|

Dil çöker mi?

Osman Özbahçe’nin Ebabil Yayınları arasında çıkan Dil Çöktü kitabı dili farklı anlamla ele alıyor ve okuru dil üzerine düşünmeye davet ediyor. Özbahçe kitabında insanlık çökerse dilin de çökeceğini, dil çökerse şiirin de çökeceğine işaret ediyor.

04:00 - 15/11/2023 Çarşamba
Güncelleme: 23:04 - 14/11/2023 Salı
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.
Arif Ay

Osman Özbahçe şairliğinin yan ısıra, şiir üstüne düşünen, iyi bir eleştirmendir aynı zamanda. Dergiler çıkarması, yayıncılık yapması da onun takdire şayan bir başka cephesi. “Dil Çöktü” (Ebabil Yayınları, Eylül 2023), “Uzun Yürekli Nehir” (1999), “Düşmanlık” (2004), “Kral” (2006), “Türkiye Kitabı” (2012) adlı şiir kitaplarının ardından, Osman Özbahçe’nin on bir yıl aradan sonra yayınlanan beşinci şiir kitabı. “Dil çöktü” sözü, ister istemez “Hangi dil çöktü?” sorusunu getirdi aklıma. Öyle ya, pek çok dilden söz edildiğini biliyoruz: Konuşma dili, yazı dili, felsefe dili, din dili, şiir dili vs. Sözgelimi Nuri Pakdil, dili daha da çeşitlendirir: “Ağır dil. Ağıt dil. Kavruk dil. Anıt dil. Yanık dil. Âdil dil. Gül dil. Âşık dil. Kurşun dil. Cins dil. Ter dil. Barikat dil. Din dil. Devrim dil. Sokan dil. Karıştıran dil. Belâ dil. Zoka dil. Tercüman dil. Dik dil. Put kıran dil. (Bunu da ben ekleyeyim: Pak dil.) Ret dil. Kimsesiz dil. Çok dil. Huşû dil. Ortadoğu dünyanın Huşû Dili. (Şimdilerde “Cehennem dili” olup çıktı.)” (Otel Gören Defterler 2, Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada, s. 67, Edebiyat Dergisi Yayınları, Mayıs 2000)

İNSANLIK ÇÖKÜNCE DİL DE ÇÖKTÜ

Bu dil çeşitlerine Osman Özbahçe’den de “soğuk dil”, “gerçek dil”, “süt dil”, “reklam dili”, “sahtekârlık dili”, “ikiyüzlülük dili”, “şairlerin dili”, “akademisyenlerin dili”, “Hasan Beyin dili”, “Hortum Ablanın dili”ni de ekleyebiliriz. Dil çeşitleri bir yana, dilin çökmesi, insanın da çökmesi anlamına gelmez mi? “Dil” bizim dilimizde “gönül” anlamını da içerir. Dünyanın hiçbir sözlüğünde “gönül” sözcüğü yoktur Türkçenin dışında. Ne güzel bir şarkıdır şu:

Dil şad olacak diye kaç yıl avuttu felek

Saçıma karlar yağmış boşuna yaz beklemek

Ne bülbül dile geldi ne de açtı bir çiçek

Saçıma karlar yağmış boşuna yaz beklemek

Aslına bakılırsa, insan çöktüğü için dil çöktü. Son günlerde feryadımız göğü doldurmuyor mu “insanlık nerde!” diye. “kötü günler bekliyor bizi / acımasız günler”(s.8) diyor, Osman Özbahçe: “gündüz öldü yağmur öldü hışırtılı / kış / öldü / alt alta gelecek şekilde / vb… / ..vb. / dil çöktü”(s.13) Böyle bir durumda insanın da parça parça olması mukadder değil mi?

İnsan gönlünü ve vicdanını yitirdi. Gönlün yeri çöplük hâline geldi: Banka cüzdanları, kredi kartları, faiz hesapları, kat, villa, yat, maddiyat, kirli mülkiyet, kirli servet… Bunlarla parçalandı, eşyalaştı ve vicdansızlaştı insan. Yakında bu eşyalaşmış insanın yerini, öve öve bitiremedikleri “yapay zekâ” ve robotlar alacakmış. Dil çöker tabii: “önce şiirini yazdım / sürüne sürüne / gerçeği geldi / çay bardaklarının arasından geçirdikleri otomobilleriyle / barkot, kredi kartı, tükenmez / kâğıt kale”(s.15) diyor, Osman Özbahçe.

DİL ÇÖKÜNCE ŞİİR DE ÇÖKER ASLINDA

Şairin: “haritalara bakacak olursak benim / bir eşyadan farkım kalmamıştı / ben bir kaskatı / sarı ekinlerin içinde yeşil mısır tarlalarının / dibi çatlayıncaya kadar batıyordum dünyaya” dizeleri, yine Nuri Pakdil’i çağrıştırdı bana. O da atlastan söz eder:

“gün’ün Beş Eylem’inde açılan Atlas’ta Varoluş Kaydı yapılmaktadır.

Bu Atlas’ın üzerinde sınıf yoktur.

Bu Atlas’ın üzerinde soy yoktur.

Bu Atlas’ın üzerinde eşitsizlik yoktur.

Dinkırımlarına (doğrudur: Dinkırımlarına), Dilkırımlarına, Soykırımlarına, Emekkırımlarına, Etnikkırımlara karşı uluslararası, uluslarüstü Direniş Merkezüssü bu Atlas.” (Otel Gören Defterler 4, Simsiyah, s.94, Edebiyat Dergisi Yayınları, Nisan 2002)

Bu Atlas’ı da kaybettik ne yazık ki!

Dil çökünce, şiir de çöker kuşkusuz. Ne ki dili çökmekten kurtaracak olan da yine şiirdir: “ibnü’l-esin dedi ki sana / sonuçta seni modern şiire atadım” (s.14) Öyle ya, işin içine “atama” girince şiir de yazılamaz ve dilin çöküşünü modern şiir de kurtaramaz: “Yazdığım şiirin beni buraya getireceğini biliyordum / Açık açık yaz: Şiir neye yarar? / ceketimin üstüne bir ceket daha giydim / çevrimdışı süpürge kapak / edebiyatsız edebiyat traktör kapak / araya başka iş alma / boşluk ilan et bitir gitsin / boş laf dolu şiirler ağız dolusu gevezelikler / gerçek bir dil bulmam lâzım” (s.60)

Osman Özbahçe’nin şiirinin baştan beri canlı, etkin ve hareketli bir yapısı var. O, duyguyu tek tek dizelere istif etmek yerine, bütün şiire yayar. Bundan dolayı, onun şiiri zengin çağrışımlı bir yapı arz eder. Keza, o da mizacı ile şiiri örtüşen şairlerden biridir. Onun mizaç olarak bende bıraktığı izlenim; afacanlığı, hınzırlığı, dobralığı, şakacılığıdır. Kavgacıdır ama kavgasını, kırıp dökmeden ironi üzerinden verir. Tüm bu özellikler onun şiirine kimi zaman ironi, kimi zaman mizah, kimi zaman da tiye alma şeklinde yansır.

Osman Özbahçe, “Amcam aruz, Dayım hece”(s.38) diyerek, şiirle akrabalığını ironik biçimde dile getirir: “Ben serbes gelmişim dünyaya”(s.38) derken, söz konusu akrabalığa mesafe koymayı da ihmal etmez.

Klasik şiir kalıpları yüzyıl önce kırıldı ve piyasada “serbest şiir” denilen bir şiir tedavüle girdi. Bu “serbest şiir”, dili iyi kullanan şairlerce estetik bir düzlemde varlığını sürdürürken, kimi şairlerce de kötü bir düzyazı metnine dönüştüğü hep yakınma konusu olmuştur.

Osman Özbahçe, nesirle yaptığı şiir eleştirisini, şiir kalıbıyla da sürdürüyor bu kitapta. Klasik şiirimizden Garip şiirine, İkinci Yeni’ye ve günümüz şiirine o alaycı, ironik diliyle ciddi eleştiriler getiriyor: “şehre bırak işi uzat misal şiir / gerçek dünyadan kaçıyor / zihin sürekli mutasyon üretiyor” (s.38) derken, haklı olarak şiirin hayattan kopuşunu vurguluyor.

“ikinci yeni handa yatur evliyalar / diğer hanı cedit leşkeri osmaniçün / 10 eğri satur”(s.11) dizeleri de günümüz şairlerinin İkinci Yeni’yi türbe, İkici Yeni şairlerini de evliya düzeyine çıkarmalarına getirilen mizahi bir bakışı imliyor.

Osman Özbahçe’nin günümüz şiirine getirdiği eleştirilerden bir kesit: “günümüz şiirinde sürekli tekrarlanan kelimelere bak. hangileri diye sorduğunda aklıma kelime gelmiyor. kelime yok şiirde. eşzamanlı insanlar özdeş hayatlar. türk şiirinin sıkıntısı bu. harika fikirlere dayalı mısralar yok. hiçe hiç. yoka yok. öncü niteliklerini sildiler şiirin. molozya cumhuriyeti. elbette cumhuriyeti. her yerde kolayca görülebilecek bir dil. belki de çıkış yolu kelimeler değil / dil değil” (s.58)

“Dil Çöktü”de altını çizdiğim taç dizelerden birkaçı:

“sen öldüğünde yağan yağmur / hiç dinmedi”

“dünyanın dönmediği oluyor seni özlediğimde”

“ötüşen kuş sesleriyle doluyor çayırlar”

“göğe doğru yükselen / incecik yıllar”

“beni teselli et / boynuma atılmaya hazır”

“yüzün ne güzeldi / ben bakmadan önce”

“seni sevmek için bahane üretiyorum”

“Dil Çöktü”yü beğeniyle, zaman zaman da tebessümle okudum; şu dizelerde olduğu gibi: “kastamonu taşköprü kışlık sarımsak geldi / kilo on lira türkiyenin en meşhur en kaliteli / yemeğine cacığına turşuna çorbana / kastamonu kışlık sarımsak geldi” (s.38) (Fiyatta bir güncelleme yapalım: Taşköprü sarımsağının semt pazarlarında kilosu yüz lira şimdilerde.)

Özbahçe, şiirin sorunlarını ve şiir eleştirilerini nesre bırakmalıydı bence. Böylelikle de şiiri, şiire yük olan unsurlardan kurtarmış olurdu. Yine de dilin çökmediğine tanık olmak mutlu etti beni.



#Edebiyat
#aktüel
#şiir
8 ay önce