|

Editörün hal tercümesi

İshak Reyna’nın Azınlık isimli romanı Doğan Kitap etiketiyle okurla buluştu. Reyna, romanda kahramanı Edi üzerinden yayın dünyasının son 30-35 yılına dair tespitler de aktarıyor. Romanın duru anlatısı ise çarpıcı bir etki oluşturuyor. O kadar ki bu çarpışma, sektörün değerli isimlerinden biri olan Reyna’nın editörlüğü ile yazarlığı arasında, yazarlığından yana bir seçim yapmamızı gerektirebilir.

Merve Akbaş
04:00 - 15/04/2023 Cumartesi
Güncelleme: 05:37 - 15/04/2023 Cumartesi
Yeni Şafak
Arşiv.
Arşiv.

Editörlük terziliğe benzetilebilir. Kumaş, maharetli eller tarafından kesilip, biçilir. Daha sonra düğmeleri şöyle mi olmalı, boyunu biraz kısaltalım mı gibi sorular eşlikçi olur. Sonuçta mankenin üstüne “cuk” diye oturan bir kıyafet ortaya çıkar. Tabii kılı kırk yararak, her santimin üstünde düşünerek… Şimdi malum benzerliği baz alalım… Bazı romanları okurken bu kılı kırk yarma halini daha net hissederiz, değil mi? Sanki kurgu karmaşık ancak çok anlaşılır bir denklem sonucu oluşturulmuştur. Kafa karışıklığına gerek yoktur. Her duygu ve olay açıktır. Konunun üstüne “cuk” oturmuştur. Bu netlik okurun romanın gerçeğiyle temasını kolaylaştırır ve aynı zamanda da bir şok etkisi yaratır. Okur da yazarın adına, önceki kitaplarına, bir de künyede editör titrinin karşısında yazan isme dikkat kesilir. Kitabın alametifarikasının bu editörden kaynaklandığını, başka eserlerdeki dokunuşlarını okur gözüyle takip edenlerimiz, bir çırpıda fark eder. Peki böyle bir editör kendi romanını yazdığında sonuç ne olur?

İshak Reyna’nın Azınlık romanını okumaya başlamadan önce tüm bu düşünceler zihnimizde belirebilir. Nitekim yayıncılık sektörünün önemli yazar ve editörlerinden birine ait bir roman okumak, bir parça heyecana da neden olacaktır. Ama tüm fikirlere yakınlaşmadan önce romanın konusuna kısaca bakmak gerekir: Kahramanımız Edi, İstanbullu Yahudi bir ailenin ayrıksı ferdidir. Mütercim-tercümanlık okur, yayın dünyasına öğrenciyken dahil olur. Bir süre dışardan çeviriler yapar, ardından çeviri editörlüğü mesleği haline gelir. Yıllar boyunca tecrübe biriktirir. Aldığı kötü bir haber sonucunda uzun zamandır kaleme almak istediği kitabını (biraz dönüştürerek) yazmaya başlar.

HEPİMİZE DAİR BİR ÖZET

Anlaşılacağı üzere Azınlık, Edi’ye ait bir otobiyografi olarak ilerliyor. Reyna’yı mesleği ve eserleri üzerinden tanıyanlar ilk sayfalarda bunun yazara ait bir otobiyografi olabileceğine veya gerçek hayatla ilintisinin oldukça fazla olduğuna dair sanıya kapılabilir. Ancak bunun abartılı bir fikir olduğunu anlamak uzun sürmüyor. Bir yandan Edi’nin kendi hikâyesi ve yaşam pratikleri önümüze geliyor, diğer yandan da 30-35 yılın yayıncılığına dair pek çok bilgi satır aralarında akıyor. Maceraya açılan veya kapanan yayınevleri, bunların sektöre yansıması, editör-yazar ilişkileri kadar 80’lerden bu yana Türkiye’de yaşanan bazı önemli olaylar da dahil. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda romanın sadece Reyna’nın değil, hepimizin hayatıyla ufak bağlantılar kurduğu, geçmişe dair bir özet sunduğu söylenebilir. Hatta yayın dünyasını takip ediyor, içinde bulunuyorsanız bu özetin çok da kısa olmadığını düşünebilirsiniz. Edi’nin de söylediği gibi nihayetinde bu bir “hal tercümesi.”

SATIR ARALARINDA MİNİK OYUNLAR

Romanda yazarın kurduğu ufak oyunlara rastlamak (belki de yazarın kurmadığı, okurun kafasında kurduğu) okuma serüveninin eğlencelerinden biridir. İsmi geçen yazarların, kitapların yayın sektörü içindeki maceralarını okuma devam ederken diğer yanda araştırmak Azınlık’ın bizim için bıraktığı bilmecelerden. Bunun yanında Edi’nin kişisel özelliklerinin, örneğin yemeğe olan düşkünlüğünü bazı parantez içleri ile okura ara sıra hatırlatılması, bu minik eğlencelerden oluyor.

AZINLIK SINIFI OLARAK YAYINCILIK

Üstünde durulması gereken başka bir mesele de “azınlık” kelimesi olsa gerek. Romanda, her ne kadar azınlık olan bir kahramanı dinlesek de, bu kelime dinsel bir vurgu yapmaktan ziyade, yayın dünyasının içinde kendine yer tutmuş veya tutmaya çalışan insanları niteliyor. Edi, daha romanın ilk satırlarında ismi ile mesleği arasında kurduğu bağ ile de bunu okuruna gösteriyor. Türkiye’de yayın dünyasının emekçileri normalden farklı dertleri, tatil anlayışları, zaman algısı, alışkanlıklarıyla bir tür azınlık sınıfı değil midir zaten?

Yazarın diline yakınlaşmaya çalıştığımızda aslında Azınlık’ın okurunda tek solukta yazılmış bir roman izlenimi bıraktığını söyleyebiliriz. Yazar, klavyesinin başına geçtiğinde, ne yazacağını çok iyi biliyormuş, basit bir toplama işlemi içindeymişcesine cümleleri yerli yerine iliştirmiş gibi... Veya başka bir benzetmeyle, Edi ile bir akşamüstü Şişli’de buluşup kahve içerken, bize yaşamının bir kesitini anlatmış gibi. Bu nedenle akıp giden, adeta tek bir parçadan oluşmuş hikâyede tüm cümlelerin yerli yerinde olduğunu hissediyorsunuz. “Yerli yerindelik” ise okurun (veya elbisesini terziden teslim almaya gelen müşterinin) “keşke şu da şöyle olsaydı” türünden yorumlarına gerek bırakmıyor.

Azınlık’ın sayfalarını tamamladığımızda, kitabı rafa geri kaldırırken “Hangi kitapla yan yana durmalı?” sorusunu sorduğumuz bir an beliriyor: Bana kalırsa bu kitap konu, içerik ve anlatım açısından kendisiyle neredeyse hiçbir benzerlik taşımayan William Maxwell’in Haydi Yarın Görüşüz isimli romanı ile yan yana durabilir. Nitekim, iki eser arasında sanki uzun zaman önce yenilen bir yemeği yeniden yemek, içinde o yemeğe anlam katan baharatı aniden tanımak gibi maddi biçimde açıklanamayacak bir bağlantı kurulabilir. Belki Edi, bu fikrimi pek de sevmez, Maxwell’in kitabının çeviri olduğunun altını çizerdi, bilemiyorum. Yine de şu detayları aktaralım: Maxwell de bir kitap editörü. New Yorker’da kendi döneminin önemli yazarlarıyla çalışmış. Haydi Yarın Görüşürüz Türkçedeki ilk kitabı ve aslında kurgu açısından kolay anlaşılır bir eser de değil. Ancak belki de iki kitap arasında adı tam olarak konulamayan ilinti, yazarların hangi kelimeyi nerede, nasıl kullanacağına dair zihinlerindeki netlikle ilgilidir. Belki de mesele yazmayı bilmektir.

#İshak Reyna
#Azınlık
#Roman
#Edebiyat
1 yıl önce