|

Edebiyat kapitalizmin güdümünde

Kültür endüstrisinin çarkları gelip sosyal medyanın öğütücülüğüne dayandı. Yaratma süreci, edebiyat sosyolojisinin üç ayağı olan yayıncı, dağıtımcı ve okur, işlevselliğini kaybederek cam ekranların “kalpli beğeni” sayfalarında yeni bir kabuk bağladı. Artık, bir edebiyat eserinin, yaratma sürecinin en maddî neticesi olan içeriği, o eseri üreten sanatçının görselliğinin çok gerisine düşmüştür.

Yakup Öztürk
04:00 - 14/06/2020 Pazar
Güncelleme: 15:48 - 13/06/2020 Cumartesi
Yeni Şafak
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Edebiyat, varlık gösterdiği günden bu yana bütün sanat disiplinleri gibi inşa edilen bir çabadır. Sanatçı ister hayalin, ister hakikatin çizdiği daireler içerisinde kalsın neticede kaideleri kendinden menkul bir mühendisliğin içine girer. Modern zamanlarda buna yaratım süreci deniyor. Mümkün bir dünyanın farklı enstrümanlar kullanılarak iki kapak arasına taşınması süreci bu. Sanatçı, inşasını tamamladığı bir metne son noktayı koyup dosyasını yayınevine teslim ettiği gün yaratma süreci tamamlanmış olmuyor. Başka bir evreye geçiyor. İlk evre, eserin henüz gün ışığına çıkmadığı, mahrem bir göz tarafından okunmadığı vakitleri işaretliyor. İkincisi ise eserin yayıncı, dağıtımcı, okur üçgeninde yeni bir hayatı sürmesi anlamına geliyor. Bu yeni hayatın bütün kuşatıcılığını ilgi dünyasına alan disipline edebiyat sosyolojisi diyoruz. Sosyoloji, toplumbilim. Aydınlanma düşüncesinin bilime imanı sonrasında 19. asırda bir disiplin hâline geldi. Onun edebiyatla buluşarak disiplinler arası bir kimlik kazanması ise 1950’lere tarihlendiriliyor. Ancak edebiyatın, bireyden kalkarak topluma otorite kuracak derecede hâkimiyet sağlamasının ardında Marksist estetik var. Edebiyat, Romantik çağda olduğu gibi bireyin “küçük hassasiyetleri” ile mi ilgilenecek yoksa ulus devletlerin ortaya çıktığı, sanayi devriminin sömürgeciliği doğurduğu, bilimdeki dönüşümlerle kitlesel hareketliliklerin ardı ardına geldiği on yıllarda ağır sancılar içerisindeki topluma mı yönelecek? Marksist estetik, tarih anlayışı, Avrupa’nın hemen bütün bloklarında batı düşüncesinin önemli teorisyenleri tarafından hayatın merkezine çekilmişken edebiyatın topluma mesafeli olması beklenemezdi. Edebiyat, gerçekçiliği savunan romancıların bilim devrimleri karşısındaki hayranlığını alıp bir sanat eserine dönüştürürken, sosyoloji de yeni biçimlenen sınıfların iç dünyalarını edebiyat üzerinden tahlile yöneldi. Homeros’tan bu yana neredeyse üç bin yıllık bir ağırlık, sosyolojinin imkânlarını genişletti.

KÜLTÜR ENDÜSTRİSİNİN ÇARKLARI

Marksist estetik, edebiyat ve sosyolojinin akrabalığını doğursa da bugün edebiyatın görünürlüğü dikkat çekici bir biçimde kapitalizmin güdümüne girdi. Kültür endüstrisinin çarkları gelip sosyal medyanın öğütücülüğüne dayandı. Yaratma süreci, edebiyat sosyolojisinin üç ayağı olan yayıncı, dağıtımcı ve okur, işlevselliğini kaybederek cam ekranların “kalpli beğeni” sayfalarında yeni bir kabuk bağladı. Sosyal medyanın, özellikle büyük resimlerle önce bakışa hitap eden instagramın, edebiyat sosyolojisi açısından incelenmeye dönük pek çok tarafı var. Artık, bir edebiyat eserinin, yaratma sürecinin en maddî neticesi olan içeriği, o eseri üreten sanatçının görselliğinin çok gerisine düşmüştür. Yazarların sosyal medya hesapları yanında yayınevleri de mutfak süreci tamamlanan bir eseri duyururken önce o eseri var eden sanatçının görselliğini kullanıyor. Bunu, cadde panolarına çok satan romancıların büyük fotoğraflarının bir köşesine lütfen iliştirilmiş kitap kapakları başlatmıştı. Bugün gelinen noktada, hele ki imza günü duyurularında, okura, imza gününde hangi kitapla karşılaşacağından çok kiminle karşılaşacağının duyurusu yapılıyor. Bu uygulamanın, okuru edebiyatla buluşturmak diye mi yoksa pazarlamanın kabalığı ile mi açıklanabileceği edebiyat sosyolojisi araştırmacılarının işidir. Instagram hesaplarındaki edebiyatın, yazar, okur ve yayıncı arasında nasıl bir bağ kurduğu, bunun bir gerçekliği mi yoksa popülerin erkenden ölmeye mahkûm uçuculuğunu mu anlattığını istatistikler gösterecek. Tabii ki bu, Türkiye’de edebiyat sosyolojisinin önündeki bir engel olarak yayıncıların rakamlar konusundaki şeffaflığı aşıldığı takdirde olacak.

SİMÜLAKR-SİMÜLASYON

Sosyal medyadaki edebiyat hareketliliği Jean Baudrillard’ın simülakr ve simülasyon kavramları ile okunabilir. Simülakr, bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm, simülasyon ise, gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunma, göstermeye çalışma anlamına geliyor. Yazar ve yayıncı, cam ekranların ardında, ürettiği nesneyi bir simülakr kılıyor. Okur da, bütün entelektüel malzemesini aşağı yukarı gidip gelen ekranlarda parmağını gezdirerek sağlıyor. Okunmayan kitaplar, temas etmek istenmeyen yazarlar okurun simülasyonundan öteye geçemiyor. Baudrillard, simüle etmeyi, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmak biçiminde tarif ediyor. Fakat bu asla -mış gibi yapmak değil. Meşhur kitabında “Hastaymış gibi yapan kişi yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir. Öyle ise -mış gibi yapmak gerçeklik ilkesine zarar vermez. Oysa simülasyon gerçek, sahte, düşsel arasındaki farkı yok etmeye çalışır. Simüle eden kişi gerçekten hasta mıdır, değil midir? Çünkü bu insan gerçek semptomlar üretmektedir.” sözleriyle bu ilkeyi çarpıcı biçimde anlatıyor.

Bir edebiyat eserinin inşa edilmesi kadar sonrasında o eseri besleyen ya da körelten ne kadar eşik varsa edebiyat sosyolojisi bunların hepsinden geçer. Türk edebiyatı gibi, özellikle 19. asırda romanla karşılaşmış edebiyatlarda sokağın gerçekliğinin tahlili bu disiplinle zenginlik kazanır. Sokağın yeni bir yüzü olarak sosyal medya da bu disiplinin raptını bekliyor.

Sabahattin Ali’nin bir mektubu

Yazar ve yayıncı arasındaki ilişkilerin herhâlde en dikkat çekeni telifler üzerine kuruludur. Yazarın, ekranlar aracılığıyla yönlendirebileceği bir okur kitlesi olmadığı, satışlarını kendi yönetemediği zamanlarda tek geliri eseri için kendisine ödenen teliflerdi. Ne yazık ki bu telifler çok zaman huzuru kaçıran, düşmanlıkları artıran bir vasıtaya dönüşmüştür. Alpay Kabacalı’nın Türkiye’de Yazarın Kazancı kitabında Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanını tefrika ettiği Memleket gazetesinin sahibine 1941’de yazdığı bir mektup yer alır. Bu mektuptan bir parça: “Ben maalesef hiç kimseden sizin muamelenize müşabih bir muamele görmediğimi iddia edemeyeceğim. Bâbıâli caddesiyle temastan ne kadar içtinap edersem edeyim, zaruri olan bazı münasebetlerimde hep aynı muameleyi gördüm. Üç sene evvel Tan’da neşrettiğim romanın parasını almak için Halil Lütfü Bey’le, zaman zaman kitapçı Remzi ile, hep aynı latif mükatebeler cereyan etmiştir. (...) Yazı hayatındaki tecrübem bana kalem amelesinin bizde en haysiyetsiz, en muhakkar sınıf olduğunu ispat etmiştir. Gazeteci tarafından köpek muamelesi görür, kitapçı tarafından tezlil edilir ve kafasının en kıymetli uzvunun hakkını istediği zaman işte sizden aldığı mektuba müşabih mektuplar alır. (...) Verdiğim sözde durmadım mı? Hastahaneden, 39 derece ile hasta yatarken evden, bir gün bile aksamadan yazılarımı gönderdim. Parasını alamayan her muharririn yapması mutat olan yazı göndermemek tehdidini, yazdığım hâlde yapmadım. Ve muhtaç olduğum bir parayı istemek için, izzetinefsimi ayaklar altına alarak, üst üste, yalvarırcasına mektuplar yazdım.”

Kabul sosyolojisinin bir numunesi: Takdir-i Elhân

Türkçeye birkaç ay önce kazandırılan Gisèle Sapiro’nun Edebiyat Sosyolojisi (çev. Ertuğrul Cenk Gürcan) kitabında kooptasyon diye bir kavram var. Bu, bir yazar adayının, sisteme önceden dâhil olmuş yazarlar tarafından tayin edilmesi biçiminde tanımlanıyor. Buna kısmen ilave edilebilecek kabul sosyolojisi de üçüncü bir şahsın, tanınmış bir yazarın eserine önsöz yazarak eserin anlamının değişmesine katkısı anlamına geliyor. Recâizâde Mahmud Ekrem’in Rumi 1301 senesinde o devrin genç şairlerinden Menemenlizâde Mehmed Tahir’in Elhân adlı şiir kitabının girişine konulması için kaleme aldığı takriz, amacını aşarak daha sonra Takdir-i Elhân adıyla müstakil bir kitaba dönüşüyor. Recâizâde’in bu kitabı, kabul sosyolojisinin ya da kooptasyon teorilerinin takriz geleneği altında Türk edebiyatında asırlardır yaşadığını gösteriyor.

#Kültür
#Sabahattin Ali
#Simulakr
4 yıl önce