|

Çobanoğlu’nun trajik destansı şiirleri

Süleyman Çobanoğlu’nun Tamgalar adlı şiir kitabı ve onun şiir dili için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:”O bir yönü ile de Yahya Kemal’i andırmaktadır. Bildiğiniz gibi Yahya Kemal klasik şiirimizi yenilemek istemişti. Çobanoğlu da içinden çıkıp geldiği eski kültürümüzü, onun dilini ve şiirini tecdit etmek ister gibi bir yolda buluyor kendini. Bunu bilinçli yapıyor.”

04:00 - 15/12/2019 Pazar
Güncelleme: 00:51 - 15/12/2019 Pazar
Yeni Şafak
Şiirin dış yüzü ile iktifa edenlere, ondaki dip dalgalarına inmekten çekinenlere söylenecek bir şey olamaz.
Şiirin dış yüzü ile iktifa edenlere, ondaki dip dalgalarına inmekten çekinenlere söylenecek bir şey olamaz.
NECMETTİN TURİNAY

“Hiçbir şey söylememiştir benden söz eden biri” diyor Çobanoğlu. Yaptığı bir konuşmasında da gene böyle bir ifadesi geçiyor. “Şiirler hakkında yazmak ya da söylemek şiiri daima sıkıştırır” diyor. Ne demek istiyor bu sözleri ile Çobanoğlu? İnsanı ister istemez düşündürüyor. Kendisi ve şiiri hakkındaki kanaatlerden umumi bir yakınma mı bunlar? Yoksa şiirde yapmak istediklerinin tam olarak kavranamadığına dair bir serzeniş mi, belli değil. Yani durduk yerde bir sanatçı, niçin böyle sözler söylesin?

Ama ne manaya gelirse gelsin, Çobanoğlu’nun söyledikleri önemli geldi. Üzerinde durmaya değer göründü bana. Bunun sebebi de, tekrar tekrar okumak zorunda kaldığım Tamgalar’ı oluyor.

Çobanoğlu’nun Tamgalar’da topladığı şiirleri, ilk anda kekre bir tesir bırakıyor insanın üzerinde. Çünkü orada sizi alışık olmadığınız bir şiir dili karşılıyor. Onun için Tamgalar’ı daha bir dikkatle okudum diyebilirim. Neticede de kendi dışındaki hiçbir şairle, şiir anlayışıyla ilişkisini kuramadım. Onun hakkında takdirkâr bir değerlendirme yaptığını bildiğim İsmet Özel de buna dahil. Kaldı ki İsmet Özel ile bu şiir arasında, herhangi bir yakınlık bulmak asla mümkün değil.

Çobanoğlu’nun tok ve mağrur dili ile İsmet Özel’in devrimci tutumu arasında, kuşkusuz ilişki kurmak isteyenler çıkabilir. Şiirin dış yüzü ile iktifa edenlere, ondaki dip dalgalarına inmekten çekinenlere söylenecek bir şey olamaz. Çünkü bu şiir başka, bambaşka bir şiir! Dili başka, şiiri kavrama tarzı başka olduğu gibi, imge ve imajları bakımından da basbayağı farklı bir şiir. Daha değişik şeyler söyleyeyim isterseniz: Tamgalar şairinde, alışık olduğumuz anonim şair kimliğini çağrıştıracak hiçbir yan bulunmuyor. Eziklik, çevresi tarafından anlaşılmamışlık, edilgen psikolojiler vs. Bunların hiçbiri yok onda. Bu tür ruh hallerinden, çiğnene çiğnene sakıza dönüşmüş anonim duyarlıklardan bıkmış da, kendini yenilemeye karar vermiş gibi bir havası da yok Çobanoğlu’nun. Tam tersine o, başından beri böyle. Onun bu “farklı” ve “yalnız” yanı, Tamgalar’ı okunurken daha iyi fark ediliyor.

KUŞATMAYA BİR İSYAN


Öyleyse “Seni sevip çekildim, dedim dünya bu kadar” diyebilen Çobanoğlu’nun şiirine daha bir dikkatle eğilmek durumundayız. Çünkü bu şiirde gerçekten bir farklılık var. Kitabın başında yer alan “Kurt Bakışı” ve hemen ardından gelen “Ozan” başlıklı şiirleri bu bakımdan ziyadesiyle önemli. Her iki şiirin ortak yanları, hoyrat ve vahşi söyleyişleri oluyor. İlkinde “sen” ve “sana” hitapları ile oluşturduğu tezatlı âlem, insanın üzerinde ağır, trajik, ürküntülü bir hava doğuruyor. Sen dediği de alelâde bir muhatap değil. O, doğrudan mensup olduğumuz millet seviyesine yükseliyor. Yani Çobanoğlu bu şiiri ile, modern şairlerin hiç birinin denemediği bir yola başvuruyor. Kendi toplumumuzu, milletimizi orasından burasından gagalamak, onu sindirmek isteyen külli kuşatmaya isyan ediyor adeta. Bu denemesi ile öyle trajik bir gerilim oluşturuyor ki tahmin edemezsiniz. Dahası bu şiirin “sen” veya “sana” zamirleri ile, maşeri vicdanın sembolleştirilmesi biçiminde okunması da mümkün görünüyor.

Dolayısıyla Tamgalar şairinde bir yere, bir ülkeye ve kültüre mensubiyet şuuru son derece yüksek demektir. Yani Çobanoğlu bu yanı ile de bayağı farklı bir şair. Çünkü onun şiirinde “ben” dili ile konuşan çocuk veya yetişkin kişi, bu yönüyle de hiçbir şaire benzemiyor. Bildiğimiz cinsten “ferdî ben”in ötesinde bir şiir konuşuyor onun şiirlerinde. Egoist, hayat karşısında kendini mağlûp hisseden, yabancılaşmış bir ruh konuşmuyor. Ya da bildiğimiz cinsten fildişi kule metaforuna ne sığınıyor ne de ona tenezzül ediyor. Çobanoğlu’nun öyle bir yanı da var ki; yaralanmış maşeri vicdanın derin ağıtlarını duyar gibi dinliyorsunuz onu. Dolayısıyla onun acısı bireyselin çok çok ötesinde. Duyması, bakması, isyanları hep farklı. Sırf daha iyi anlatabilmek için bir benzetmeye başvurayım. Eskiden Marksistler için bir sınıfa mensup olmak ne kadar önemli idi, bilirsiniz. Fakat Çobanoğlu bir sınıfın şairi değil. O kendi yaşadığı bir tarihi arkasına alarak yapıyor bunu. Yani doğrudan bir tarihe, dine ve Anadolu irfanına öyle derin bir mensubiyet hissediyor ki, o geniş kümenin yegâne ve yapayalnız bir temsilcisi imiş gibi bir hava doğuruyor üzerimizde. Dolayısıyla onun temsil ettiği “ben”in acısı bireyseli aşıyor, evrensel bir ağıt gibi Tamgalar’ın sayfalarından durmaksızın boşanıyor. Yerlere ve göklere sığmayan bir acı bu. Fakat bir o kadar da heybetli bir dil ve acı.

Bütün bunlara rağmen Süleyman Çobanoğlu’nun içinde, mahrem bir “ben”i de yok değil. Devamlı rüyalarını gördüğü çocukluk zamanları! Neticede de içinden çıkıp geldiği o eski yaşamaları, bir Selçuklu ve Osmanlı göğü gibi genişletiyor da genişletiyor. Zaman içinde o çocuk, içinden çıkıp geldiği o eski âlemin dilini kuruyor. O dilin karşılığını Yunus’ta, Karacaoğlan’da, Dede Korkut’ta buluyor. Dolayısıyla bu şiirin bütün sırrı çocuklukta yatıyor denilse yeridir.

YAHYA KEMAL GİBİ ŞİİRİ YENİLİYOR

O bir yönü ile de Yahya Kemal’i andırmaktadır. Bildiğiniz gibi Yahya Kemal klasik şiirimizi yenilemek istemişti. Çobanoğlu da içinden çıkıp geldiği eski kültürümüzü, onun dilini ve şiirini tecdit etmek ister gibi bir yolda buluyor kendini. Bunu bilinçli yapıyor. Bu tercihi onu şuurlu bir rönesans hamlesine sevk ediyor desem yanlış olmayacaktır.

Gene bu tercihi Çobanoğlu’nun şiirini alabildiğine farklılaştırıyor. Gerçeküstücü ve varoluşçu felsefelerden edinilmiş, milattan öncesi ancak İkinci Yeni’ye varıp dayanan bir şiir anlayışı, dahası şair kimliği onun üzerinden bir bir dökülüyor. Dolayısıyla iradesi meflûc, edilgen, yaralanmış bir bilinç değil ondaki. Zaten o yaralı bilinci aşmadan da, büyük ruhlara mahsus haşmetli trajiğe ulaşmanın bir imkânı bulunmuyor. İşte Çobanoğlu bunu göze alıyor. Anonim koronun büsbütün dışında bir dille konuşma cesareti gösteriyor.

Aynı farklılığa bir ara Cahit Koytak şiirinde de şahit olmuş, onun hakkında da düşündüklerimizi yazmıştım. Onun gibi değil daha farklı, ama muhteşem bir şiir Çobanoğlu’nun verdiği örnekler: “Yalar yarasını bir geyik/ Hepsi bu kadar: adı yaşamak” diyen bir şairi önemsememek, görmezden gelmek mümkün olabilir mi?Bütün bunları söylerken, gene de yanlış anlaşılmak istemem. Şiir ancak böyle yazılır diye, onun tarzını ve dilini tekleştirmek değil maksadım. Amacım sadece Çobanoğlu’nun farkına işaret. Mevcut şiir ortamının büsbütün dışından konuştuğunu vurgulamak. Bu bakımdan en iyisi, Tamgalar’ın ikinci şiiri “Ozan”ı yeni baştan dikkatle okumak. Çünkü Çobanoğlu’nun poetikası o şiirde saklı. Onu neden kitabının başına yerleştirmemiş anlayamadım. Hangi şiirini okursanız okuyun, orada sizi çağdaş bir Yunus karşılayacak. Ondaki tasavvufi lirizm, çağdaş bir trajikle iç içe geçmiş olarak ruhunuza çökecek.

#Süleyman Çobanoğlu
#Tamgalar
#Yahya Kemal
4 yıl önce