|

Dört müze ve sanayi yorgunu bir şehir: Glasgow

Glasgow Avrupa’nın ilginç şehirlerinden biri. Bu şehri tanımak, geçmişine yolculuk etmek için ziyaret edilecek en güzel adres müzeler. Glasgow Modern Sanat Müzesi, Halk Sarayı, Kelvingrove Müzesi ya da Riverside Müzesi sizi Avrupa topluluğunun geçmişiyle ilgili farklı bir deneyim yaşatacak.

Halil İbrahim İzgi
04:00 - 9/09/2018 Pazar
Güncelleme: 04:19 - 9/09/2018 Pazar
Yeni Şafak
Glasgow Avrupa'nın ilginç şehirlerinden biri.
Glasgow Avrupa'nın ilginç şehirlerinden biri.

İstanbul 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti oldu. Bu İstanbul’un Avrupa kültür sahnesinde varlığını sergilemesi için önemli bir vesile oluşturdu. Avrupa’nın ilk kültür başkentlerinden biri ise İskoçya’nın en büyük şehri olan Glasgow. Şehir bu ünvanı 1990 yılında almış. İskoçya’nın başkenti değil ama geçen yüzyılın başlarında ağır sanayinin yoğunlaşması nedeniyle şehirde nüfus hızla artmış. Glasgow, Londra’nın ardından Britanya’nın ikinci büyük şehri unvanına erişmiş. Problemleri de beraberinde getiren bu gelişme süreci, ağır sanayinin Britanya topraklarını terk edene kadar sürmüş, ardından da başka bir sorun şehrin kapısını çalmış. Terk edilmiş bir şehir ve hayalet binalar. Glasgow, kültüre yaptığı yatırımlarla yeniden eski canlı günlerine dönmeyi umut ediyor. Sürdürülebilir kültür yönetimi anlayışının elindeki en büyük araç ise müzeler. Müzelerde bir tur atarak şehrin ruh halini anlamaya ne dersiniz?

FARKLI BİR MAZE

Glasgow Modern Sanat Müzesi: Eskiden borsa binası dahil olmak üzere farklı fonksiyonlar üstlenmiş Glasgow Modern Sanat Müzesi’nin giriş katı bizi deneyse çalışmalarla karşıladı. Müzenin üst katlarına çıktıkça farklı sanatçıların eserlerinden oluşan ortak kalıcı sergiler dikkatimizi çekiyor. Henri Cartier-Bresson ve Andy Warhol gibi muasır sanat eserlerine imza atan isimler kalıcı koleksiyonda kendilerine yer bulmuşlar. Şehir gibi müze de kendine bir yol bulmaya çalışıyor ve girişteki atlı heykelin kafasına bir trafik dubası geçirilmiş. Bunu geçmişlerinin bir kısmından utandıkları için yapmış olabilirler mi? Belki. Müzenin içinde binanın tarihi var. Müze genel olarak sınıfta öğretmenin kendisine söz vermesi için sürekli parmak kaldıran bir çocuğa benziyor. Dikkat çekmek için türlü yollara başvuruyor, muasır sanat da bunun bir yolu. Geçmişi gelecekle buluşturmaya çalışsa da başarılı olamamış.


ŞEHRİN TARİHİNE YOLCULUK

Halk Sarayı (People’s Palace): Glasgow endüstriyel tarihiyle uyumlu olarak işçi sınıfının güçlü olduğu bir şehir ve mimari de bu çerçevede şekillenmiş. 19. Yüzyılım sonlarında halkın güzel zaman geçirmesi için tasarlanmış bina ve büyükçe sera görünümüdeki kış evi Halk Sarayı’nı oluşturuyor. Halk Sarayı, şehir müzesi olarak kullanılıyor ve şehrin gerçek geçmişinden bir kesiti görmek mümkün. Ancak bu geçmiş pek de parlak değil. Uzun saatler çalışmak zorunda kalan işçiler, sahipsiz çocuklar, alkolik işsizler şehrin tarihinden kesitler sunuyor. Geceleri sokaklarda sızmış küfelik kişilerin el arabalarıyla karakola götürülerek para cezası karşılığında serbest bırakılması gibi ayrıntılar Halk Sarayı’nda bizi karşılıyor. Kocaman bir yeşilliğin ortasında ilham veren bir esinti bekliyorsunuz ama Halk Sarayı bunun için pek müsait değil.

DÜN BUGÜN GEÇMİŞ

Kelvingrove Müzesi: Glasgow Üniversitesi’nin yamacındaki bu müze İskoçya tarihini endüstriyel parantezden kurtulmuş haliyle görmek için çok güzel. Glasgow sokaklarında dev duvar resimlerini gördüğümüz Mackintosh, müzede bizi sergisiyle karşılıyor. 1868 yılında doğmuş Mackintosh eğer yaşıyor olsaydı bu sene 150 yaşına girmiş olacaktı. 1928 yılında biten ömrünün verimli çağlarında Glasgow’a kimlik katan binalar tasarlamış. Bir de sırtı uzun bir sandalye var tasarımları arasında. Kelvin nehrinin yakınlarındaki müze Kelvingrove Parkı’nın içinde yer alıyor. 1901 yılındaki uluslararası sergi için yapılmış. Sonradan müzeye dönüştürülmüş bir bina değil. Müze Salvador Dali’nin “Christ of Saint John of the Cross” ismindeki dini göndermeli eserine ev sahipliği yapıyor ki, bununla da gurur duyuyor. Kelvingrove biraz doğa tarihi biraz sanat biraz da tarih müzesi. Glasgow’un tarihini sanat etrafında anlatmayı tercih etmiş ama Londra’nın taşrasında kalan bu şehrin kalıcı bir sanat akımı çıkardığını söylemek çok da mümkün değil. Darwin’e özel bir bölüm ayrılan müzede çokça öğrenciye rastlamak mümkün. Bir de şehrin dışındaki Pollock Evi’nin içinde yer alan Burrell Koleksiyonunun bir kısmı bu müzede sergileniyor. Glasgow’un en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Kelvingrove’un şanssızlığı özgünlükten uzak durması. Ancak bu güzel zaman geçirmeye ve İskoçların değer verdiği geçmiş dönem sanatçılarıyla tanışmaya mani değil. Kelvingrove’da İskoç eteği kiltin tarihi ve toplumsal izdüşümlerini de görmek mümkün. Mesela İngilizlerin bir dönem İskoçlara kilt giymeyi yasakladıklarını biliyor muydunuz? Kıyafet bazen sadece kıyafet değildir.


ESKİ BİR TERSANE

Riverside Müzesi: Tam adıyla Riverside Ulaştırma ve Teknoloji Müzesi olan yapı, eski bir tersanenin modern bir müzeye dönüşmesiyle ortaya çıkmış. Zaha Hadid’in tasarladığı bina Glasgow’un gezdiğimiz müzeleri içinde en ferah olanı. Gezdiğimiz diğer müzeler gibi kafası karışık değil bu müzenin. Hatta küratörlüğünün çok iyi yapıldığını söyleyebiliriz. Ulaştırmayı çok geniş bir yorumla ele almışlar. Araçlar arasında gemi de var, tren de, tramvay da ayakkabı da… Tavana doğru baktığınızda bisikletleri daha ileride Güney Afrika’da beyazların çalışan veya yolcu olarak kullanamadıkları bir trenin lokomotifini görüyorsunuz. Orijinal bir metro istasyonunun içine girip eski zaman metrolarına tanık oluyorsunuz. Bir köşedeki ayakkabıları görünceye kadar ayakkabının bir ulaştırma aracı olduğunu hiç düşünmemiştim. Tekerlekli sandalye yine bir ulaşım aracı olarak müzede yerini almış.


#Glasgow
6 yıl önce