca yaşana gelen hayatları hayal etmemize izin vermekten uzak artık. Mevcut kalıntılar, eski bütünlüğünden kopmuş. Onları hareket noktası kabul ederek semti yeniden kurmaya girişmek için kitaplarda yazılanlar ve elde kalan bazı fotoğraflara gitmek gerekiyor.

İstanbul’la ilgili yazılanlar ve ortaya çıkarılan fotoğrafların sayısı son beş-on yılda bir hayli artış gösterdi. Bir örnek vereyim: Eski bir İstanbullu olan rahmetli Orhan Okay Hoca, Şehzadebaşı Direklerarasındaki Yavru’nun Çayhanesi’ne yetişmiş bir kişiydi. Orası hakkında bazı gözlemlerini aktarıyor bir konuşmasında. Ancak bir yerde “Esasında bu Yavru Mehmed kimdi, kimin nesiydi, hiç öğrenemedim” diyor. Hocanın ölümünün üzerinden fazla bir zaman geçmedi. 2021’de “Yavrunun Gecesi” başlığıyla yayımlanan bir yazıdan Yavru Mehmed’in aslen Erzurumlu olduğu, genç yaşında İstanbul’a geldiği, güzel sesiyle bir süre camilerde müezzinlik yaptığı ve daha başka ayrıntılar yer alıyor.

DİREKLARARASI GELİR AKLA

İstanbul’da eski Ramazanlar denildiğinde nedense daha çok Şehzadebaşı ve oradaki Direklerarası gelir akla. 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın ilk yirmi beş-otuz yılı içinde Ramazan gecelerinin vazgeçilmez mekanlarının başında geliyor Direklerarası. Bunun bir sebebi, Direklerarası yıllarının bugüne olan nisbî yakınlığı. Dönem hakkında birçok hatıranın kayda geçmiş olması.

Tarihî İstanbul’da yapılan selatin camilerden biridir Şehzade Camii. Kanuni Sultan Süleyman, Manisa’da sancak Beyi iken genç yaşta ölen oğlu Mehmet için Mimar Sinan’a inşa ettirmiştir (1548). (“Şehzâdeler güzîdesi Sultân Mehemmedüm” dediği bu sevgili oğlunun yetişmesine ayrı bir önem veriyordu Kanuni. Belli ki kendi yerine düşünüyordu onu; ölümüne çok üzüldü.) İstanbul’da Ramazanlar denilince ilk akla gelen Camiler arasında Beyazıt, Ayasofya ve Süleymaniye Camileri bulunmaktadır. Şehzade Camii, kadınların daha çok tercih ettiği camiler arasındaymış.

Aslında gözümüzde daha iyi canlandırmak için, burasının fetihten sonra ilk kurulan semtlerden biri olduğunu belirtmemiz lazım. Kısa sürede sanayi, ticaret, eğitim ve askere ayrılan alanlarıyla dinamik bir çevre oluşur şehrin bu kesiminde. Büyük saraçlar çarşısı burada (Saraçhanebaşı) kurulduğu gibi, “Eski Oda” diye anılacak olan ilk yeniçeri kışlası (Acemioğlanlar kışlası) da aynı çevrede yapılır. Hatta Şehzade Camii, yüz yıl kadar sonra, askere ait bu alanın bir bölümüne inşa edilir. Bugün bir otelin altında varlığını devam ettiren Acemoğlu Hamamı, Acemioğlanlar için açılmış bir temizlik mekanıdır ve adı o günlerden bir hatıradır (Dede Efendi de bir Şehzadebaşılıdır. Bugün adını taşıyan bir cadde bulunduğu gibi, babasının da Acemoğlu Hamamının işleticisi olduğu belirtilmektedir). Yine bir külliye halinde kurulan camilerde külliyenin önemli bir bölümü, dönemin en önemli eğitim kurumu olan medreselerden oluşuyordu. Asıl büyük medreseler, Fatih ve Süleymaniye camileri etrafında inşa edilse de Şehzade külliyesi içinde de bir medrese vardır (Ekmekçizade Ahmet Paşa, Ankaravi Mehmet Efeandi, Damat İbrahim Paşa Medreseleri ile Mimar Kasım Ağa Darülhadisi başta olmak üzere etrafta birçok medrese ve sıbyan mektebinin açıldığını söyleyelim. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılı tarzda eğitim veren lise -Vefa Lisesi- ve Üniversitelerlerin -Darülfünun- kurulmasıyla Şehzadebaşı çevresi tam bir öğrenci ve eğitim merkezi haline gelmiştir.

Ramazan dolayısıyla adını andığımız Direklerarası, Yeniçeri ocağının lağvına kadar (1826) daha çok yeniçerilerin uğrak yeri, gezinti ve alışveriş yaptığı bir çarşıydı (Buraya Direklerarası denmesinin sebebi ise caddenin iki yanındaki dükkanların önlerine yapılan revaklar; revakların sıra sıra direkleridir). Semtin temel işleyişindeki eğlence, ticaret ve eğitim (ilim) işlevini Direklerarası üzerinden de ortaya koyabiliriz. Buradaki dükkanların arasında birer sosyalleşme ve kültürel alışveriş merkezi haline gelmiş kıraathanelerden ve çay evlerinden söz ediyor kaynaklar. Bunlardan en önemlisi ve eskisi İbrahim Paşa Sebili’nin karşısında, bugün yola giden yerde bulunan Fevziye Kıraathanesi’ydi. Yüzelli kişilik büyükçe bir mekandı. Müşterileri kibar ve kültürlü insanlardı. Ramazanlarda bir ay, Kadir Gecesinin dışında, seçkin ve profesyonel musıkişinaslardan oluşan “sazende ve hanende”lerin katıldığı fasıllar yapılırdı. Kahve, çay ve şurup içilir, içeride oturacak sandalye kalmazdı. Uzun ömrü boyunca Fevziye Kıraathanesi’nde, mûsıkî fasılları dışında kukla ve karagöz oynatıldığı, tiyatro oyunları sergilendiği de bilinmektedir. Bir bakıma Beyoğlu’ndaki Cadde-i Kebir’in (İstiklal Caddesi) İstanbul yakasındaki yerli izdüşümü gibi olan Direklerarası’nda, ilk film gösterimi de Fevziye Kıraathanesi’nde gerçekleşir. Hem de Paris’teki ilk gösterimden iki, Beyoğlu yakasındakinden bir yıl sonra, 1897 yılında. İkinci Meşrutiyetten sonra gittikçe sinema gösterimlerine ağırlık veren Fevziye Kıraathanesi 1914’te Milli Sinema olmuştur. Yeniliklere ve hızla değişen hayat biçimlerine ayak uydurmada zorlanmayan, toplumu da bu tarafa doğru sürükleyen Direklerarası zaman geçtikçe Ramazan eğlenceleri mekanı olma özelliğini kaybetmiştir. Ancak orta oyunundan tiyatroya, sirk gösterilerine doğru ilerleyen gösteri mekanı özelliği sinemada karar kılmış, Milli, Hilal, Ferah Turan gibi sinema salonları burada açılmıştır.

ÇAY OCAKLARI BULUŞMA MEKANI

Fevziye Kıraathanesi’nin aksine bu caddedeki çay evleri 10x10 hatta 3x3 m. gibi bir alana sahip olan mütevazı mekanlardır. Gayet güzel çay demlendiği, sahipleri ile müşterileri arasında özel diyebileceğimiz bir bağın bulunduğu, dönemin yazar ve aydınlarının uğradığı yerlerdir. Çoklukla Çaycı Mustafa, Mersin Efendi ve Yavru Mehmet gibi işleticilerinin adıyla bilinmektedir. Çaycı Mustafa’nın çayhanesi, daha II. Meşrutiyet öncesinde Mehmet Âkif ve arkadaşlarının sık sık buluştuğu bir mekandı. Âkif’le bu çayhaneye gidenlerden biri de Midhat Cemal Kuntay’dır. Kuntay, Âkif üzerine yazdığı kitabında, bizdeki bu kahvehane geleneğinin edebî ve entelektüel boyutuyla, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Paris kahvehanelerine benzetir.

Şehzadebaşı kahvehanelerine Yahya Kemal’in de uğradığını 1922 yılında yazdığı bir yazıdan anlıyoruz. O gün o kahvede otururken kısa sürelerle gelip yanı başında el açan Beyaz Rus göçmenlerden bahseder şair. Bir başka yazısında da o savaş ve sıkıntı günlerinde kafileler halinde Balkanlardan göç eden Müslüman-Türk insanının per perişan bir halde Süleymaniye, Şehzadebaşı gibi büyük camilere nasıl yerleştirildiğini anlatır. Cami içlerine gruplar halinde yerleşmiş olan bu aileler hem ısınmak hem yiyecek bir şeyler hazırlamak için ateşler yakmıştır. İçerisi duman ve ateşe maruz kalmış camilerin hali ise bir başka perişanlıktır.

İSTANBUL’UN ORTA YERİ

Orhan Veli’nin “İstanbul Türküsü” şiirinde geçen “İstanbul’un orta yeri sinema” diye bir dizesi vardır. Şehzade Camiinin bir özelliği de tarihî İstanbul’un (Suriçi İstanbulu) tam orta yerinde bulunmasındadır. Evliya Çelebi’nin de söz ettiği gibi, Haliç-Boğaziçi, Marmara ve surlar ile çevrili üçgen şekilli olan İstanbul şehrinin saat, adım ve uzunluk bakımından yapılan hesaplamalara göre orta yeri Caminin Direklerarası tarafında bulunan köşesidir. O köşeye konulan 128 cm. yüksekliğindeki yeşil mermer sütun bugün de yerinde durmaktadır. Ayasofya’dan Edirnekapı’ya kadar uzanan ve Direklerarası’nı da içine alan Divan Yolu (Protokol Yolu) şehri boydan boya ikiye bölmektedir. Bizans döneminde “Mese” adını taşıyan bu ana yol üzerindeki “orta nokta” daha o zamandan hesaplanıp oraya bir işaret konulmuştu. Orhan Veli’nin dizesini bu bilgiler ve Direklerarası’ndaki sinemaları düşünerek okuduğumuzda anlam yerli yerine oturmaktadır.

Direklerarası Ramazanlarındaki eğlence anlayışı, bir açıdan bakıldığında, bazı halleriyle içinde bulunan ibadet ayının ruhuyla bağdaşmamaktadır. 1914 yılında Tanin’de çıkan bir yazıda, kantocu kadınların, tuluatçıların sululuğa varan ve çirkinleşen hareketlerinin “bulantı ver”diğinden bahsedilmektedir. Peyami Safa da 1937’de yazdığı “Ramazan ve Gece Hayatı” başlıklı yazısında yakın dönem önce yaşanan Şehzadebaşı’ndaki ramazan gecesi eğlencelerini “manasız bir şenlik ve coşkunluk hali” olarak gördüğünü belirtiyor. “Saraçhanebaşı piyasasında [o kalabalık ve sıkışıklık içinde] komşu kızına çimdik ve lakırdı atmak isteyen çapkın”lardan söz ediyor. Tarihsel bütünlüğü içinde baktığımızda, sözünü ettiğimiz boyut, sosyal hayatta yaşanan bir bozulma ve dejenerasyona karşılık gelmektedir.



#Aktüel
#Edebiyat
#Hayat
2 ay önce