|

Biten rüyayı çağırmak*

Nuri Pakdil’e Kudüs denince sular durur. O bir Kudüs aşığı… O, “Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum” diyendir. Ona göre “Kudüs ve İstanbulsuz aşk yoktur.” Onun Kudüs aşkı ta çocukluğuna uzanır. Kudüs’ü anlatmıştır annesi ona sürekli.

Yeni Şafak ve
04:00 - 13/01/2016 Çarşamba
Güncelleme: 00:02 - 13/01/2016 Çarşamba
Yeni Şafak
ARİF AY


Aşağı yukarı kırk yıl önceydi. Mevsim yine kıştı ve yine soğuk mu soğuk gecelerden biriydi. O gece yazdığım şiirin başlığı “Kırağılı Bir Gecede Kudüs'ü Düşlüyorum”du. Şöyle bitiyordu şiir: “acı bin kez vursa da/onlar büyür/su büyür/çocuklar yeşile/Kudüs büyür/bulunduğun yerde/bir akşam nöbetindeyim” Aradan yıllar yıllar geçti. Kudüs şiirimin gündeminden hiç düşmedi. Ebu Ammar'a ithaf ettiğim “Filistin” adlı şiirin ilk bölümü şöyleydi: “yenişehir'de akşam kerahat vakti/Kudüs'e en son tren ne zaman kalktı/hücrelerimde İsrail buldozerleri/ölüp ölüp dirilmekteyim/aranızda bir 'dünya sürgünü'yüm/Kudüs'e tren en son ne zaman kalktı”


Yine bir kış günü, kırağılı bir gecede yapıyorum bu şerhi. 1517'den 1917'nin sonuna kadar 'Osmanlı barışı' olarak adlandırılan, 400 yıl Osmanlı'nın olan Kudüs'ün İngilizlerin eline geçişini 'Zeytindağı'nda şu satırlarla anlatır I. Dünya Savaşı'nda Filistin'de İngilizlere karşı savaşan Osmanlı 4. Ordusunun komutanı Cemal Paşa'nın yaveri Falih Rıfkı Atay: “Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm. Kudüs İngilizlerin elindeydi. Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca savaştıklarını masanın üstündeki şifreli telgraftan okudum.” (Zeytindağı, s.107)



VE KUDÜS ACISI


Osmanlı denen o billur avize parçalanmış, barış da bitmişti böylece. O barışın yerini, Falih Rıfkı Atay'ın “Zeytindağı'nın çamları arasında, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan Lût çukuru, şimdi bütün İmparatorluğu içine çeken bir mezar gibi genişleyip derinleşiyor” dediği yüz yıldır süren bir savaş, acı ve zulüm almıştı. O terk edilişi bir de Sezai Karakoç'tan dinleyelim: “Ve Kudüs'ü terk ettiğin o ikindi/Birinci Cihan Harbi günü vakti/Kan sızdırıyor kaburga kemikleri/Karlı dağlardan indirdiğin atların/Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın/Mahşerin perdesini kıyametin perdesini/Ağlıyor yere inen saçları/Göğü yırtan kefen beyazı elleri/Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir/Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri/Yeşile dönmüş türbelerin demiri/Zamanın rüzgâr gibi esen zehiriyle/Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri/Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi/Kaçıyorlar Lût şehrinden kaçar gibi/Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla/Susmuş minarelerin azabıyla/Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla/Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış/Artık burada taş bile durmak istemez/Ve ay'ı görmek istemez zeytin ağaçları/Eğilerek selâmlamazlar hilâli hurmalar/Artık ne Zekeriya ve ne İsa var/Sararmış bir tomar mı mucizeler/Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler/ne de Miraç'tan bir iz/Yerden yükselen kaya” (Şiirler VIII, Alınyazısı Saati, s.8)



Pierre Loti'nin Kudüs seyahatini anlattığı “Kudüs” adlı kitabında şöyle bir tespiti var: “Müslüman mabetleri Hıristiyanlarınki gibi duygulanıp ağlanılan yerler değil, sakin yerlerdir Müslüman mabetleri huzur veren yerlerdir. Orada hem yaşama hem ölüme aynı sağduyu, aynı soğukkanlılıkla bakılır.”(Kudüs, s.163)



Doğru bir tespit. Bu yüzden biz Kudüs'e 'Ey!' diye sesleniriz. Ali Haydar Haksal'ın dediği gibi “Sahabiden beri süregelen bir hitap geleneğidir 'Ey!'. Ey Ebubekir.. Ey Ömer gibi Ey Kudüs.. Ey Şam.. Ey Mekke.. Ey Medine.. Ey İstanbul..” diye hitap ederiz. Oysa Batı ilenme ve öfke ile 'Ah!' der. Filistin halkı bunca zulme, acıya karşı hiçbir zaman 'Ah!' demedi. Acısını büyüte büyüte direnişini sürdürdü ve mermilere, bombalara karşı 'başkaldırı taşları'nı atmaya devam etti. Filistin'in büyük şairi Mahmud Derviş “Gazze İçin Sessizlik” adlı kitabından o atılan taşlarla ilgili şu bölümü alıyorum buraya:



“—Baba, ne yapıyorsun?


—Bu gece kalbimi düşürdüm de onu arıyorum.


—Onu burada mı bulacaksın?


—Ya nerede bulacağım! Toprağa eğilip onu arıyorum. Kasım ayında Fellah kızları zeytinleri tane tane toplar ya, ben de kalbimi işte öyle tane tane yerden topluyorum.


—Ama senin topladığın şey çakıl taşı baba!


—Olsun, bu da hafızayı ve zihni zinde tutar. Hem kim bilir? Belki de şu çakıl taşları kalbimin taş olmuş halidir…” (Gazze İçin Sessizlik, s.7)



PAKDİL'İN 4 ŞEHRİ VARDIR


Akdeniz kıyıları romantikliğin ve tarihin acı dolu günlerinin iç içe yaşandığı yerlerdir. Beyitin ilk dizesi: “Akmaya başladılar mı yıldızlar ellerine” hayli yoğun romantik bir atmosfer oluşturur. Hani şu “Akdeniz Akşamları” şarkısı gibi… Yıldızlı bir Akdeniz gecesi ve mavi gökyüzünden yıldızlar akmaya başlar ellerinize. Öyle yakınsınız ki gökyüzüne… Ellerinize akan yıldızlarla çevrilirsiniz; ışıl ışıl.. biteviye… Şiirin öznesi sen ya da o, ya da şairin kendisi. Şair belki de kendine sesleniyor. Belki de uzakta, Akdeniz kıyılarında yaşayan bir sevgiliye… “Oturup Kudüs'ü çağır ağır ağır kalbini” dizesi birinci dizedeki romantik havayı dağıtıyor birden. Rüya bitiyor adeta. Acı gerçeklerle burun burunasınız. Yıldızlar değil, bombalar akıyor Akdeniz göğünden. Kudüs yakılıp yıkılıyor, Şam'la Bağdat'la birlikte. Akdeniz'i, yurdundan yuvasından edilmiş insanların çığlıkları dolduruyor.



Kudüs ve kalp biri ötekinin yerini alıyor. Kalbini arayan Filistinli baba aynı zamanda Kudüs'ü arıyor. Tıpkı Nuri Pakdil'in “Anneler ve Kudüsler” şiirindeki şu dizeler gibi: “Getirince baba/Kudüs'ü özümleyen ekmeği/Yeniler anne andını/Kirazın ve silahın üstüne.”


Nuri Pakdil'e Kudüs denince sular durur. O bir Kudüs aşığı… O, “Ben Kudüs'ü kol saati gibi taşıyorum” diyendir. Ona göre “Kudüs ve İstanbulsuz aşk yoktur.” Onun Kudüs aşkı ta çocukluğuna uzanır. Kudüs'ü anlatmıştır annesi ona sürekli. O, “Gel/Anne ol/Çünkü anne/Bir çocuktan bir Kudüs yapar” diyendir. Onda yürüyüşün adı Kudüs'tür. Herkesi bu yürüyüşe çağırır: “Yürü kardeşim/Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin” der. O, caddede yürürken tarihin sayfalarında da yürür: “İşte, caddede adımlarımı attıkça da, hâlâ kan ağlayan Tarih sayfalarını çeviriyorum, bir daha okuyorum: 1917: Kudüs ve Filistin trajedisinin başlaması. 1918: Topyekûn Ortadoğu'yu, İngiliz yönlendirmelerine terk ederek çekiliş trajedisinin derinleşişi; enine, boyuna yayılışı iniltimizin, ağıdımızın. Ve Mecidiyeköy'de; mütemadiyen Dik Dur Zikri.” (Otel Gören Defterler IV: Simsiyah, s.60)


Nuri Pakdil'in dört şehri vardır: Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul. Bu dört şehir onda bir kalp olarak atar. “İstanbul: insanın, yaradılışını en iyi, en sağlam gerekçelendirdiği yer: Mekke'den, Medine'den, Kudüs'ten sonra” der. Onun ünlü cümlelerinden biri: “Yüreğimizin yarısı Mekke'dir, geri kalanı da Medine'dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.”



Onun Kudüs'ü düşünme saatleri vardır. İşte o saatlerden biri: “Kudüs'ü düşünme saatiniz gelince hep böyle olursunuz. Katı, kalın, yalın ağırlığı ne kadar da somut duyarsınız! Âdeta tarihi taşıyor gibi; onurlu ama şimdi suçlu; başınız dimdik bir an sonra yerde; kalakalırsınız öylece. Yasa batmış Kudüs bu! Yurtsuz kalan Filistinlilerin direniş ateşinin çıngıları göklere saçılır ve ıssız İstanbul gecelerinde toplarsınız bunları. 'Bağımsızlık! Özgürlük!' seslerini can evinizde duyarsınız.” (Bir Yazarın Notları III, s.14)


Nuri Pakdil, Kudüs sevgini insanlığa girmenin baş koşullarından biri olarak görür: “Kudüs sevilmeden insanlığa girilmez. Bizim için daha da özel bir konumu vardır: Kudüs'ü savunmak, gerçek bağımsızlığı savunmaktır. Çünkü, gerçek bağımsızlık, yüzyıllar boyunca damıtılarak oluşturulan bir birikimdir: insanın onurunun asal kaynaklarından biridir, putçuluğun kesinlikle iptalidir.” (Bir Yazarın Notları I, 65)



Yazıyı Ali Göçer'in Nuri Pakdil'in şiirine ilişkin şu önemli tespitiyle noktalamak istiyorum: “Nuri Pakdil'in şiirleri anne lirizmi ile Kudüs gerçeği arasında gidip gelen gergin bir yay gibidir. Kâh lirik bir geyiktir sözcükler, kâh ateş hattındaki savaşçıdır. Kudüs, somut bir mekân olduğu kadar soyut bir algıdır da. Onun için çoğuldur Kudüs ve anne. Anne Kudüs'tür Kudüs de anne. Kudüs, Ulu Önder'in Gök Yolculuğu'nun, Mirâc'ın mekânıdır. O yüzden Nuri Pakdil düşüncesinin, dolayısıyla Nuri Pakdil şiirinin metafizik yolculuğuna kaynaklık eden güçlü bir imgedir. Medeniyet haritasının da temel ve vazgeçilmez ayaklarından biridir.”


(*)Osmanlı Simitçiler Kasîdesi-4



Akdeniz Kıyılarında


“Akmaya başladılar mı yıldızlar ellerine/


Oturup Kudüs'ü çağır ağır ağır kalbini”




#Nuri Pakdil
#Kudüs
#Gök Yolculuğu
#Osmanlı Simitçiler Kasîdesi
8 yıl önce