|

Bu fırtına ne zaman dinecek?

Mustafa Kutlu’nun yeni kitabının ismi “Fırtınayı Kucaklamak”. Dergâh Yayınları’nın Türk Edebiyatı- Deneme dizisindeki 41. kitabı. 41 kere maşallah. Her deneme, aynı zamanda bir hikâye barındırıyor. Ayrıca her başlık üstünde bir fotoğraf var ki, yazılanların özeti niteliğinde.

Yeni Şafak
04:00 - 15/03/2019 Cuma
Güncelleme: 11:36 - 14/03/2019 Perşembe
Yeni Şafak
Mehmet Şeker ve Mustafa Kutlu.
Mehmet Şeker ve Mustafa Kutlu.
MEHMET ŞEKER

Bir fırtına tuttu bizi. Hem de ne fırtına. Nereden estiğini biliyoruz, nasıl estiğini görüyoruz, yine de anlamıyoruz. Kasıp kavuruyor. Dört yan yetmezmiş gibi her yana savuruyor.

Gök ekinler ne ki? Daha filizlenmeden, boy vermeden yerinden sökülenler var. Genç yaşta toprağın altına girenler, mapusluk çekenler, yerinden yurdundan edilenler…

Nerede o belinde kasatura, kucağında martini ile bekleyenler?

Evinden barkından olanlar, gurbet ellere göç etmekten başka çare bulamayanlar, medeniyetin beşiği bildikleri ülkelere kapağı atmak için ölümü göze alanlar, fırtınayı kucaklamak zorunda.

Mustafa Kutlu’nun yeni kitabının ismi “Fırtınayı Kucaklamak”. Dergâh Yayınlarının Türk Edebiyatı- Deneme dizisindeki 41. kitabı.

41 kere maşallah. Her deneme, aynı zamanda bir hikâye barındırıyor. Ayrıca her başlık üstünde bir fotoğraf var ki, yazılanların özeti niteliğinde.

KISACA BİZİM HİKÂYEMİZ

Defalarca bombalanan ve taş üstünde taş kalmayan köyler, çoluk çocuk göç edenler… Ot kök yiyerek yollara dizilmiş giderken, uçaklardan atılan kâğıtlarda ertesi gün yiyecek paketleri atılacağını haber veriyorlar. Ertesi gün uçaklardan paketler iniyor. Rengârenk küçük paraşütlerle inen paketlere kadınlar ve çocuklar yakalayıp kucakladığında, her biri havai fişekler gibi patlıyor.

Uzaktan görenler, bayram şenliği zannetmez mi?
O paketleri kim attı?
Köylerini bombalayanlar.
Köyleri kim bombaladı?
Bir lokma ekmeğe, bir yudum suya kim muhtaç etti?
Kim onları per perişan hâlde yollara düşürdü?

Bu tür hikâyelerdeki kahramanların, kahramanlıkla zerre kadar alâkası yok. Hepsi cani, hepsi katil…

Medenî bilinen, gelişmiş sanılan fakat genç yaşlı, çoluk çocuk, kadın erkek demeden öldüren o gözü dönmüşler, kameraların karşılarına geçtiklerinde insanlıktan bahsederler.

Mangalda kül bırakmazlar. Gevrek gülüşler eşliğinde nutuklar atar, insan haklarını anlatırlar.

Gören görüyor, bilen biliyor. Görmeyen ve bilmeyenlerin vebali kendi boynuna. Hele görmezden gelenlerin yatacak yeri yok.

Bu çağın insanı böyle. Alın size çağdaşlık. Alın size medeniyet.

Kurttan kaçan koyun, kasaplara doğru koşarken, elindeki bıçağı görmüyor.

O insancıklar da medeniyetin beşiği bildikleri yerlere kaçak yollarla ulaşmaya çalışırken, onların kendilerine ne gözle baktıklarından habersiz sanki.

Denizdeki botlar delinerek ölüme terk edilenler, sınırdan içeri sokulmayanlar, bir fırsatını bulup da kucağında bebekle koşarak sınırı geçmeye çalışanlara çelme takıp düşürenler de onlar.

Kaptırdık gidiyoruz da mevzu derin, fırtına sert, yara büyük.

Herkesin insanlıktan nasibi farklı.

Mustafa Kutlu, bu dramlar üzerine yazdığı denemelerle başlıyor kitabına.

Tamamı aynı değil elbette. Devamındaki yazılar içeriyle ilgili. Kısaca bizim hikâyemiz.

Çoğunluğun gözden kaçırdığı hususlar, son derece hassas bakışla yakalanarak ustalıkla ele alınıyor ve okurların kalbine, vicdanına sunuluyor.

Eski cezveler gibi yeni cezveler ocakta kaynarken, yollara bakarak sevdiğini bekleyenlerin ela gözleri süzülürken, ezanlar okunur, selâlar verilirken, peşpeşe mezarlar kazılırken, fırtına bütün şiddetiyle esmeye devam ediyor.

Sabırla, metanetle, dirençle, inançla o fırtınayı kucaklamaktan başka yol yok.

Ya ölünecek, ya kalınacak. Arada başka şık bulamayız. Kalanlar, kollarını açarak, yumruklarını ve dişlerini sıkarak direnmek zorunda.


BİZE GÜLÜMSEYEREK BAKAN USTA

Yıllardan beri esen fırtına öyle bir savurdu ki darmadağın olmamak için çırpınıyoruz.

Tarım toplumuyduk, şehirlere göçtük. Köylerde nüfus azaldıkça azaldı. Birkaç kişinin yaşadığı köyler hüzün dolu şimdi. Terk edilmiş, kendi haline bırakılmış ve parça parça yıkılmaya yüz tutmuş evleri gördükçe, insanın içi burkuluyor.

Şehirlere göç ettik de sanayi toplumu olmayı başarabildik mi?

Bunun cevabını ustamız Mustafa Kutlu “Hayır, olamadık” diye cevaplıyor ve ayrıntısıyla, yürek parçalayan örnekleriyle anlatıyor.

Usta diye boşuna demiyoruz. Ustamızdır. Zaten Mustafa kelimesinin ortasında, bize gülümseyerek bakan ‘usta’ vardır.

Ne şehirli olabildik, ne köylü tespiti yabana atılabilir mi?

Batı ile Doğu arasında kalışımız gibi.

Köşe taşı niteliğinde duran bu hususlara dair metinleri Fırtınayı Kucaklamak’ta okudukça of çekişlerin ardı arkası kesilmiyor.

Gelenek, sağlam bir zemin olması gerekirken, zaman içinde nasıl değişiyor, bu satırlarda net bir fotoğraf gibi görüyoruz.

İnsanların zaaflarını, cesaretlerini, dürüstlüklerini, hilelerini, aldanışlarını, meziyetlerini okuyoruz. Türk ne demektir, vatan ne demektir, sevgi ve hürmet nasıldır hepsini ince ince nakış gibi işlenmiş satırlarda görüyoruz.

Şehir ve kültür üzerine düşünmeye sevk ediyor ustamız. Affetmeyi anlatıyor, kafayı çizen adamı, kimlerin nasıl hasta olduğunu, yüksek bir yerden atlamak isteyen birine aşağıdakilerin atla diye nasıl bağırdığını…

Hele bir “Son Ezan” var ki…

Aman Allah’ım.

Onu her gün en az üç vakit okumak gerekir. Sabah, öğle, akşam.

O kahramanları sarıp sarmalamak için yollara düşme isteği ile başa çıkılabilir mi?

Gidip o köyde kalan son dört kişinin elini öpme isteği karşısında bilmem ki nasıl davranılır?

Sobada yanan odunların çıtırtısını, çorbanın kokusunu nasıl anlatmalı?

En iyisi hiç anlatmamak. Okuyacak olanın keyfini kaçırmayalım. Herkes kendi keyfince tadına varsın.

#mustafa kutlu
5 yıl önce